shin hye sun etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
shin hye sun etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ekim 2023 Salı

See You in My 19th Life [이번 생도 잘 부탁해] (2023)


 20li yaşlarının başındaki Ban Ji Eum, pek kötü bir aileden gelip, zorlu bir çocukluk geçirse de artık çok parlak bir genç kadın. Ülkenin en büyük holdinglerinden birinde mühendis olarak çalışıyor, çok zeki ve işinde hızla yükseliyor. Ama Ban Ji Eum'ı hem herkese tuhaf gösteren hem de onu herkesten farklı kılan bir özelliği var: Önceki hayatlarını hatırlıyor. Daha önce tam 18 defa ölüp, yeniden dünyaya gelmiş. Her yeni hayatında yaklaşık 9-10 yaşlarına geldiğinde birden bire önceki hayatlarını hatırlamaya başlıyor. Sadece Kore'de de doğmuyor, Ortaçağ'da en parlak dönemini yaşayan bir İslam coğrafyasında da dünyaya gelmiş, flamenko ile geçen bir ömür sürdüğü bir hayata da doğmuş. Bu 19. hayatında alkolik bir baba, dayak yiyen bir anne ve bir baltaya sap olamamış bir erkek kardeşten oluşan bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmiş ama önceki hayatını - 18. hayatını - hatırlar hatırlamaz, evden ayrılıp yolunu çizmeye başlıyor. Çünkü 18. hayatında 12 yaşındaki Yoon Jo Won isimli bir kız çocuğu olarak, çok güzel çocukluk günleri geçirdiği dostu Moon Seo Ha'ya aynı zamanda aşık olduğunu hatırlıyor ve daha çocuk yaştalarken talihsiz bir araba kazası yüzünden ondan ayrılmak zorunda kaldığı için çok üzülüyor. Bu 19. hayatında da gidip, yine Moon Seo Ha'yla birlikte olabilmek için onun ailesinin şirketine giriyor önce çok çalışıp. Sonra da Seo Ha'nın yanında işe başlıyor. Bir yandan Moon Seo Ha'ya önceki hayatında çocukluk aşkı olduğunu belli etmeden, onunla yeniden sevgili olmaya çalışıyor, bir yandan önceki hayatlarında ardında bırakmak zorunda kaldığı insanlarla yeniden karşılaşmanın zorluklarını yaşıyor. Başka bir yandan ise gizemli bir şeyler dönüyor etrafında, bir şaman çanının sesi ile hiç hatırlamadığı ilk hayatına dair şeyler hatırlamaya başlıyor ve neden bunca zamandır her defasında hayatlarını hatırladığı sorusunun cevabının peşine düşüyor 19. hayatında Ban Ji Eum olan kahramanımız.

"See You in My 19th Life", orijinal adıyla 이번 생도 잘 부탁해 (ibon sengdo çal putakhe diye okunuyor - bu hayatta da benimle ilgilen iyi davran lütfen gibi bir anlama geliyor) Güney Kore'nin tvN kanalında (ve Netflix'te) yaklaşık 1'er saatlik 12 bölüm halinde, 17 Haziran-23 Temmuz arasında yayınlanan bir dizi. Lee Hye'nin aynı adlı webtoon'undan uyarlanmış. Aynı yazarın/çizerin (bu webtoon sanatçılarına ne denir bilemedim, hem yazıyor hem çiziyorlar sonuçta) şu anda da bir başka webtoon'undan uyarlama "A Good Day to Be A Dog" isimli bir diziyi izliyorum haftalık olarak. Onda da yine geçmiş hayatlar teması var kıyısından köşesinden. Zaten bu sene izlediğim dizilerde habire karşıma çıkmaya başladı bu geçmiş hayatlar konusu. Bu senenin de teması buymuş demek ki. Ya da buna taktılar. Bazı seneler goblinlere gumiholara falan takıyorlar mesela, bazen hukuk-savcılar-avukatlar falan oluyor yıl boyu tema. Bu seneki romantik komedilerin teması da önceki hayatlar. Hani bir ara hep çocukken tanışmış oluyordu esas kızla esas oğlanımız, bu yüzden kaderleri oluyordu birlikte olmak falan filan ya. Hah işte bu sene de geçmiş hayatlarında çok trajik, dramatik bir şey yaşamış oluyorlar, o yüzden bu hayatlarında da bir şeyler oluyor da oluyor. Yazın başından beri her izlediğim romantik komedide bunu gördüğüm için artık gına geldi.

Esas kızımızla oğlumuzu canlandıran Shin Hye Sun ile Ahn Bo Hyun

Ama bu geçmiş hayatlar konusunu ilk olarak "See You in My 19th Life"ta izledim. Yazın başıydı, zaten Shin Hye Sun'ı Mr.Queen'den beri yeni bir dizide görmek için gün sayıyordum (bu dizide başrolümüz kendisi, yukarıda bahsettiğim Ban Ji Eum kızımızı canlandırıyor). Arada sanırım birkaç filmi çıktı ama Kore filmlerini pek izlemediğimi fark etmişsinizdir (dizilerle aynı keyfi vermiyorlar bana). Bu arada Shin Hye Sun sevgimi daha önce anlattım mı bilmiyorum, hakikaten çok seviyorum. İlk defa 2018'de Thirty But Seventeen'de izlemiştim, diziyi de çok sevmiştim, Hye Sun da gönlüme girmişti. Sonra 2019'da Angel's Last Mission:Love'da (ki şurada yazdım) tamamen aşık oldum. O diziyi anlatırken de bahsetmişim, aslında hiç bir karakterini, dizisini izlememiş olsam ve sadece resmini görsem hımm pek de güzel değil der geçerdim. Ama oynayışını, ekranımda yarattığı karakterleri, tüm ruhuyla bana anlattığı o hikayeleri izlerken benim için bir yandan hem dünyanın en güzeline dönüşüveriyor hem de kendini çok sevdiriyor.

Bu dans sahnesi de çok güzeldi, Shin Hye Sun'ın büyülü dans sahnelerine bir yenisi eklenmiş oldu

Bu diziyi hevesle beklemiş ve izlemeye başlamış olmamın bir sebebi Shin Hye Sun ise bir diğer sebebi de Ahn Bo Hyun idi. Ondan da bahsetmişimdir, hep söylüyorum, daha bu kadar ünlü olmadan, başrollere taşınmadan evvel youtube'da kendi kendine kampa gidip, videolar çekerdi ve ben kaçırmadan izlerdim. O da mesela Shin Hye Sun gibi, öyle bakınca bence yakışıklı/güzel değil ya da bana çekici gelen bir yanı yok. Ama yine tıpkı onun gibi bana iyi hissettiriyor, görünce kanım kaynıyor, böyle bir dostumu görmüşüm gibi, oturup muhabbet ediyormuşuz gibi, derdimi paylaşabiliyormuşum gibi hissettiriyor. O videolardaki samimiyeti, o hali gönlüme yerleşen. Sonra oyunculuk ve ün anlamında patladığı Itaewon Class'ı izlemedim (ilk bölümün bir yerlerinde bırakmıştım), 2019'daki Her Private Life'taki yan rolünden beri hiçbir şeyini izlemedim esasında. O yüzden bu diziyi bir ayrı merak ediyordum, Ahn Bo Hyun'u da görecektim. İkisini birbirine pek yakıştıramamıştım ilk görüntülerde ama hikaye ilerledikçe belki düzeliyordur demiştim.

Düzelmedi. Shin Hye Sun ile Ahn Bo Hyun'un esas kız ve esas oğlan olarak kimyaları bir türlü tutmadı. Aslında hikayenin içinde birlikte oynarlarken izlemesi keyifliydi, karşılıklı sahneleri de bir arada oynamaları da oldukça iyiydi. Ama romantik anlamda hiçbir şey hissettiremediler bence. Romantik bir şeyler yoktu ikisi arasında. Bu hem kimyaları tutmadığından hem de aklımda sorular ve hesaplamalar dönüp durduğundan olabilir. Dahası dizinin asıl hikayesi belki de bu romantik ilişkiden çok daha başka, çok daha fazla bir şey anlatmaya çalışıyor gibi geldiğinden - bana - olabilir.

Dizi bana en başından itibaren bir dolu şeyi sorgulattı, düşündürdü. Çünkü kendimi bildim bileli aklımda keşke bir dolu hayat yaşayabilsem, yeniden doğup, bu gerizekalı hayatımda yaptığım tüm yanlışları hatırlayıp doğrusunu yapabilsem derim. Ya da keşke vampir olsam, hiç ölmeden bir dolu vaktim olsa da yapmak istediğim her şeyi yapabilsem, tüm yanlışlarımı düzeltebilsem falan diye düşünürüm. Tüm hayatınızı kocaman bir pişmanlık olarak yaşamak zorunda kalıyorsanız ve bunun tek şansınız olduğunu düşünüyor/inanıyorsanız ister istemez oturmuş böyle olasılıkların gerçek olmasını düşlerken buluyorsunuz kendinizi. Diziyi izlerken tüm bu düşündüklerim önüme geldi. Hepsini yeniden sorguladım. 19.hayatını yaşayan ve önceki hayatlarında ne yaptığını, neler hissettiğini hatırlayan Ban Ji Eum'ın başına gelenleri izledikçe bölümlerin çoğu dakikasında ekrana bakarak uzaklara daldım. Bir hayat yaşıyorsunuz, bir kişiliğiniz var, her geçen gün hatıralar biriktiriyorsunuz, insanlarla tanışıyorsunuz, insanlarla yaşıyorsunuz, sevdikleriniz oluyor, hedefleriniz oluyor, sizi mutlu eden şeyler, mutsuz eden şeyler oluyor. Sonra bir gün pat diye kesiliyor. Bir başka kişi olarak doğuyorsunuz, çocukluğunuzun ortasına kadar geliyorsunuz, yine bir kişiliğiniz oluşmak üzere nereden baksanız çocuksunuz çünkü, bir aileniz, yeni hatıralarınız var. Sonra bir anda, bir gün yine pat diye kafanızın içinde yeni (eski) hatıralar beliriyor. Birden tüm o eski benliklerinizi hatırlıyor hale geliyorsunuz. Artık siz kim olmuş oluyorsunuz? Ruhunuz aynı tamam ama her hayatta aslında farklı bir kişiliğiniz oluşmuş olmuyor mu? Farklı biri misiniz aslında, yoksa hep aynı kişi misiniz? Daha kötüsü, önceki hayatlarınızda sevdiğiniz, bir arada olduğunuz herkesi hatırlıyorsunuz ama onlar artık ya yok ya da hayatlarına siz olmadan devam etmişler. Gidip konuşabilirsiniz belki onlarla ama artık başka bir bedene, başka bir hayata sahipsiniz. Artık siz kimsiniz? Hangisisiniz? Her seferinde baştan başlamak zorunda kalıyorsunuz. Bir hayatınızda mesela tam her şeyi öğrenmiş, kendinize bir yol çizmiş oluyorsunuz ama o hayat bitiyor ve yenisinde tüm bu bildikleriniz aklınızda olsa da yine çocukluktan başlıyorsunuz.

Ban Ji Eum'ın bu sorgulamalarım arasında en çok zorlandığı, önceki hayatlarındaki sevdiklerinden ayrı kalması durumuydu. Özellikle 18.hayatındaki annesinin hala onu bekliyor olması, o annesiyle karşılaşması, 17.hayatındaki yeğeni ile o hayatında yaşadıklarını flashbacklerle göstermeleri ciğerimi söktü. Ban Ji Eum'ın önceki hayatlarına dair her kendini sorgulamasında, her aklına gelen anılarla uzaklara dalmasında ben de kendimi onunla dalmışken buldum. Daha önce de bir yerlerde bahsetmiştim, her geride bıraktığım yer için, her terk ettiğim ortam için ben de böyle önceki hayatlarımmış gibi hissediyorum. Sanki ben değil de başkası yaşamış gibi o hayatları, sanki benim önceki hayatlarımmış gibi onlar da. Dizinin ana hikayesi Ban Ji Eum'ın önceki hayatında sevdiği çocuk olan, şu anda kocaman adam olmuş olan Moon Seo Ha'ya kavuşabilmesi gibi görünüyordu ama diziyi izlerken hikayenin en havada, en geri planda kalan, bana en önemsiz görünen kısmı bu oldu açıkçası. Zaten dedim ya ikisi arasında sıfır romantik kimya vardı, öyle olunca bu iki karakterin - yetişkin hallerinin - birbirlerine ısınmaları, aşık olmaları, kavuşmaları falan beni hiç ilgilendirmedi, hiçbir şey hissettirmedi. Tek tek her iki karakterin yaşadıkları daha net yan hikayelerdi. Ban Ji Eum'ın tüm o yüküyle, tüm o kafa karışıklığıyla, yüreğinde taşıdığı tüm o hayatların duygularıyla ezilmesi, bocalaması çok daha geçerli bir hikayeydi mesela.

Moon Seo Ha olarak Ahn Bo Hyun'un çok da istediği gibi rol yapamadığını düşünüyorum bu arada. Karakterin çok pis travmaları var demişler, anasını kaybetmiş, çocukluk aşkıyla araba kazası geçirmiş kız gözleri önünde ölmüş, bir de cesedi üstüne düşmüş öylece yaralı beklemiş demişler, babası zerre sevgi göstermemiş başından atmış demişler, babası gitmiş bir de hemen üvey anne ile evlenmiş onun şımarık oğlu da evin oğlu olmuş demişler Ahn Bo Hyun'a, haydi bakalım böyle travmalı soğuk ciddi, dışarı kapanık ama içinde hala o minik çocuk olan bir karaktersin ne yapacaksın demişler. O da tepkisiz, odun gibi durmayı tercih etmiş. Tepki yapmaya çalıştığında bile tepkisiz yani. Sabit. Bir önceki anlattığım "The Secret Romantic Guesthouse"daki Ryeoun'a da odun gibi dedim ya, inanın onun hakkını yemişim.

Ban Ji Eum karakterinin 18.hayatındaki küçük kız kardeşi


Ahn Bo Hyun bu hikayenin Moon Seo Ha'sı olamamış bu yüzden. Shin Hye Sun'ın da tüm oyunculuk yeteneklerine ve - benim gözümde - mükemmel oluşuna rağmen, o da bu hikayenin belirttiği Ban Ji Eum değil gibi. Çok genç görünmeli çünkü karakter, Ban Ji Eum olarak 20lerinin başında tazecik ve küçük görünmeli ama bir yandan da tüm o yaşadığı hayatların deneyimleriyle, hatıralarıyla içinde ve davranışlarında belli olan bir olgunluk taşımalı. Shin Hye Sun, çok üzgünüm ama genç durmuyor ki. Yani tabiki genç duruyor, öyle demek istemedim. Bu karakterin olması gereken gençlikte durmuyor. 20lerinin sonunda diye yutturabiliriz en fazla. Gerçek yaşı normalde 34, öyle çok da değil. Zaten demeye çalıştığım yaşlı duruyor da değil, ki yaşlı da olabilir bunda da sorun yok. Sadece bu karakterin çok daha genç görünmesi gerekiyorken o olmamış. Genel anlamda Shin Hye Sun gençken de öyle çok genç duran bir insan değildi zaten. Oyunculuk anlamında karakterin hakkını verebilecek bir insan evet. Ama görüntü olarak değil. Bu yüzden mesela Ban Ji Eum'ın bir önceki hayatındaki küçük kız kardeşinin büyümüş halini oynayan Ha Yoon Kyung sanki daha bir Ban Ji Eum olabilirmiş gibiydi ki o da çok küçük değil, 31 yaşında. Ama verdiği hava buydu.


Onların yanında çocuk oyuncular çok daha iyiydi bu arada. Ban Ji Eum'ın bir önceki hayatındaki hali olan 12 yaşındaki Yoon Ju Won'ı canlandıran oyuncu ile Moon Seo Ha'nın 9 yaşındaki halini canlandıran oyuncu arasındaki kimya çok daha tutmuştu yani düşünün. Ya da Ban Ji Eum'ın 9-10 yaşlarındaki halini canlandıran çocuk oyuncunun - ki baya bir yerde oynadığını görebiliriz - performansı dizinin en iyilerindendi.


Oyuncuların performansları konusunda böyle düşünmemin yanı sıra hikayenin ilk başta sorguladığı şeylerden sonra ve eski hayatlarına dair flashbacklerle, anılarla, düşünceleriyle, hissettikleriyle ilgili şeylerin çok güzel anlatıldığını söyleyebilirim. Ama hikayenin gidişatı ve gizemlerin çözülmesi konusunda çok da başarılı olmadığını belirtmem gerek. Hele ki bu önceki hayatımızda kanlı bıçaklı büyük bir kader anı yaşadık, ondan sonra lanetlendik muhabbetini bu diziden sonra tekrar tekrar önümde görmeye başlayınca biraz daha fazla soğudum. Bu dizideki o büyük kadersel ana olaydan da çünkü o kadar hazzetmemiştim. Öyle ahım şahım bir önemli bir olay değildi, dizi boyunca muhteşem görüntülerle (tablo gibi - görüntü yönetmeninin eline sağlık) flashbackler verip verip beklentiyi yükselttikten sonra haa bu muymuş olup biten dedirtmesi akıllara ziyandı. Ana karakterimiz neden 19 seferdir yeniden doğup, her birini de hatırlıyor veya madem o kadar büyük bir olaydı neden o ilk hayatını hatırlamıyor hiçbir seferinde ya da tüm bunlara nasıl son verebilir'in cevapları çok çocuk oyuncağı gibi oldu. Haa iyi o zaman dedim. Yani geneline baktığımda bana yalnızca Shin Hye Sun ile çocuk oyuncuların ve geçmiş yaşamlardaki oyuncularla geçmiş yaşam sahnelerinin keyif verdiği ve duygulandırdığı ama tamamına baktığımda aslında çok da izlememem gerek olmadığını anladığım bir diziydi "See You In My 19th Life".

Tek bir sahne var yalnız aklımda. İzlediğim diziler arasında kalbimde benimle yaşayacak sahnelere bir yenisi olarak eklenen. Ban Ji Eum'ın bir koridorda yürürken arkasında geçmiş yaşamlarındaki hallerinin belirdiği ve hepsinin bir arada yürüdüğü. O sahneyi izlerken hissettiklerimi hiçbir şekilde anlatamam. Öyle bir sahneyi çekebilen bir ekibinin dizinin tümünü de başarılı yapamamış olmasını ise hiç anlayamıyorum.

4 Ağustos 2019 Pazar

32 Bölümde Angel's Last Mission : Love

Lee Yeon Seo (yani esas kızımız - bundan sonra ondan LYS diye bahsedeceğim) alabildiğine küstah, kendini beğenmiş bir balerin. Eski bir balerin daha doğrusu, çünkü 3 yıl önce geçirdiği bir kaza sonucu kör olduğundan beri hem kendine hem de etrafındakilere eziyet eden bir baş ağrısına dönüşmüş durumda. LYS öte yandan anne ve babasının kurucusu olduğu Fantasia bale-tiyatro şirketinin varisi. (valla çevirmen arkadaşlar bale tiyatrosu diye çevirmişlerdi artık tam ne deniyor bilmiyorum, bir tane özel şirket düşünün. Bu şirket bale gösterilerinin sergilendiği bir binanın sahibi ve burada sergilenen bu bale gösterilerini de bu şirket yapıyor. Kendi bünyesinde balerinler, baletler, yönetmen, prodüktör falan filan çalıştırıyor. Öyle bir şey yani.). Ama tabi durumundan ötürü şirketi şimdilik halası, eniştesi ve onun büyük kızı yönetiyor. Ayrıca LYS gibi balerin olan bir de diğer kızları daha var bu hala ailesinin.
Melek Kim Dan ise (esas oğlanımız yani) ölen hayvanları huzurlu bir şekilde cennete havale etmekle görevli, sevimli mi sevimli bir meleğimiz. Yeryüzünde yerine getirmesi gereken son görevinden sonra cennete yükselecek artık vakti gelmiş. Ama kaderin oyunu devreye giriyor, Kim Dan görevi bitince cennete gitmesi gereken saati kaçırıyor. Çünkü bizim LYS ile karşılaşıyor, birtakım olaylar falan derken kalıyor mu Kim Dan yeryüzünde. Neyse ki ondan sorumlu başmelek abisi, bir son görev daha başarınca cennete gidebilme şansı olduğunu iletiyor Kim Dan'a. Son görevi en zoru. LYS'nin birine aşık olmasını sağlayacak. Bunu sağlarsa tamam. Bunun için Kim Dan'a geçici bir insan bedeni veriliyor ve LYS'nin yanında işe başlıyor.
Böyle başlıyor işte melekle dırdırcının hikayesi. Bu şekilde umut vaat eden bir hikayeden bekleyebileceğimiz gibi acayip eğlenceli ve komik de başlıyor aslında. Esas kızımızın sinir bozucu katılığı ve gıcıklığı karşısında ona boyun eğmeyen ama deli olan meleğimizin maceraları her sahnesinde kahkahalar attıran bir hikaye oluşturdu ilk başlarda. Esas kötülerimizin yan hikayeleri de iyi başladı, motivasyonlar iyiydi, yöntemler böyle eğlenceli görünen bir hikayeye göre yer yer anlamsızca büyük dursa da olaylar gelişiyordu. Aşk üçgenimiz için de ilginç, gizemli bir ikinci adam karakteri de girmişti olayın içine. Ama sonra, herhalde bir 6., 7. bölümlerden sonra hikaye yavaşladı. Senaryonun bizi oyalamaya giriştiği belli oluyordu, kahkahalarla bir tempoda koşarken birden oturup, kendi etrafımızda  yuvarlanmaya başladık. Bir de üstüne iyice drama bağladı, ilk bölümlerdeki tonunu tamamen değiştirdi ve bambaşka bir hikayeye dönüşmeye çabaladı. Sonunda da artık yeter bitsin bari dediğim noktada birçok şeyi havada (tam havada olmasa da böyle kursakta diyeyim) bırakarak cumborlop bitti. Herhalde 10-11.bölüm diyebileceğim bölümlerden sonra ben bir süre izlemeyi bıraktım. Normalde haftalık izliyordum ama baktım içimden gelmiyor öyle bir duruma girmiş dizi. Sonunda geçen hafta, dizi biteli baya olduktan sonra açtım da geri kalan bölümleri atlaya atlaya izledim de içimde kalmasın, bitireyim dedim.
Oysaki çok ama çok iyi başlamıştı. Melek rolündeki Kim Myung Soo'yu ilk defa gördüm ve izlemiş oldum ama hem çok iyiydi en başlarda, hem de ben bu adamı nasıl kaçırmışım diye bakakalmamı sağladı (harbiden çok iyiymiş ama - görüntü olarak yani). Balerin LYS'yi oynayan Shin Hye Sun ise izleme sebebimdi zaten. Bir önceki dizisi Thirty But Seventeen benim için çok özel dizilerden biriydi, o yüzden burada görünce o ne oynuyorsa bakmalıyım demiştim. Hakikaten burada da hem çok farklı hem de çok iyiyi oynayışı. Çok iyi demek pek yeterli olmadı aslında. O kadar incecik, o kadar zarif ama bir o kadar gıcık olmayı başarması takdire şayan. Ayrıca bir balerini böylesine su gibi canlandırması inanılmaz. Bir insan nasıl böyle durabilir, nasıl böyle görünebilir bilemiyorum (Shin Hye Sun'ı güzel bulmam, yüzü değil çünkü ama topyekün duruşu, bedeni, zerafeti etkileyici). Duyguları bu kadar iyi yansıtan ama saçmalamayan başka çok az koreli oyuncu var bence. Ayrıca tüm giysileri dizi boyunca başka bir oyuncu onun gibi taşıyamazdı. Hiç beğenmediğim giysilerdi bu arada. Ama karaktere uygun bir gardroptu.
Bu iki esas karakterimiz kendi başlarına ve bir aradayken çok iyiydi. Romantizm olana dek. Çünkü karakterlerinin çarpışması ve mücadeleleri şahaneyken romantik açıdan kimyaları sıfırdı. Tamam sıfır demeyeyim de yok gibi yani. Ama öbür türlü bir arada gayet iyiler.
Esas karakterlerimiz dışında kötülerimiz, yan karakterlerimiz de iyi çizilmişti aslında ama işte senaryoyu nasıl becerdilerse hikayenin ikinci yarısında olabilecek en kötü hale soktular ve dizi o süper başlangıcına rağmen koca bir hayalkırıklığına dönüştü. Romantizm olmadı, kötülerin hikayeleri saçma bir twiste sokuldu. Keşke 8 bölüm falan yapıp bitirselermiş.
(Bu arada 32 bölüm ama yarımşar saatten. Yani aslında 16 bölüm diye düşünün ve benim dediğim bölüm sayıları da 16lık olarak düşünerek dediğim sayılar. 22 Mayıstan 11 Temmuza kadar Güney Kore'nin KBS2 kanalında yayınlandı dizi. Haftada yarımşar saatlik dört bölüm yayınlanıyordu.)

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...