31 Mart 2013 Pazar

Sherlock Holmes : Gerçekler Kanıt İster

Martı Yayınları'nın oldukça titiz ve güzel bir şekilde hazırlayıp yayınladığı bu 5 kitaplık Sherlock Holmes serisinin 4. kitabı "Gerçekler Kanıt İster"i, ilk kitap "Akıl Oyunlarının Gölgesinde"yi okumamın üzerinden 7 ay geçtikten sonra ancak okuyabildim. Kütüphaneye ne kadar çabuk gelirse ben de o kadar çabuk okuyabiliyorum, yapacak bir şey yok.
Daha önce bahsetmiştim; Sir Arthur Conan Doyle Sherlock külliyatı olarak elimize 4 roman + 5 kitaplık seri bırakmış durumda. BBC dizisinin de etkisiyle son yıllarda canlanan Sherlock sevgimiz sayesinde şu an kitapçılara şöyle bakınsanız eliniz yüz tane Sherlock kitabına değecek duruma gelmiş halde. Bu yüzden bence en mantıklısı Conan Doyle'un sırasını takip edip, kafayı çok karıştırmadan okumaya çalışmak. İyice tarih sırasını zorlayın demiyorum ama kitaplar ve basımlar arasında ayrım yapmanız güzel olur hani.
Misal ben bu sebeple daha önce de verdiğim bu listeye göre hikayeleri takip etmeye çalışıyorum. Öncelikli olarak Martı Yayınları'nın basımlarından hikayelerin oluşturduğu 5 kitaplık seriyi okumaya çalışıyorum. Arada, rastladıklarım arasından da 4 romanı okumaya çalıştım.
-A Study In Scarlet
-The Sign of The Four
*The Adventures of Sherlock Holmes
*The Memoirs of Sherlock Holmes
-The Hound of The Baskervilles
*The Return of Sherlock Holmes
-The Valley of Fear
*His Last Bow
*The Case Book of Sherlock Holmes

http://www.angelfire.com/ks/landzastanza/publication.html buradaki listede her bir hikayenin ne zaman nereden yayınlandığı, olayın geçtiği tarih ve hikayenin anlatıcısı detaylı bir şekilde gösterilmiş. Martı'nın 4.kitabı "Gerçekler Kanıt İster"in son hikayesi orijinal adıyla "His Last Bow", kitapta çevrilmiş adıyla "Perde Kapanıyor"a kadar hep Watson'dan dinliyoruz olayları. 1914'te I.Dünya Savaşı başlangıcında geçen hikayeyi üçüncü kişi anlatımıyla aktarmayı seçmiş Conan Doyle. Olaylara değişik bir bakış açısı getiriyor gibi dursa da bu anlatım, esasında Watson'ın anlatmasıyla aynı gibi. Hatta Watson daha canlı daha samimi bir şekilde anlatıyor maceraları. Conan Doyle iyi ki en baştan Watson'lı anlatımı seçmiş dedirtiyor. Ha bu arada sonraki maceralardan bazılarında Sherlock'un ağzından dinleyeceğiz her şeyi, onu da merak ediyorum oldukça.

Bu kitabın içerdiği hikayelerin çevirilmiş halleri şöyle bu arada:


  • İkinci Lekenin Esrarı
  • Wisteria Köşkü
  • Karton Kutu
  • kızılçember
  • bruce partington planları
  • kara dedektif ölüm döşeğinde
  • leydi francis carfax'ın kayboluşu
  • şeytan ayağı
  • perde kapanıyor
  • sherlock holmes'tan bir son söz


Martı'nın serisinde son bir kitap kaldı yayınlanmış, "Aklın Şüphesi Suçun Gerçeğidir" adını verdikleri son kitap da çıkmış olduğuna göre ben bundan sonra onun da kütüphaneye gelmesini bekleyeceğim. Sizin böyle bir imkanınız yoksa Idefix'te mesela 5 kitap takım halinde %25 indirimli satılıyor şu aralar. Benim okumadığım bir Sherlock romanı kaldı "A Study In Scarlet". Hem onun peşinde hem de Arthur Conan Doyle Vakfı'nın 125 yıllık tarihinde ilk kez onayladığı yeni  bir Sherlock Holmes macerası olan, Adam Horowitz'in İpek Evi'ni kovalıyor olacağım (Onu da İthaki basmış, şahane oluyor bu İthaki'nin kitapları).
-Sevgili dostum Watson, Albay Carruthers'i içeri tıktığımızdan bu yana nasıl sıkıldığımı biliyorsun. Zihnim, yapması gereken işe koşulmamış bir hız makinesi gibi paramparça oluyor.Hayat çok sıradan; gazeteler çok renksiz; cesaret ve aşk, suç dünyasını çoktan terk etmiş gibi sanki. O halde ne kadar basit olursa olsun yeni bir meseleye atılıp atılmayacağımı sorman anlamsız değil mi? (Wisteria Köşkü'nden)

"Bunun anlamı nedir, Watson?" dedi Holmes, mektubu okumayı bitirince. "Bu umutsuzluk, şiddet ve korku çemberi ne amaca hizmet ediyor? Bunun mutlaka bir amacı olmalı; yoksa evrenimiz tesadüflerle yönetiliyor demektir, ki bu da mümkün olamaz. Peki ama nasıl bir amaç? Tekrar tekrar karşımıza çıkan bu soru karşısında insan aklı o kadar aciz ki." (Karton Kutu'dan)

27 Mart 2013 Çarşamba

“Look around, Ted—you’re all alone,”

“Everyone, at some point in their lives, wakes up in the middle of the night with the feeling that they are all alone in the world, and that nobody loves them now and that nobody will ever love them, and that they will never have a decent night's sleep again and will spend their lives wandering blearily around a loveless landscape, hoping desperately that their circumstances will improve, but suspecting, in their heart of hearts, that they will remain unloved forever. The best thing to do in these circumstances is to wake somebody else up, so that they can feel this way, too.” [Lemony Snicket]

24 Mart 2013 Pazar

Bir çirkin ördek yavrusu masalı, 1995'ten "Sabrina"

Ben çok sıkı bir "Bir İstanbul Masalı" izleyicisiydim zamanında. Ergenliğin yanında getirdiklerinden işte, çirkin ördek yavrusunun prensese dönüşüp, hem beyaz atlı prensini hem de onun beyaz at arabalı abisini kendine aşık ettiği pembe diziden hallice bir masalı bünye her türlü izlemek istiyor.
O yüzden öğrendiğimden beridir dizinin malzemesini nereden aşırdıklarını, izlemek istiyordum Sabrina'yı. Benim haberimin olduğu Sabrina tabiki bu 1995 yapımı Sydney Pollock filmiydi. Sonunda dönüş yolumda, uçakta izleyebildim onca sarsıntının, arkamdakinin her sarsılışımızda okuduğu duaların arasında.
Kinnear-Ormond-Ford
Hikayeyi az çok biliyorsunuzdur. Zengin mi zengin bir malikanenin, Larrabeelerin hizmetçileri, bahçıvanları ve şöforleriyle birlikte türlü türlü çalışanıyla masal gibi bir hayatları vardır. Bu masalın kıyısında köşesinde dolanan da bir Sabrina Fairchild vardır, şöforün ufak tefek sevimli kızı. Larrabeelerin iki oğluyla birlikte büyümüştür Sabrina, hem yanlarında hem de bir o kadar uzak onların yaşamından. Linus büyük kardeştir, akıllı uslu, işleri çekip çeviren, hep mantığıyla hareket eden. David de küçük kardeş; haylaz, hovarda, çapkın, gününü gün eden, kalbi nereye çekerse oraya giden. Zavallı Sabrinacığımız işte bu David'e aşık büyümüştür, onun o pırıltısına kapılmıştır her genç kız gibi. Hep bir gün gelip de Larrabeelerin o ışıl ışıl balolarından birine bir kuğu misali salınarak gideceğini ve David'in kendisine aşık olacağını hayal eder durur.
Bogart-Hepburn-Holden
Hayat - ve de romantik film mecburiyeti - bu ya, Sabrina okul bitince Larrabeelerin ayarladığı bir staj-iş bularak Paris'e gider. Orada, bir moda dergisinde çalışıp, moda editörleriyle fotoğrafçılarla arkadaşlık etmesinin sonucunda da o hep düşlediği kuğuya dönüşüverir. Geri döner evine, benim hala anlamadığım bir şekilde. Hayır yani sen o kadar şahane bir iş bulmuşsun Paris'te, Paris'te yani yanlış anlamayın, oha yani Paris'te. Düzenini kurmuşsun, üstüne başına bir güzel çeki düzen vermişsin fıstık gibi de görünüyorsun. Daha ne demeye dönüyorsun o malikaneye? Aklından zorun ne? Ne diyordum? Hah, döner Sabrina eve ve o peri masalı birazcık şaşırtmacalarla yaşanır.
Ormond'ın 1995'te giydiği şahane elbise
Sabrina esasında 1953'te Broadway'de oynanmış bir müzikalmiş efendim, Samuel A.Taylor yazmış "Sabrina Fair" koyarak adını oyunun. Hemen ertesi sene de Audrey Hepburn'lü Humphrey Bogart'lı bir Billy Wilder filmi yapılmış. Benim izlediğim 1995 yapımı film işte bu 1954 yapımının yeniden çevrimiymiş meğerse.
Öyle olunca ister istemez hem ilk filmdeki hem de benim izlediğimdekilerle bizim pembe dizideki oyuncuları karşılaştırırken buluyorum kendimi. Diyeceksiniz ilk filmi izlemedin nasıl karşılaştırabilirsin? Doğru, doğru ama o oyuncuları başka filmlerde izlemişliğim var, oradan yola çıkarak bir tahmin geliştiriyorum. Çok da güvenilir değil tabiki ama olsun.
Hepburn'ün 1954'teki Givenchy'si
Her iki Sabrina da minyon, oldukça zarif iki kadın tarafından canlandırılmış; Audrey Hepburn ve Julia Ormond. Ormond oldukça güzeldi Sabrina olarak, hem kırılgan, hem kendine güveni tam. Yalnız gördüğüm kadarıyla bu bol saç mevzuu bir Ormondla bizim Ahu Türkpençe'de varmış, Hepburn'ün filmin başlarında ufacık tepecik bir at kuyruğu var.
Linus olarak bence Harrison Ford iyi bir seçim, Humphrey Bogart bana çok sert gelir hep. Mehmet Aslantuğ ise zaten efsaneydi bence, gidip filmde o oynamalıydı diyeceğim ama o, o zamanlar Sıcak Saatler yapıyordu. Linus'ın hem en başında bize tam bir görev adamı, kalpsiz olmasa da mantıklı bir insan olarak görünmesi gerekiyor hem de bir parça karizma ve çekiciliği olması gerekiyor ki sonunda Sabrina'yla birlikte biz de kendimizi ona aşık olmuş bulalım. Harrison Ford belki bu açıdan biraz üniversite profesörü havasında olduğundan oturmuyor role.
David'inse tam bir çapkın, parıltılar saçan bir yakışıklı, zengin aile çocuğu, şımarık delikanlı olması gerek. William Holden'ın oynarken nasıl olduğunu bilemiyorum da Greg Kinnear olmayan yakışıklılığını sanki sonsuz bir cazibesi varmışçasına yaptığı rolle kapatıyor birazcık. Zaman zaman komediye kaçan bir karakteri var tabi, bu da işe yarıyor. Ama bence iki David de görüntü olarak tatmin edici değil. Zaten Bogart ve Holden birlikte yaşlı durdukları gibi, Holden Bogart'tan daha büyük duruyor. Nerede o bizim Demir'imiz Ozan Güven.
Larrabee malikanesi - HookedonHouses'tan.
Sabrina, sinema tarihinin en güzel, en içten, sevimli ve ışıltılı romantik komedilerinden biri olarak görülüyor. Hem ilk uyarlamasıyla hem de yeniden çevrimiyle. Güzel bir akşamda izlenebilecek, gülümsetebilecek bir film. İster 1954 ister 1995 yapımını koyun izleyin, sonunda hep yavaş yavaş gelişen, büyümüş olgunlaşmış, mantıklı aşk kazanıyor.
Bir de tabi çirkin ördek yavruları hep kuğuya dönüşüyor.

23 Mart 2013 Cumartesi

Gizlenen Tarih : Kayıp Medeniyetler, Gizli Bilgiler ve Eskiçağın Sırları

Böyle kitaplara bayılırım. Tarihte yer edinmiş ilginç olayları, insanları, konuları derleyip toparlayıp anlatırlar. Hani bir film izlersiniz tvde denk gelip de, bir yerinde bir lanetli korsan hazinesinden bahseder, laf arasında gelir geçer. Ama sizde geçmez öyle kolay kolay, hadi bakalım neymiş bu diye arar durursunuz. Bu kitaplar işte bunun için biraz da. Aklımıza takılabilecek, duyduğumuz duymadığımız ilginç şeyler hakkında hap gibi bilgi edinelim diye.

Brian Haughton'ın hazırladığı derleme öylesine içerikli, detaylıca hazırlanmış bir kitap ki yeme de yanında yat bal dök yala türünden şeyler diyesim geliyor utanmasam. Önsöz ve Giriş'ten sonra 4 bölüme ayrılmış : 
1.Esrarengiz Yerler
2.Sırrı Açıklanamayan Belgeler ve Eşyalar
3.Esrarengiz Kişiler ve Topluluklar
4.Üzerinde Düşünülmesi Gereken Diğer Sırlar
Brian Haughton
Haughton esas olarak Nottingham ve Birmingham Üniversitelerinde arkeoloji eğitimi almış bir arkeolog ama tam zamanlı iş olarak kendine yazarlığı meslek edinmiş görünüyor. Antik uygarlıklar ve doğaüstü gelenekler, kültürler üzerine yazıyor kapsamlı olarak. http://brian-haughton.com/ kendi sitesinde de anlatıyor bunları ve kitaplarını.
Her bir konuyu önce bir film izliyormuşuz gibi anlatmaya başlıyor, dışarıdan bakan biri konuyu ilk nasıl duyar öğrenirse öyle öğrenmesini sağlıyor. Sonra başlıyor sırasıyla insanlar ne yaptı bu konuyla ilgili, onları söylüyor.  Her bir bilimsel araştırmayı gösteriyor o konuyla ilgili, sonuçlarını da söylüyor. Bunları böyle konuşur gibi bir havada anlatıyor ki sıkılıp kaçmayalım. En önemlisi de bu böyledir diye birşey söylemiyor, kim ne demiş ne yapmışsa gösteriyor ve sonunda belki ufak da olsa bir kendi düşüncesinin yönünü belirtiyor ki siz zaten o düşünceye gelene kadar kendi düşüncenizi oluşturmuş oluyorsunuz. Çoğu kez aslında herşeyin göründüğü gibi olmadığını anlıyoruz, genelde bilimsel bir açıklama edinmiş oluyoruz ama bazen de Haughton bizi o çocuksu hisle başbaşa bırakıyor "ya korsanların hazinesinin laneti gerçekse" diye.

Ankara'da öylesine bir kitap fuarı

Burası Ankara. Burada güzel birşey olmaz. Onu önceden söyleyeyim. O yüzden 7.si yapılan kitap fuarına da koşa koşa gidilmez. Zaten çok bir indirim de olmaz böyle senenin ortasında yapılan fuarda. Kütüphaneci Melek abla dedi bana önceki gün kütüphaneye uğradığımda. Kapıya afişi asmışlardı, tutup kolumdan gel bak sen seversin kitap fuarı varmış dedi gösterdi afişi. Önce bir sevindim, sonra önceki yıllardaki turlarımı hatırladım, sevincim geçti. Kütüphanedekileri de işyerindeki başka bir teyze haberdar etmiş. Hatta Melek ablanın dediğine göre o teyze de demiş ki şimdi ilk günlerinde gidip istediğin beğendiğin kitapları tespit edecek, son iki gününde gidip indirime girdiğinde alacakmışsın. Semt pazarı gibi yani, akşam hava kararmaya yakın gidip fiyatlar yerdeyken alacaksın meyveyi sebzeyi.


Charles Dickens'tan "Bir Noel Ezgisi"

kaynak: hermes kitap
Anlatmak için zamanı tutturamadım ama okumak için tutturmuştum. Aralık ayının sonuna yakın aldım ben elime Charles Dickens'ın "A Christmas Carol"ını. Türkçe'ye Bir Noel Ezgisi ya da Bir Noel Şarkısı gibi çeşitli şekillerde çevrilmiş kitap. Ben kütüphanedeki eski mi eski bir Oda Yayınları basımını okudum.
Bu, noel zamanlarından hani hep gruplar noele özel singlelar çıkarırlar şarkılar falan yaparlar oralarda, işte bu işin ilk başlatanı gibi birşey olmuş Dickens bu kitabı yazarak. 1843'te yayınlanan kitap için "novella" terimini kullanıyorlar. Novella - bana hep pembe dizi demekmiş gibi gelir nedense kelimeden herhalde - kısa bir hikayeden daha uzun ama tam anlamıyla bir roman kadar da olmayan yazıma verilen isim. Kitap da zaten kısacık, ince mi ince. Öyle oturup hemen bir iki saat içinde genişçe, acele etmeden okuyun sonra da gülümseyin diye yazılmış gibi.
The Pierpont Morgan Library, New York. MA 97.

kaynak: Southern Methodist University
Öyle gibi de, Dickens hakikaten hoşuma gitmeye başladı onu da demeden edemeyeceğim. Geçenlerde denemek için ilk Dickens'ımı elime almıştım; Büyük Umutlar'ı. Ve neredeyse aşık oluyordum o cümlelere, o anlatıma. Bir Noel Ezgisi de bunun üstüne güzel şeyler eklemiş oldu. Dickens okumak için 25-26 sene neden beklemişim hala kendime kızıyorum.
Bir Noel Ezgisi ile Dickens, Ebenezer Scrooge aracılığıyla o eski noellerin ruhunu insanlara yeniden anımsatmaya, anlatmaya çalışıyor esasında. Bu da böyle hani nerede o eski bayramlar ütülü mendiller alınan harçlıklar diye söylenmemize benziyor ama demek ki insanoğlu her yerde aynı. Dickens'ın kitabı yazdığı dönem İngiltere'nin Viktoryen Dönemi'nin başlarına denk geliyor, yazıldığı ortamı ve ruh halini bunu düşünerek değerlendirmek gerek. George Dönemi'nin bitişi, 1832 Reformu ve refahın yükselmeye başlayacağı Viktoryen Dönem'in bir araya geldiği yıllar bunlar.
Çok çok kötü ve aksi bir ihtiyar olan Scrooge'a Noel arifesinde dünün, bugünün ve geleceğin ruhları-hayaletleri tek tek Noel'le, insanlıkla ilgili şeyler gösteriyorlar ve kitap boyunca biz de adım adım her bir ruhla birlikte Scrooge'un eriyen buzuna, geri gelen insanlığına tanık oluyoruz. Onunla birlikte bizim de içimize ışık doluyor; Dickens bir noel şarkısı söylüyor belki ama o da bir bayram, bize göre düşünürsek. Aileyle bir araya gelinen, ihtiyacı olanlara yardım edilen, paylaşılan bir günü yılın. Ha noel ha ramazan bayramı kurban bayramı, insan olmanın ruhu her yerde aynı.
"and it was always said of him, that he knew how to keep Christmas well, if any man alive possessed that knowledge. May that be truly said of us, and all of us!"
Burada - link - kitabı ilk basımından John Leech'in resimleriyle birlikte okuyabilirsiniz orijinal dilinde.
Şurada - openlibrary - sayfalarını kendiniz çevirebilirsiniz.

22 Mart 2013 Cuma

her Seth Cohen'in bir Anna Stern'ü vardı



- Anna, wait a second. What am I going to do without you? Who am I going to play Jenga with? You're so wise and all your sage wisdom, what am I going to do without that? 

Previously on Neverland { 29.06 - 26.07}

 Yaz gelince, üstümde güneş parlamaya başlayınca bana bir her şeyi yapabilirim hissi geliyor her sene. Çoğunlukla. Tabi bu his, gün içinde b...