seo kang joon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
seo kang joon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Aralık 2025 Salı

Undercover High School {언더커버하이스쿨} (2025)


 Ulusal istihbarat servisinin başarılı ama biraz g.tüyle dağları deviren 5 ajanının oluşturduğu ekibimize yeni ve zorlu bir görev veriliyor. Son kral Gojong'un  kayıp altınlarını bulabilmek için neredeyse 100 yıllık bir geçmişi olan Byeongmun Lisesi'nin bilmecelerini ve onca yıldır sahibi olan ailenin sırlarını çözmeleri gerekiyor. E haliyle gündüz gözüyle okula dalıp altınlar nerede diye soramayacakları için bir okula sızmaya karar veriyorlar. Ama öğretmen kılığında değil nedense, akıllarına ilk gelen fikir o olmuyor. Öğrenci olarak içlerinden birini okula sokuyorlar. Ekibin en aksiyonu bol üyesi Jung Hae Song'u lise öğrencisi kılığına sokuyorlar. Hae Song okulda bir yandan derslerle ve diğer öğrencilerle uğraşmaya çalışırken bir yandan da gizemleri çözmeye çalışıyor. Tabi bu sırada ondan şüphelenen tarih öğretmeni Oh Su Ah ile de uğraşmak zorunda kalıyor.


Undercover High School böyle tanıdık bir konuya sahip, 12 bölümlük bir Güney Kore dizisi. 21 Şubat ile 29 Mart arasında yaklaşık birer saatlik bölümler şeklinde yayınlandı MBC kanalında, şimdilerde sanırım Amazon Prime'dan izlenebiliyor. Konusu, dediğim gibi, daha önce duymadığımız izlemediğimiz bir şey değil. Hatta oldukça da sevdiğim bir konu. Sevmek derken izlemekten keyif aldığım bir konu çünkü daha önce izlediğim bu tür hikayeler hep komik ve alabildiğine eğlenceliydi. Yıllar yıllar evvel Johnny (Depp) ile ilk tanışma zamanlarımda tüm diskografisini izlemeye çalışırken en başlarda gördüğüm bir dizisi vardı: 21 Jump Street. O dizide Johnny'nin de dahil olduğu polis ekibi liseye öğrenci kılığında sızmıştı. Tüm dizi bu şekilde ilerliyordu. Bir süre izlemiştim sanırım ama kaç bölüm izledim, nereye kadar ilerledim hiç hatırlayamıyorum. 102 bölüme sahip dizinin 82 bölümünde oynadığı için Johnny, o zamanlar sadece onu izlemeye çalışıyordum ama emin de değilim. Zamanında yani 1987'de bu dizi o kadar tutulmuş ki dizide hiç oynamak istemeyen Johhny habire saçma sapan şeyler yapmış sette. Neyse maziye dalmayalım. Yıllar sonra tabiki yapacak yeni bir şeyler bulamayan tv-sinema dünyası bu diziyi hatırlayarak aynı isimde bir film yapmaya karar vermişti. 2012'de aynı isimli komedi filminde Jonah Hill ve Channing Tatum bir liseye öğrenci kılığında giriyorlardı. İzlemiştim tabiki, eğlenceliydi. Ayrıca 87'deki dizinin birçok oyuncusu da filmde görünmüştü. Bu film o kadar eğlenceli olunca dayanamadılar, 22 Jump Street diye bir ikincisini yaptılar 2014'te. Bu sefer haliyle ortam üniversiteydi. Bu konudaki ama asıl sevdiğim film 1999 yapımı Never Been Kissed. Drew Barrymore bir makale yazmak için lise öğrencisi kılığına giren bir gazeteciyi canlandırıyordu. Çok sevimli bir filmdi.


Buradaki hikayemiz ise hollywoodun tamamen komedik ya da çoğunlukla romantik öğelerle süslenmiş bu kılık değiştirme-casusluk etme türündeki hikayelerin hepsini birleştirip, ortaya karışık bir şey yapıyor. Öncelikle mekanımız içinde bir dolu hayalet ve lanet efsaneleri dolu bir 100 yıllık okul. Ki sanırım bu, dizinin en sevdiğim kısmı olabilirdi eğer bir diğer yönü olmasaydı. O yönü de bir lise içindeki öğrencilerin hayatlarına dair hikayelerdi. O yaşta, liseye gitmekle, ailelerle, derslerle, gelecekle ve en kötüsü yaşıtlarının zorbalığıyla mücadele etmek zorunda olan gençlerin ayrı ayrı hikayelerini bize anlatması çok başarılıydı dizinin. Bu bireysel hikayeleri başrol karakterimiz Hae Song'un müdahaleleriyle keşfedip, çözüme kavuşmalarını izlemek çok güzeldi. Bu yan hikayelerin ana suç çözme hikayesinin ilerlemesindeki payları güzel düşünülmüş detaylardı. Her ne kadar bu ana hikayemiz biraz fazla inandırıcılıktan uzak olsa da.


Bu noktada da dizi absürtlük tarafına eğiliyordu daha çok. Komedinin çoğu saçma durumlardan ve abartılı tepkilerden ileri gelse de bir şekilde yenilebiliyor. Okul öğrencileri hikayenin dramatik tarafını oluştururken, ajan ekibimizin üyeleri ve onların maceraları da komedik yönünü oluşturuyor. Ama dediğim gibi bir de okulun korkunçlu tarafı var. Ajanımız Hae Song'un tarih öğretmeni ve diğer öğrenci arkadaşlarıyla birlikte bu efsanelerin ardından gerçekleri ve bilmeceleri çözmeye çalışmaları da hikayenin gizem ve macera yönünü oluşturuyor. Tabi bir de her kore dizisinin olmazsa olmazı, çocuklukta tanışmış olan başrol romantik çiftimiz ile başrolümüzün muhakkak çocukluğunda yaşadığı ebeveyn sorunlu travmaları var.

Ama bu hikayeler içinde bana bir de bu sene ikinci kere (aslında birinci kere olması lazım çünkü bu diziyi yılın başında izledim, geçen anlattığım Ms.Incognito'yu yılın sonunda izledim) bir kötü karakteri ayakta alkışlattıran bir kötülük hikayesi oldu ki Kim Shin Rok'u son birkaç senede neredeyse her gün bir dizide izliyor olmama rağmen yine de her seferinde ağzım açık kalıyor. Bu dizide inanılmaz derecede mükemmel bir kötüyü oynayan bu kadın, üniversite coğrafya okuduktan sonra gitmiş yüksek lisansını oyunculukta yapmış ve daha oynadığı 3.dizide (Beyond Evil, şurada anlatmıştım) beni kendine hayran bırakmıştı. Ve tabiki hayatta umutla dolmak için sebepler veriyor bu haliyle.

Başrolümüz Seo Kang Joon'un aşkına izlemiş gibi görünüyor tüm seyirciler ama bence o sadece pastanın pek lezzetli kremasıymış gibi geliyordu bana. Evet daha önce kendisini izlediğim dizilerde vaay ne hoş adam ama demiştim. Zaten bu dizi dışında hepi topu iki yerde izlemiştim (Birisi kalbimi bıraktığım When The Weather is Fine). Ama hiç buradaki kadar cilalanmış halde izlemediğimden burada her göründüğü sahnede gözlerimin kamaşmasına engel olamadım (hakikaten heykel gibi adam). Ama diğer başrol, tarih öğretmenimizi canlandıran Jin Ki Joo'ya dizi boyunca katlanmışım gibi hissettim. Yani kız çirkin değil, kötü bir oyuncu hiç değil. Aksine komedi zamanlaması, duyguları yansıtması, mimikleri her şeyi çok iyi ve belli ki gerçekten yetenekli bir oyuncu. Ama bir şeyler eksik. Bir hikayeyi taşıyacak, başrolü olacak bir oyuncuda insanın hissetmesi gereken şeyleri geçiremiyor ekrandan. Bir eksik bir şeyler var. Bir pırıltı mı denir, ne denirse işte o yok. Mesela o da Bilgisayar Mühendisliği ve Gazetecilik bölümlerinde çift anadal yaparak mezun olmuş üniversiteden (böyle bir şey yapılabiliyor mu ya?). Samsung'da çalışmış (büyük ihtimalle mühendis olarak), ardından bir tv kanalında muhabir olarak çalışmış. Sonra da tutmuş bir mankenlik yarışmasında derece alıp, oyunculuğa başlamış. Ama yani ne yalan söyleyeyim, hiç ne manken havası, ne güzellik derecesi alacak havası var. Dediğim gibi çirkin değil ama güzel de değil. Bir parıltı yok yani kızda.

Bu yönlerinin dışında dizi o kadar da ciddiye alınacak tarzda değil, anlamışsınızdır. Hemen hemen hiçbir yerinde mantık aramaya gerek olmuyor, çünkü yok. Polisiye hikayenin çözümü ve dahası ilerlemesi sıfır mantık barındırdığından zaten oraya çok da takılmamak gerekiyor. Ama diğer tüm yönleriyle güzel minik minik hikayeler anlatıyor ve gülümseyerek izleyebiliyorsunuz.

28 Nisan 2020 Salı

When The Weather Is Fine {날씨가 좋으면 찾아가겠어요} (2020) : Kalbimde

Günün birinde artık canına tak eder Mok Hae Won'un (esas kızımız). Seul'de cello öğretmeni olarak çalıştığı yalnız ve mutsuz hayatından, büyük şehrin ikiyüzlü ve çıkarcı insanlarından kaçıp, bavulunu toplar, cep telefonunu bir çukura gömer ve yıllardır doğru dürüst görmediği köyüne/kasabasına gelir. Kışın ortasıdır, tıpkı Mok Hae Won'un kalbi gibi tüm doğa da buz tutmuş haldedir. Dağlarının arasından deresi akan, herkesin birbirini tanıdığı, haberlerin öğlen olmadan bir uçtan öbür uca herkes tarafından öğrenildiği, çocukların bisikletle tarlalar arasından yol alarak okula gittiği, hava buz gibi olsa da bir araya geldiklerinde ortamı soba yanmışçasına sımsıcak yapan insanların olduğu kendi halinde bir köydür burası. Oysa Mok Hae Won'un burada yaşadığı dönemden çok da güzel hatıraları yoktur aklında. Sorunlu geçmişinin yükünü taşımıştır hep. Şimdi de azıcık deli, yıllardır kendi içine kapanmış, eski-yazar teyzesinin yaşadığı eve geri döner. Üşüyen ruhunun bu kış günlerinde, bu sımsıcak kasabada buzlarının çözüleceğini tahmin bile etmez.
Mok Hae Won'un dönüşü ile bu küçük kasabadaki bir yalnız ruh daha kabuğundan çıkmaya başlar. Im Eun Seob (esas oğlanımız), kendini bildi bileli esas kızımıza aşıktır. Ama hiç sesi çıkmamış, hiç gık dememiş, senelerce onun 3-5 gün gelip, gitmesini izlemiştir. Artık bir kitapçısı vardır Lim Eun Seob'un, kendi halinde, uykusuzluğuna çare kitaplarıyla birlikte yaşamaktadır. Ama bu kış, her şey değişmeye başlar. Bahar gelene, havalar güzelleşene kadar hem esas kızımız ve oğlanımız, hem de bu sevimli köyün sevimli insanları güzel bir hikayeye başlarlar.
Allahıııım ben ne izledim? Ben böyle ne güzel bir şey izledim? Böyle bir hikayeyi kim yazdı, kimin aklına geldi, hangi akıllar böyle cümleler kurdu, hangi eller böyle güzel görüntüler çekti, o oyuncular nasıl o kadar şahane şeyler yapabildiler? Nasıl anlatacağımı bilemedim. Şurayı açıp, yeni post sayfasına "çok sevdim çok güzel" yazıp, kaldım bir süre. Ne diyeceğimi, ne yazacağımı bilemedim. Çünkü 8 hafta boyunca ben böyle öyle bir hikaye izledim ki...

Ama ayıptır böyle güzel kitapçı mı olur?
Ama sizi yerim kitap kulübü

Dizinin tam ismi, Hangul ile yazımından birebir çevirmeye çalışırsak "If the weather is good, I will go" oluyor. Yani hikayenin ilk başta söz verdiği giriş-gelişme-sonucu çok açık bir şekilde söylüyor. Esas kızımız havaların en kötü, kışın bastırmaya başladığı bir dönemde hikayemize düşüyor ve bahar geldiğinde, havalar düzeldiğinde geri dönecek, hikayesi bitecek. Bu şekilde 24 Şubat'ta başlayıp, 21 Nisan'da biten dizi Güney Kore'nin jTBC kanalında yayınlandı. Lee Do Woo Yi isimli Güney Koreli bir yazarın 2018 tarihli aynı isimli romanından uyarlanmış. Dizinin de kKonusunu iyileşme, affetme gibi gibi şeyler yazıyorlar hep web sitelerinde ama o iyileşme ya da affetme, kabullenme gibi temalarından çok gösterdiği, anlattığı karakterler için, onların birbirlerine ifade ettikleri şeyler için, bir araya geldiklerinde oluşan o şahane mutluluk hissi için izledim ben. Zaman zaman Northern Exposure hissi verdi, ara ara fonda çalan melodileri bile Cicely sokaklarında dolaşıyormuşum gibiydi. Böyle küçük bir kasabada, dağların arasında sıcacık bir kitapçıda olmayı sevdim ben dizi boyunca. Lim Eun Seob gibi bir karakterin oluşunu sevdim. Sıcak değil ama böyle tam da ılık hissi veren o karakteri. Böyle çok üşümüşüm de, ikimizin üstünde de buz tutmuş montlar var ama sarılıp, onun montuna gömüldüğümde hoş bir ılıklık kaplıyor içimi gibi. Aslında "ılık" kelimesini kullanınca hiç de anlatmaya çalıştığım hissi vermiyor. "Warm" demek istiyorum, warm tam olarak bu duygunun hali. Hani çıplak elle kartopu oynadıktan sonra eve koşturur, musluğu açarsınız da o su, o kışın buz gibi aktığını bildiğiniz su ılık ılık gelir ya elinize. Hah işte o his. O hiçbir şey beklemeksizin kendi kendine sevmesini, değişik yaşlardan değişik karakterlerde insanlardan bir kitap kulübü oluşturup, her hafta o kahve kokulu kitapçıda birbirlerine güzel hikayeler anlatmalarını, şiirler okumalarını sevdim. Minik Seung Ho ile büyükbabasını sevdim, annesinin eczanesinden büyükbabaya malzeme aşıran Hyun Ji'yi sevdim, küçük bir kasabada hiç mutsuz olmadan dünyayı düşleyen Soo Jung'u sevdim, her bir duygusunu kocaman kocaman bağıra çağıra yaşayan şıpsevdi Lim Hwi'yi sevdim, sevimli ama ısrarlı satıcı Tae Hyung'u sevdim. Ve bizimki gibi bir dünyada, böylesi bir çağda herkesin burun kıvırdığı bir hayatı kendisinin asıl mutluluğu olduğu için tercih etmiş olan ve yüzünde kocaman bir gülümseme ile yaşayan Jang Woo'yu sevdim.

Ahh bu sahne...

Sessiz sessiz, yavaş yavaş ilerleyen bir hikayeydi bu. Önce batıran fırtınalı yağmurlarla başlayan, sonra her yeri kaplayan karların altında devam eden, adım adım ısınan hava ile çözülen bir hikaye. Normalde kış mevsiminin soğukluğu ile karakterlerin soğukluğunu özdeşleştiriyor gibi görünse de aslında bu hikayede kış mevsimi içinden hiç çıkmak istemeyeceğimiz bir masal diyarına dönüşüyor. Kış bastırmışken, kar lapa lapa yağarken hep birlikte sobanın üstünde bir şeyler pişirip, birbirimize hikayeler anlatıyoruz. Aslında en ısındığımız zaman oluyor böylece kış mevsimi bu hikayede. Baharın gelişi diğer hikayelerde mutluluk gibi görünürken, bu hikayede havanın ısınması, baharın geliyor olması üzücü bir şeye dönüşüyor, en başta bize söz verilen bu çünkü, bahar gelince her şey bitecek. O yüzden kış hiç bitmesin, hava hiç ısınmasın istiyoruz.


Dizi boyunca bu şahane hikayelerin içinde güzelim alıntılar da yer aldı hep. Kitaplardan cümleler, eski halk öyküleri, şiirler hikayeyle bütünleşip, önümüzden akıp gitti. Bir de her bölümün sonunda esas oğlanımızın geceleri gizli gizli yazdığı blog postları vardı. Çoğu zaman o bölümün içinde izlediğimiz şeyleri bir de karakterin gözünden dinliyor olduğumuz için tebessüm ettiriyordu ama bazen de içimizi acıtıyordu. Bu kitap ve şiir alıntılarını KoreanDramaland'de bir güzel toparlamışlar mesela, bakabilirsiniz. Bölüm isimleri bile pek güzel ya (wikide var).
Off şimdi de yazıyı nasıl bitireceğimi bilmiyorum.


Eh bir de o güzelim müzikleri de bırakayım şuraya da.

My Dearest Nemesis {그놈은 흑염룡 } (2025)

 Baek Su Jeong kızımız liseye gidiyor. Küçük erkek kardeşi ve elektrikçi babası ile yaşıyor ve annesinin küçükken kaybettiklerinden okulda f...