29 Ekim 2022 Cumartesi

I Am From Chosun (2021) - Pek çok şey öğreten bir belgesel


 Eylül ayında Kore Kültür Merkezi'nin düzenlediği I.Ankara Kore Film Festivali kapsamında gösterilen ilk film, aslında bir belgesel olan "I Am From Chosun"du. Öncesinde internetten konusuna hiç bakmadan, sürpriz olsun, heyecanlı olur diyerek gidip, izlediğim belgeselde tamamen hiç beklemediğim, hiçbir fikrimin olmadığı ama çok etkilendiğim ve sonrasında kafamda soru işaretleriyle kaldığım bir konu ile karşılaştım.

2002 yılında yönetmen Kim Cheol Min, Kuzey Kore'de yer alan Geumgang Dağı'ndaki bir gençlik festivaline gitmiş. Bu dağ, antik zamanlardan beri oldukça güzel bir manzaraya ve çevreye sahip olduğu için oldukça ünlü. 1989'da güneyden de turistlerin gelip, gezebilmesi için açılmış bir bölge. Gerçi 2008'de bir Güney Koreli turist teyzenin Kuzey Koreli sınır askerlerince vurulmasından sonra sanırım artık güneydekiler oraya gitmiyor ama neyse. 2002 yılında burada iki ülkenin insanları, gençleri falan bir araya gelsin babında böyle bir festival gibi bir şey yapılırken yönetmenimiz orada Japonya'dan gelen Koreliler'le karşılaşıyor. Sohbet muhabbet derken baya hikayelerine ilgi duyunca da atlıyor Japonya'ya gidip, gerçekten bu insanların hikayesini enine boyuna dinleyip, bir belgesel yapmaya. O zamandan bu zamana Japonya'da yaşayan Koreli insanlarla kuşak kuşak röportajlar yapıp, görüntüler çekip, sonunda 2021 yılında pek çok festivalde gösterilen belgeselini oluşturuyor.

Asya tarihini hepimizin sadece Hunlar, Göktürkler, Uygurlar şeklinde bildiğimizin farkında olduğum için en sevdiğim şeyi yapacağım, tarihi anlatacağım. 1800'lerin sonunda Kore'de bağımsızmış gibi görünen bir yönetim var olmasına rağmen hemen yanı başındaki Japon İmparatorluğu bir şekilde savaşlarla, anlaşmalarla habire dürtükleyip duruyordu yarımadayı. 1905'teki bir anlaşmayla Japonlar önce kendilerini Kore İmparatorluğu'nun koruyucusu ilan etti, 1910'da ise tamamen el koydular ülkeye. 1910'dan 1945'te II.Dünya Savaşı'nın bitmesiyle Japonya yenilene kadar Kore'nin bütünü, Japon bir genel vali tarafından yönetildi. İsmine büyük ihtimalle imparatorluktan önce, neredeyse 500 yıl kadar ülkenin tümünü oluşturan Joseon Krallığı'ndan gelen Chosun demişler (Bu yüzden sonradan Japonya'da kalan Korelilere de Chosunlular demişler). Bu 35 yıl boyunca Japonlar, Kore'yi alabildiğine sömürüp, bir yandan da tüm kültürü, dili, tarihi yok etmeye, eritmeye çalıştılar. Eh haliyle, ele geçirdiğin bir yeri tam anlamıyla boyun eğdirip, elinde tutabilmek için kimliği yok edip, kendinden yapmaya çalışırsın. Dünya tarihinde pek çok defa, pek çok yerde gördüğümüz bu yöntem, her iki ülkenin tarihinde ve kültüründe tabiki çok büyük etkiler bırakmış oldu. Bu dönemle ilgili birçok Güney Kore yapımı film ve dizi var, hatta daha geçenlerde Apple'da yayınlanan Pachinko dizisinde de kuşaklara yayılan böyle bir hikaye var. Neyse, 1945'te dünya savaşı bitince Japonya, Kore'den çekilince ortalık gene de çok düzelmedi tabi. Tüm bu seneler boyunca Japonya'ya yerleşmiş olan Koreliler tam o zaman Kore'ye mi dönsek ki diye düşünürlerken malum savaş çıkıp, ülke ikiye ayrıldı.




Şimdi şöyle düşünün, dedeniz doğduğu topraklardan ayrılıp, o topraklara hükmeden ülkenin bir şehrine daha iyi bir iş bulmak için geliyor ve kalıyor. Sonra onun çocuğu, onun da çocuğu, siz doğuyorsunuz. Doğduğunuz ülkenin, doğduğunuz şehri, köklerinizin geldiği şehir değil ama orada büyüyüp bir yandan oranın kültürünü dilini alıyorsunuz, bir yandan da evde dedelerden kalan diğer şehrin kültürünü görüyorsunuz. Sonra siz büyürken köklerinizin geldiği şehir, yaşadığınız ülkeden ayrılıyor. Yaşadığınız ülkede yabancı durumuna düşüyorsunuz. Oralara mı dönsek diyorsunuz, iki ülke bunun için anlaşmalar falan yapıyor. Ama dilini bile konuşamıyorsunuz memleketinizin, bir düşünelim derken pat, bu sefer memleketinizin olduğu yer artık iki ayrı ülke oluyor. Dedenizin doğduğu şehir bir ülkede, büyükannenizin doğduğu şehir bir başka ülkede, bu ikisi de birbiriyle kanlı bıçaklı, sınırlar kapalı falan. E dönelim de nereye dönelim oluyorsunuz. Biz şimdi ailecek kuzeyli miyiz güneyli mi? E bu arada zaten üç dört kuşaktır da şu anda yaşadığınız ülkede yaşamışsınız, dilini konuşuyor, kültürünü yaşıyorsunuz, işiniz gücünüz sosyal çevreniz bir hayatınız var. Kafa karıştırıcı değil mi? Aslında çok saçma. İnsanın insana ettiği, insanın dünyaya ettiği kadar salak saçma bir şey yok. Haa ama saçmalıklar bununla da bitmiyor.


Bu şekilde Japonya'nın bir bölgesinde kalakalan Koreliler, Japonlardan resmen eziyet görmeye başlıyor. Şey olsa gene bir miktar mantıklı gelecek, hani Kore Japonya'yı işgal etmiş, senelerce eziyet etmiş olsa ve sonunda Kore Japonya'dan çekildiğinde orada kaldıkları için Koreliler'den nefret ediyor olsalar. Ama gene saçmalık. Benim dayalı döşeli bir evim var, bahçesindeki bir kulübede de birileri yaşıyor. Sonra gidiyorum başka bir eve, o kulübedekilerin akrabası olan bir eve, içinde yaşayanlar varken çöküyorum, orada yaşarken onları da eziyorum. Sonra o evden çıkmak zorunda kalıyorum, kendi evime dönüyorum. Evim gene rahat, geniş, dayalı döşeli. Ama ben çıkıp, bahçedeki kulübedeki o insanlara bağırıp, çağırıyorum, defolun diyorum. Ne kadar mantıklı şeyler oluyor şu dünya üstünde.


Belgeselde işte yaklaşık bir buçuk saat boyunca ilk kuşaktan 3.-4.kuşaklara kadar Japonya'daki Koreliler'in orada nasıl yaşadıklarını, bu saçmalıklar gibi nasıl eziyetlerle karşılaştıklarını izledik. Japonların onlara gidin buradan pis koreliler şeklinde davranmasının yanında bir de Kore anakarasındaki iki ülkenin de onlara daha saçma davranışlarını öğrenince bende hepten şalter attı. Japonya'da kendilerine ait okulların önünde çocukların korkmasına, ağlamasına yol açacak kadar Japonlar'ın tacizli protestolarına maruz kalmalarının yanında, özellikle 1970ler ve 80lerde Kuzey ve Güney Kore'de karşılaştıkları muameleler inanılır gibi değil. Bu senelerde dünyada bir şeytan büyüsü dolanmış gibi, hep aynı motifi görüyoruz sanki. Japonya'dan anavatanlarına üniversite okumak için gelen bu Chosunlular, bir süre sonra siz kuzeyin ajanısınız diyerek hapse atılmış, senelerce işkence görmüş, idam edilmişler. Bir şekilde idamdan kurtulanlarsa seneler sonra, gençlikleri heba olduktan sonra 90'lar, 2000lerde affedildiniz denilerek salıverilmişler. Kore tarihini en başından bugüne değin okurken hep aklıma aynı düşünce gelip duruyordu. Dönem dönem olan şeyler hep birbirini tutuyor, aynı dönemlerde burada da orada da neredeyse benzer şeyler olmuş gibi görünüyor. Tam da bir 29 Ekim günü, bizim çok büyük bir şansa sahip olduğumuzu söyleyebilirim. Aynı şeyleri yaşayıp da kilit anlarda onların içine düştüğü zorluklardan sıyrılmamızı sağlamış bir şansa sahipmişiz. Umarım hep böyle şanslı oluruz.

Tarihin gidişatı bakımından benzerliklerin yanında bir belgesel olduğu için gerçek insanların gerçek hikayelerini, kendileri anlatırken dinlediğimiz için insanların da ne kadar benzer olduğunu bir kere daha gördüm. İlk kuşak Chosunlulardan olan filmin başındaki yaşlı amca konuşup, gençliğini anlatırken gözümün önünde, perdede birden bire büyükbabam belirdi mesela (aşağıdaki fragmanda 35.saniyedeki amca). Onun o neşeyle, kendi kendine gülerek, sevimli kahkahalarıyla yaşadıklarını anlatışıyla büyükbabamı yine köydeki evin mutfağında masanın başında evi inlete inlete konuşurken gördüm. Bir belgeselde bu kadar boğazımın düğümlenmesini beklemiyordum ama ardından, dediğim o 70ler 80ler dönemini yaşayan insanların şimdi ne düşündüklerini anlattıkları kısımda yutkunamıyordum artık. Cidden neden yapıyor insan, insana bunu?

O taraflardaki politik ortama pek hakim olmadığından elbette doğru şeyler düşünmüyor olabilirim ama belgeseli izlerken de izledikten hemen sonra da kafamda bir şeyler yerine oturmakta zorlandı. Mesela neden bir türlü Kore'ye dönmüyor, dönmemiş olmamaları konusu. Belgeselde öne sürülen şeyler, çocuklarımızın Korece bilmiyor ya da ülke ikiye ayrılmış durumda gibi argümanlardı. Belgesel, Chosunluların Kore'nin birleşmesi üzerine bir fikre, bir dileğe sahip oldukları yönünde bir bakış açısıyla ilerledi hep. O kadar eziyet görüyor, o kadar dışlanıyorsanız neden Japonya'da kalmaya devam ediyorsunuz diye düşündüm gayet uzaktan ve dışarıdan bakıyor olduğum için. Evet Kore ikiye ayrılmış durumda ama ortalama bir akıl sağlığına sahip bir insan bile Kuzey'de yaşamayı bir saniye düşünmez sonuçta. Özellikle son dönemde tüm dünya Güney Kore'ye akın ediyorken yaşamakta bu kadar zorlandığınız bir yerde kalmanın ne mantığı var bilemedim.

Bir de belgeselde bolca bahsedildi ama dedim ya politik ortam hakkında çok da bir fikrim olmadığı için anlayamadığım bir şeyler vardı. Japonya'da Koreli nüfusu içinde de sanırım politik görüşler bakımından ayrımlar var. Savaştan sonra Kuzey'i tutanlar, Güney'i tutanlar ve birleşmeyi savunanlar olmak üzere gruplar ortaya çıkmış bu küçük toplulukta bile. Her siyasi grup kendi derneğini kurup, toplantılar, kongreler falan yapmış zaman içinde. Güney'in 80lerde bu kadar katı davranmasının sebeplerinden biri de bunlar sanırım yanlış anlamadıysam. Çünkü belgeseli izlerken sanki Chosunluların - ya da yönetmenin görüştüğü ve röportaj yaptığı çevrenin - genel bir Kuzey eğilimi, sempatisi var gibi görünüyordu. Her iki taraf da - güney de kuzey de - Chosunlulara kendi ideolojilerini serpmek için okullar oluşturmuş, yardımlar yapmış gibi geldi bana. Bu yüzden belgeseli izlerken sanki yönetmenin bir miktar olsa da kendi birleşme yanlısı düşüncelerinden ötürü konuya öyle yaklaştığını, anlatımı bunun üzerine kurguladığını düşünür gibi oldum. Dediğim gibi, tarihlerinin o kısmına ve fikirlere, olaylara yeteri kadar hakim olmadığım için bir izleyici hissiydi benimki sadece.

Yine de tamamen şans eseri de olsa böyle bir belgeseli izleme şansı bulduğum ve tarihin böylesi bir parçasını öğrenebildiğim için mutluyum. Gerçi yine evrenin en kötü canlısının insan olduğunu bir kere daha görmüş olduğum için üzgünüm. O yüzden siz siz olun, hazır bir Halloween gecesi gelirken karanlıkta tavandan sarkacak bir örümcekten ya da duvardan fırlayacak bir hayaletten değil, yaşayan düşünen insanların en korkutucu şey olduğunu bilerek kendinizi koruyun.


Bu arada böyle bir festivalde izleyebilmiş olduğum için mutluyum. Filmden önce yönetmen Kim Cheol Min ile fotoğraf çekinebilme, filmden sonra da soru cevaplı söyleşi yapabilme şansımız oldu böylece. Umarım gelecek senelerde de bu festivali görebilme ve yararlanabilme imkanımız olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...