(EgoistOkur'daki "Göster Yüzünü Ey Aşk" kitabının incelemesi olan Aşk Sandığımız Şey Kurguladığımız Öykülerden İbaret Olabilir Mi? isimli yazıdan, okuyup da seçtiğim yerler şimdi okuyacaklarınız. Gülenay Börekçi'nin yazısının tamamı için : Egoistokur)
Ama belki de hakikaten vardır aşk diye bir şey. Sadece biz onu yanlış herlerde aradığımız için bir türlü bulamıyoruzdur. Benim gibi kafası bu konuda hep karışık olanlardansanız, bilirsiniz… Bazen, âşıkken kendinizi bir labirentte kaybolmuş hissedersiniz. Ve yanınızda her şeyi çözmüş bilge biri olsun istersiniz. Kafanızı karıştıran şeyleri sorabilmek için…
(...)
Çözemediğim şeyler var… Mesela şu: Onca insan dururken niçin belirli birine çekim duyuyor hatta âşık oluyorum? Üstelik ortada mantıklı görünen hiçbir sebep yokken… Peki ya aşka dair temel yanılgılarım? Niçin ha bire duvara çarpıyorum? “Sevgi emektir” sözüne metelik vermeyişim tembelliğimden mi kaynaklanıyor, yoksa korkularımdan mı? Korkularımın dibinde ne gizli? Kimi zaman içimden bana hiç benzemeyen kötücül biri, ahenk bozmaya bayılan fırtınalı bir başka karakter çıkmasını neyle açıklayabilirim? En önemlisi ben aşkta mutluluğu nasıl bulacağım?
Bu türden soruların zihnime üşüştüğü zamanlarda istiyorum ki yanımda aşka dair her şeyi çözmüş bilge biri olsun ve ben ona uzun uzun sorayım. Kafamı karıştıranları, zihnimi bulandıranları, içinden bir türlü çıkamadığım labirentin bir çıkış kapısı olup olmadığını… Sağduyum, “olmaz öyle şey” diyor. “Bütün bu sorulara cevap verebilecek biri yok, kimse o kadar akıllı ve bilge değil.”
(...)
Gerçi finalde hepsinin vardığı nokta aynı: Aşk, kendi kişisel gelişimimizi tamamlamak için bize sunulan bir yol aslında. Ama değişmeyi, yaralarımızı iyileştirmeyi, korkularımızla mücadele etmeyi ve tek başımıza ayakta durabilmeyi başaramadığımız sürece bize mutluluk getirmesi mümkün değil. Çünkü o zaman Helen Fischer’ın söylediği gibi, kokainden bir farkı kalmıyor. “Romantik aşk, bir bağımlılık türü” diyor Fischer. “Kokain sarhoşluğuna benziyor ama daha şiddetli. Yani karasevda yaşayanlar bir insana değil, uyuşturucuların getirdiğine benzer bir yükselişe tutuluyor. Bağımlılık dirence sebep oluyor. Aynı etkinin yaratılması için de sürekli doz artışı gerekiyor.”
Öyleyse ne olacak; aşksız mı yaşayacağız? Gerekirse evet. En azından bir süre için. Irvin Yalom haklı çünkü: “Ayakta kalabilmek için birine yaslanmak, daha doğrusu bir başkasını doktor niyetine kullanmak sağlıklı değildir. Yani eğer yaralıysanız, tek kanadınız varsa, ilişkinizi bir an önce bitirip yaralarınızı iyileştirmelisiniz. Çünkü iki yaralı kanat bir sağlam kanat etmez.”
Başa, “Aşkta mutluluğu nasıl bulacağım?” sorusuna dönersek… Erten’in konuştuğu ilişki terapisti Premartha şöyle diyor: “Yanan bir evdeyseniz, yoldan geçen birine ‘Çıkışı nasıl bulururum?’ diye sormaz, koşmaya başlarsınız. ‘Nasıl?’ diye başlayan sorular, meseleyi çözmeye niyetimiz olmadığını, çünkü hayatın sonsuza dek süreceğine inandığımızı gösterir. İşte o zaman hayat, ‘Nasıl ıskaladım?’ sorusuyla biter.”
(...)
En ünlü aile dizimi terapistlerinden Svagito R. Liebermeister, “Kadının doğru erkeği araması, aslında kendine daha iyi baba olacak kişiyi aramasıdır” diyor. Ona göre, hayatımızdaki en önemli ilişki annemizle olan ilişkimiz. Çünkü hayatta ilişkiye girdiğimiz ilk insan o. Dolayısıyla onunla huzurlu olmamız, başkalarıyla kuracağımız ilişkiler için temel teşkil ediyor. Aksi takdirde, çocukluğumuzda annemizden alamadığımız şeyleri başkalarından almak için “aşk” adını verdiğimiz ve hep sıkıntılı bir şekilde sonlanan ilişkiler kurmaya başlıyoruz. Ayrıca bir kadının “bir erkeğin kadını” olarak varolabilmesi için, kadın tarafıyla, yani annesiyle huzur içinde olması gerekiyor. Ancak o zaman kadınlığıyla barışabiliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder