14 Aralık 2019 Cumartesi

Always Be My Maybe (2019)

Yalan yok, Keanu Reeves için izledim bu filmi. Filmi açarkenki düşüncem bu değildi ama eninde sonunda, ekranda o böyle azıcık bile belirdiği anda, öyle oluverdi. Ama bu durum bence tamamen filmin suçu. Filmi yazan Michael Golamco, Randall Park ve Ali Wong'un başarısızlığı. Tabi bence. Övünmek istemiyorum ama (zaten bu övünülecek de bir şey mi emin değilim) hemen hemen bir romantik-komedi uzmanı sayılırım artık. Çok uzun yıllarımı verdim bu işe (tüm gençliğimi, ergenliğimi diyelim :D). Bu yüzden de eğer bir romantik komedi beni ekranın başında sabit oturtamıyor, kalkıp kulağım filmde ellerim ev işlerini yapmakla uğraşıyor hale getiriyorsa bir sorun vardır diyebilirim rahatlıkla o senaryoda. Filmi ilk gördüğümde ooo bir tane daha (rom-com) diyerek listeme atmıştım mesela. Aman yarabbi Keanu da var, demiştim hatta. Sonra ertelemeye başladım (bu çocukluk kankaları-ilk aşk-uzun yıllar görüşmeme falan konsepti bana zararlı çocuklar, fellik fellik kaçıyorum artık ne travması derseniz) ama oradan buradan habire karşıma çıktı. Tamam artık izleyeyim dedim en sonunda. İzlerken ve izledikten sonra da filmle ilgili tek iyi şeyin Keanu olduğunu söylüyorsam, evet sorun var.
Halbuki gayet güzel bir şekilde yola çıkmış Ali Wong isimli ablamız. Kendisi baya meşhur bir stand-upçı, komedyen falan Amerika'da. Bu son yıllarda yükselen trendlerden biri olan "şahlanan Asyalılar" olayına kaptırıp, San Francisco'dan bir Asyalı-Amerikalı mahalle hikayesi yaratmış gibi duruyor bu filmde. Yanlış bilmiyorsam dünyanın en büyük/kalabalık Çin mahallesi de San Francisco'da zaten. Bitişik iki evde yaşayan Sasha ve Marcus, lise bitene kadar hep birlikteler. Önceleri çok iyi birer dost olan bu ikiliden Sasha'nın ailesi tüm vakitlerini dükkanda geçirdiği için Sasha da aslında Marcusların evinde büyüyor. Marcus'u annesi babası daha çok ebeveynlik ediyor yani bir anlamda Sasha'ya. Hep kanka olarak takılan bu ikili en son liseyi bitirirlerken olaylar gelişiyor ve bir gece birlikte oluyorlar, ardından da birbirlerine çok ağır laflar edip, kavga ediyorlar. Sonrasında 16 yıl bir daha hiç görüşmüyorlar. Bunca yılın ardından iş için Sasha mahalleye geri dönüyor ve defterler yeniden açılıyor.
Başrollerimiz Sasha ve Marcus'u oynayan iki oyuncu aynı zamanda senaryoyu da yazan üç kişiden ikisi. Bu yüzden bu iki karakter arasındaki tüm sahneler, diyaloglar, her şeyleri çok doğal ve çok iyiydi, su gibi akıp aynı zamanda acayip de eğlendiriyordu. İkisinin ailesi de çok iyi yazılmıştı (zaten Asya dizisi falan izlediyseniz bilirsiniz, her şey çöp olsa bile hikayelerin insanlarını, karakterlerin insaniliklerini çok iyi anlatır, çok iyi aktarır Asyalılar. Amerika'da doğmuş, büyümüş olsalar da bunlar da öyle yapmış görünüyor). Ama hikaye ilginç görünmesine rağmen, filmin daha ilk 10 dakikasında sıkıldım. Bu Netflix filmlerinin hemen hemen hepsinde böyle oluyorum ben ya. Böyle bir sessizlik, bir durağanlık var. En aksiyonlusu da olsa bir ses problemi var. Çoğunu 10-15 dakikadan fazla izleyemedim. Bu filmde de kapatmak yerine dedim Keanu gelene kadar sabret, açık bırakıp iş yapmaya koyuldum, çamaşırları astım, etrafı topladım, yemek yaptım. Neyse ki Keanu çabuk geliyor. Baya da duruyor, öyle bir görünüp kaybolma da değil. O gelince oturdum önüne, hakikaten de çok eğlendim. O kısımları da iyi yazmışlar, haklarını teslim etmem gerek. Gerçi Keanu baya bir doğaçlamaya girişmiş ama olsun.
Şuna nasıl katılıyorum, filmle ilgili hislerimi özetliyor.
Ama işte, film bir şekilde habire sıkıcılaşıyor. En azından bana öyle geldi. Belki siz izleyip bayılmış da olabilirsiniz. Ama sıkıcı ya. Öyle parladığı, sürüklediği, tam bir rom-com olarak eğlendirdiği, keyif verdiği çok az yer var. Genelde baktığınızda vakit kaybı gibi görünüyor insana. Halbuki yeni bir şey söyleme amacı gütmese bile yeni bir bakış açısı sağlama vaadiyle ortaya çıkıyor gibi duruyor. Asyalı bir kültürden, daha 21.yy. bir bakışı. Böyle klişe bir durumda - çocukluk kankaları-aşkları, birbirine açılamama, ayrı dünyalara doğru büyüme - bile o klişeleri son on yılın kültürüyle ters yüz ederek ilerliyor. Filmin sonunda ikisini de anlayabiliyoruz, ikisinin de kişiliklerine hak verebiliyoruz. İnsanın her zaman bir "maybe"sinin olmasının nasıl olduğunu biliyoruz, özellikle günün birinde artık o "maybe"nin bile kalmadığını fark ettiğimiz derin kuyumuzda yaşıyorsak. Ama bunları sadece travmalarımız olduğu için anlayabiliyoruz. Çünkü film o kadar da veremiyor bunları. Aslında durduğu tek bir yer bile yok gibi görünüyor ama kocaman bir karnaval gibi de gelmiyor düşündüğünüzde.
Ne bileyim belki artık benden geçmiştir romantik komedicilik. Hiçbir şeyi beğenmiyorumdur. En iyisi gidip bininci kez Point Break izleyeyim ben.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

So many books, so little time

Mesela.  En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk ...