27 Kasım 2020 Cuma

Herşeyi unutup, amaçsızca izlemelik: 10 Bölümde "Emily in Paris"


Emily Cooper ABD'denin orta batısından pek sevimli, işinde de çok başarılı bıcır bıcır bir genç kadın. Çalıştığı şirketin Paris'te satın aldığı daha ufak bir şirkete de temsilcisi olarak gönderiliyor. Paris'e gitmek için hazırlanan aslında Emily'nin amiri gibi bir pozisyonda olan kişi ama kaderin cilvesiyle Emily'ye vuruyor şans. Böyle olunca biraz fazla hazırlıksız ve bodoslama gidiyor Paris'e Emily. Ama o kadar Amerikan, o kadar o kafada ki hiçbir şeyi takmıyor. Ne tek kelime Fransızca bilmemesini önemsiyor, ne yol yordam bilmeden insanlara fikirlerini haldır huldur açıklamakta sakınca görüyor. Aman yarabbi, ne kadar sinir olmuşum ben izlerken meğerse bu Emily'ye? Şöyle kafamı rahatlatsın, iki salak saçma eğleneyim diye açtığım dizinin her bölümünde ayrı bir sövmüşüm gibi geliyor şu an düşününce. Neyse. (IMDb'de Emily in Paris)



Netflix'te 2 Ekim'de yayınlanan dizinin yaratıcısı Darren Star. Zaten en büyük izleme nedenim oydu. Kendisi daha önce Sex and The City, Beverly Hills 90210 ve Younger dizilerini yazmış bir insan çünkü. Sex and The City'den pek hoşlandığım söylenemez de diğer iki dizisini hakikaten çok severim. Younger'ın ilk 4 sezonu sonunda şurada da anlatmıştım zaten, şimdi 7.sezonunu bekliyoruz. İşte böyle bir kalemden yine hoş bir şeyler çıkar diye düşünmüştüm. Bir de Paris, gidip de doyamadığım, dolanırken buz gibi eylülünde soğuğuna neredeyse ruhumu teslim ettiğim Paris vardı. Görüntüler de güzeldi zaten ilk izlemeye başladığımda. İnsanlar güzel-yakışıklı, ortamlar şahane, her şey rüya gibi aslında. Ama işte zaten kafanız bozuksa benim gibi, önünüze gelen her şeye sinir olmaya dünden hazır oluyorsunuz. Bir de hakikaten çok Amerikan. Yani küçüklüğümdeki eğlenceli, keyifli gençlik-çocuk filmleri ya da ilk gençliğimde ekrana yapışarak izlediğim tv dizilerindeki gibi tolere edebileceğim -  daha doğrusu farkına bile varmayacağım seviyedeki gibi bir Amerikalılık değil bu. O kadar çiğ, o kadar kaba bir hali ki her bölüm Emily'nin söylediklerine, davranışlarına,  her bir hareketine höh artık deyip durdum.




Bir de ben Paris'teyken diye başlayan cümlelerle görmemişlik yapmak istemiyorum ama çocuklar, bir yandan da dizinin çok doğru tespitleri olduğunu da söylemeden geçemeyeceğimi nasıl anlataacağımı bilemiyorum. Fransızlar hakikaten de öyle. Dizideki gibi yani. 4 günde hemen nesini tanıdın da bildin diyebilirsiniz ama o kısacık sürede bile etkileşime geçtiğim, kafede kahve istediğim, metroda birlikte yolculuk ettiğim, dükkanlarından bir şeyler satın aldığım, sokakta yol sorduğum, katedral merdivenlerinde hep beraber şarkı söyleyip içtiğim insanlardan bile gördüğüm şeylerdi bunlar. Cidden dillerine takmış durumdalar. Sizi dinleyip, anlıyorlar ve Fransızca cevap veriyorlar. Böyle karşılıklı saçma ötesi diyaloglara (monologlara?!) girişiyorsunuz. Bir de herkes çok güzel. Yani böyle plastik anlamda bir güzellik değil, sokaktaki hemen hemen herkes, her yaştan Fransız kendine özen gösterip de çıkmış evden.



Dizinin doğru bildiklerinin yanında tabi her bölümde hemen her erkeğin, her yaştan ve işten erkeğin Emily'ye yazması, Emily'ye düşmesi de ayrı bir sinir bozuculuktu benim için izlerken. Yani evet bir hayal izliyoruz, eğlenmek için izliyoruz ve ilk birkaç adamla birlikte ehehe ehehe de oluyoruz ama bir noktada öhhh dedirtiyor. Bu kadarı da yeter diyorsunuz. Uçan kuş, yerde giden karınca bile gücü yetse Emily ile flört edecek. Baygınlık getiriyor artık. Lütfen ekrana bir erkek girmesin de azcık normal gitsin şu hikaye dedirtiyor. Bir de bu kız nasıl büyük oluyor ya? Yani 20li yaşlarında mı oluyor nasıl oluyor bu ya? Yani bana küçük gelmesinin dışında, karaktere hayat vermesi de çok çocukça. Gayet saçma sapan çocuksu bir şapalak var Emily olarak karşımızda ve işte böyle bir ortamda bir de uçan kaçan her erkek ile işi pişirdiğini izleyip durdukça hakikaten absürdlüğün seviyesi uzayda dolanmaya başlıyor. Hani gözünüzün önündeki görüntü ile olan şeyler uymuyor. En saçma hikayenin bile kendi içinde bir mantığı olması gerekir ya, bize hikayeleri dinleten, okutan, izleten budur ya hani, işte o olmuyor. Gözümüzden sinirlerle iletilen görüntüleri beynimiz işleyip de bir çerçeveye oturtamıyor.

Aynen böyle diyorum

Ulan dandik vakit geçirmelik bir diziden bile ne çıkarımlar yaptın, ne bilenmişsin oyuncuya da diziye de dediğinizi duyar gibiyim ama ben en başta söyledim. Kafam bozuk. Az önce haberlerde bir adamın dediği gibi "dışarı çıksam corona, içeri girsem deprem". Uzmanlık tezimi yazmaya çalışıyorum bir yandan da. İnadına her gün tam motive olup yazmaya oturduğumda alt kattakiler tüm Ankara'yı yeni baştan inşa edercesine seslerle temizlik yapmaya başlıyorlar. Kafam çok bozuk.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

eylülde

 Neden hep imkansızı istiyor ki canım? Oysa çok kolay olabilirdi. Elimi uzatsam alabileceğim mesafede duran şeyler. Çok kolay olabilirdi. He...