28 Nisan 2020 Salı

16 Bölümlük Sımsıcak Bir Dizi: When The Weather Is Fine

Günün birinde artık canına tak eder Mok Hae Won'un (esas kızımız). Seul'de cello öğretmeni olarak çalıştığı yalnız ve mutsuz hayatından, büyük şehrin ikiyüzlü ve çıkarcı insanlarından kaçıp, bavulunu toplar, cep telefonunu bir çukura gömer ve yıllardır doğru dürüst görmediği köyüne/kasabasına gelir. Kışın ortasıdır, tıpkı Mok Hae Won'un kalbi gibi tüm doğa da buz tutmuş haldedir. Dağlarının arasından deresi akan, herkesin birbirini tanıdığı, haberlerin öğlen olmadan bir uçtan öbür uca herkes tarafından öğrenildiği, çocukların bisikletle tarlalar arasından yol alarak okula gittiği, hava buz gibi olsa da bir araya geldiklerinde ortamı soba yanmışçasına sımsıcak yapan insanların olduğu kendi halinde bir köydür burası. Oysa Mok Hae Won'un burada yaşadığı dönemden çok da güzel hatıraları yoktur aklında. Sorunlu geçmişinin yükünü taşımıştır hep. Şimdi de azıcık deli, yıllardır kendi içine kapanmış, eski-yazar teyzesinin yaşadığı eve geri döner. Üşüyen ruhunun bu kış günlerinde, bu sımsıcak kasabada buzlarının çözüleceğini tahmin bile etmez.
Mok Hae Won'un dönüşü ile bu küçük kasabadaki bir yalnız ruh daha kabuğundan çıkmaya başlar. Im Eun Seob (esas oğlanımız), kendini bildi bileli esas kızımıza aşıktır. Ama hiç sesi çıkmamış, hiç gık dememiş, senelerce onun 3-5 gün gelip, gitmesini izlemiştir. Artık bir kitapçısı vardır Lim Eun Seob'un, kendi halinde, uykusuzluğuna çare kitaplarıyla birlikte yaşamaktadır. Ama bu kış, her şey değişmeye başlar. Bahar gelene, havalar güzelleşene kadar hem esas kızımız ve oğlanımız, hem de bu sevimli köyün sevimli insanları güzel bir hikayeye başlarlar.
Allahıııım ben ne izledim? Ben böyle ne güzel bir şey izledim? Böyle bir hikayeyi kim yazdı, kimin aklına geldi, hangi akıllar böyle cümleler kurdu, hangi eller böyle güzel görüntüler çekti, o oyuncular nasıl o kadar şahane şeyler yapabildiler? Nasıl anlatacağımı bilemedim. Şurayı açıp, yeni post sayfasına "çok sevdim çok güzel" yazıp, kaldım bir süre. Ne diyeceğimi, ne yazacağımı bilemedim. Çünkü 8 hafta boyunca ben böyle öyle bir hikaye izledim ki...
Ama ayıptır böyle güzel kitapçı mı olur?
Ama sizi yerim kitap kulübü
Dizinin tam ismi, Hangul ile yazımından birebir çevirmeye çalışırsak "If the weather is good, I will go" oluyor. Yani hikayenin ilk başta söz verdiği giriş-gelişme-sonucu çok açık bir şekilde söylüyor. Esas kızımız havaların en kötü, kışın bastırmaya başladığı bir dönemde hikayemize düşüyor ve bahar geldiğinde, havalar düzeldiğinde geri dönecek, hikayesi bitecek. Bu şekilde 24 Şubat'ta başlayıp, 21 Nisan'da biten dizi Güney Kore'nin jTBC kanalında yayınlandı. Lee Do Woo Yi isimli Güney Koreli bir yazarın 2018 tarihli aynı isimli romanından uyarlanmış. Dizinin de kKonusunu iyileşme, affetme gibi gibi şeyler yazıyorlar hep web sitelerinde ama o iyileşme ya da affetme, kabullenme gibi temalarından çok gösterdiği, anlattığı karakterler için, onların birbirlerine ifade ettikleri şeyler için, bir araya geldiklerinde oluşan o şahane mutluluk hissi için izledim ben. Zaman zaman Northern Exposure hissi verdi, ara ara fonda çalan melodileri bile Cicely sokaklarında dolaşıyormuşum gibiydi. Böyle küçük bir kasabada, dağların arasında sıcacık bir kitapçıda olmayı sevdim ben dizi boyunca. Lim Eun Seob gibi bir karakterin oluşunu sevdim. Sıcak değil ama böyle tam da ılık hissi veren o karakteri. Böyle çok üşümüşüm de, ikimizin üstünde de buz tutmuş montlar var ama sarılıp, onun montuna gömüldüğümde hoş bir ılıklık kaplıyor içimi gibi. Aslında "ılık" kelimesini kullanınca hiç de anlatmaya çalıştığım hissi vermiyor. "Warm" demek istiyorum, warm tam olarak bu duygunun hali. Hani çıplak elle kartopu oynadıktan sonra eve koşturur, musluğu açarsınız da o su, o kışın buz gibi aktığını bildiğiniz su ılık ılık gelir ya elinize. Hah işte o his. O hiçbir şey beklemeksizin kendi kendine sevmesini, değişik yaşlardan değişik karakterlerde insanlardan bir kitap kulübü oluşturup, her hafta o kahve kokulu kitapçıda birbirlerine güzel hikayeler anlatmalarını, şiirler okumalarını sevdim. Minik Seung Ho ile büyükbabasını sevdim, annesinin eczanesinden büyükbabaya malzeme aşıran Hyun Ji'yi sevdim, küçük bir kasabada hiç mutsuz olmadan dünyayı düşleyen Soo Jung'u sevdim, her bir duygusunu kocaman kocaman bağıra çağıra yaşayan şıpsevdi Lim Hwi'yi sevdim, sevimli ama ısrarlı satıcı Tae Hyung'u sevdim. Ve bizimki gibi bir dünyada, böylesi bir çağda herkesin burun kıvırdığı bir hayatı kendisinin asıl mutluluğu olduğu için tercih etmiş olan ve yüzünde kocaman bir gülümseme ile yaşayan Jang Woo'yu sevdim.
Ahh bu sahne...
Sessiz sessiz, yavaş yavaş ilerleyen bir hikayeydi bu. Önce batıran fırtınalı yağmurlarla başlayan, sonra her yeri kaplayan karların altında devam eden, adım adım ısınan hava ile çözülen bir hikaye. Normalde kış mevsiminin soğukluğu ile karakterlerin soğukluğunu özdeşleştiriyor gibi görünse de aslında bu hikayede kış mevsimi içinden hiç çıkmak istemeyeceğimiz bir masal diyarına dönüşüyor. Kış bastırmışken, kar lapa lapa yağarken hep birlikte sobanın üstünde bir şeyler pişirip, birbirimize hikayeler anlatıyoruz. Aslında en ısındığımız zaman oluyor böylece kış mevsimi bu hikayede. Baharın gelişi diğer hikayelerde mutluluk gibi görünürken, bu hikayede havanın ısınması, baharın geliyor olması üzücü bir şeye dönüşüyor, en başta bize söz verilen bu çünkü, bahar gelince her şey bitecek. O yüzden kış hiç bitmesin, hava hiç ısınmasın istiyoruz.
Dizi boyunca bu şahane hikayelerin içinde güzelim alıntılar da yer aldı hep. Kitaplardan cümleler, eski halk öyküleri, şiirler hikayeyle bütünleşip, önümüzden akıp gitti. Bir de her bölümün sonunda esas oğlanımızın geceleri gizli gizli yazdığı blog postları vardı. Çoğu zaman o bölümün içinde izlediğimiz şeyleri bir de karakterin gözünden dinliyor olduğumuz için tebessüm ettiriyordu ama bazen de içimizi acıtıyordu. Bu kitap ve şiir alıntılarını KoreanDramaland'de bir güzel toparlamışlar mesela, bakabilirsiniz. Bölüm isimleri bile pek güzel ya (wikide var).
Off şimdi de yazıyı nasıl bitireceğimi bilmiyorum.



Eh bir de o güzelim müzikleri de bırakayım şuraya da.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

So many books, so little time

Mesela.  En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk ...