Eskiler derler ki eğer Ekim ayı güçlü don ve rüzgarları getirirse, Ocak ve Şubat ılık geçecek demektir. Ekim'in ilk gününü şort ve tişörtle geçirdiğimiz için sanıyorum bu durumda kışı buz gibi geçireceğiz. Gerçi Ekim deyince artık nedense bir "spooky" havası sarıyor herkesi, böyle bir hava birden soğuyacak, etrafı gizemli bir sis kaplayacak, gökyüzünde süpürgelerinde cadılar uçuşacakmış gibi. İşte bunlar hep çılgınca globalleşen dünyanın ayak uyduramadığımız dönüşü. Marketlerde birden bire doluşan minik, sevimli, süslü kabaklara ne yapacağız ki biz bunları diye bakıyoruz mecburen.
Oysa orasına burasına yamalar yapılıp, sırasıyla oynanmadan önce takvimin, sekizinci ay olarak Ekim'in özelliği ekinlerin artık biçilip, kaldırıldığı, dolunayıyla birlikte kışın gelişinin anlaşıldığı zaman olmasıydı. Benim için iç karartıcıymış eskiden, öyle yazmışım. Ama taa eskiden bile bu günlere uygun havaya giriyormuşum. Neverland'e ilk geldiğim sene Ekim ayını cadılı bir diziye başlayarak açmışım: "The Secret Circle" Vampire Doyan Bünyeye Cadı Merhemi Olsun Madem 'de bahsettiğimde daha 3 bölüm mü ne izlemişim ama şimdi bile gayet mutlu bir şekilde hatırlıyorum o diziyi. Ve ardından gelen hüzünle, çünkü devam ettirmemişlerdi. 22 bölümlük tek bir sezonda bırakıp, gitmişlerdi. Oysa çok eğleniyordum ve hala öyle diziler yapmıyorlar. 2012'deki Ekim ayına da yine büyülü, büyücülü bir video ile başlamışım: Always...Until The End 'deki Harry Potter videosunu şimdi gene izleyince tüylerim diken diken oldu yarabbim. Görüldüğü gibi bu spooky season olayına tüm dünyadan önce kapılmışım ama tabi doğduğum zamanın handikapı gene. Tam orta bir noktada doğmuş olmamızın sevgili Y jenerasyonu kardeşlerim, bize ettikleri. İnternet ve sosyal medyadan hemen önceki dünyayı hatırlayan son nesiliz biz. Ve bu yeni dünyanın ilk ortaya çıkışına şahit olan da ilk nesiliz. Küçük ekranlarımızda, her ay başında çıkan dergilerimizdeki sayfalarda görüp de özendiğimiz o cıvıl cıvıl, ilginç gelen cadılar bayramlarını, oyunları, filmleri ilk biz sevdik, ilk biz heves edip kafamızda yaşadık ama şimdi tüm dünyayı ele geçirdi. Harry Potter'ın dünyasında zaman geçirip, Amerika'daki tüm o lisanslı ürünlere, oyuncaklara, asalara, tüylü kalemlere iç geçirerek baktığımız, filmleri korsan cdlerde sinema çekimi izleyerek bile musmutlu olduğumuz zamanlardan iç çamaşırı mağazalarının camlarında Harry Potter yazılı zamanlara geldik. Pencereden baksam Harry Potter yazılı poşet göreceğim o derece. Tabi böyle olunca hiçbir kıymeti, hiçbir güzelliği kalmamış gibi geliyor insana. Tarihin çok saçma bir noktasında, aşırı vizyonsuz olarak doğmuşuz. Neyse.
2013'te iyice bayık müzikler dinlediğim bir zamanmış gene. The Civil Wars'tan yeni bir video-şarkıyı sizlere dinletmeyi-izletmeyi bir borç bilirim : "Dust to Dust" ile Paris sokaklarında'da yazdığım cümleler pek yaşam sevinciyle dolu görünüyor gerçi. Sanki o senenin sonunda bunalımla kendimi tabuta sokmamışım gibi. 2014'te yine Korkunç Ekim'e girişmişim, ne kadar azimliymişim gençken. teşrin-i evvel'den ziyade Korkunç Ekim'e hoşgeldik'te o ay izleyeceğim 4 filmden sadece 3'ünü izleyebilmiştim tabiki. Hatta o Constantine var ya, hala izleyemedim, ikincisini ya yapıyorlar ya yapacaklar. 2015'in Ekim'ini ise Ilsa Faust ile açmışım. Rebecca Fergusan'a o günden beri aşığım.
2016 Ekim'inde kendini gittiğin her yere taşımak'ta yıllar boyu fark edemediğim gerçeğin yüzüme çarpışıyla açmışım Ekim ayını. Roma'da geçirdiğim bir ayın sonunda yazdıklarım bugün bile içimi acıtıyor. Ekim 2017'de ise işsiz, beş parasız ve tek başına evden çıkmadan geçirdiğim koca bir senenin sonuna geliyorken, tüm o sene boyunca yapmakta olduğum şeyi gösteriyor paylaştığım: dizi anneleri'nde o ara gözümü kırpmadan izlediğim Güney Kore dizisi While You Were Sleeping(2017)'den bir sahneyi göstermişim. Bu diziyi de pek sevmiştim, ama anlatmamışım burada. Allah allah.
2018'in Ekim ayına yine bu aya yaraşabilecek bir konuya sahip bir kitabı anlatarak başlamışım: Oliver Bowden'dan bir kitap olarak Assasin's Creed-->Suikastçının İnancı: Rönesans. Sonra ikincisini de okuyup vazgeçmiştim. Keşke yeni ve güzel bir filmini daha yapsalar. Ya da böyle bu konuda güzel bir şeyler çekseler.
2019'da ise Ekim ayına kabusla başladığım için stupidita'yı yazmışım. Malum Amsterdam dönüşüydü ve hayatım o noktadan sonra cidden beni de değiştirerek değişti. 2020'de Babaannem ve Dolunay'ı yazdığımı görünce şimdi Ekim başlarken, içim yine kötü oldu. Hatırladım. Neredeyse unutuyormuşum. Ahh kötü ben. Babaannemin ölüm yıldönümü. Ekim onunla başlıyor.
Benim için yaşamak parçaları kaybolmuş bir yapbozu tamamlamaya çalışmak gibi. Hayatından hiçbir zaman tatmin olmayacaksın, tamamlanamayacaksın ve belki fırsatın olsa da beceremeyeceksin, elini yuzune bulastiracakmissin, tamamlayamayacakmissin da zaten gibi. Ortaya böyle yarım yarım, saçma sapan bir şeyler çıkacak ama bir yandan da devam etmek zorundasın gibi. Hoş, ortaya cikacak olan seyden o kadar hoşlanmıyorum ki kendimi her defasinda kendi gercekligimden kaçarken buluyorum. Kimi zaman bir dizi oluyor bu, kimi zaman bir film, bir kitap, belki bir şarkı... Böyle devam etmek zorundayım, çünkü devam etmek zorundayım ben de, herkes gibi. Böyle işte. Yo, hayır, başımdan öyle kocaman zorluklar falan da geçmedi, çilekeş bir hayat yaşamıyorum da. Sadece uzun zamandır böyle hissediyorum. Sadece korkunç bir hayal kırıklığı gibi geliyor bana yaşadığım bu hayat. Belki de hikayenin en başında bir şeyler icin fazla acgozluydum ve bu hayal kirikligiyla yaşamak benim cezam, lanetim oldu. Cunku soyle bir disaridan bakinca pek de bir sorun yokmus gibi görünüyor, hayir belki de hic yok. Bence hakikaten bizde bir sorun var gibi, Neverland. :)
YanıtlaSilBenim yorumuma ne oldu ki acaba ?
YanıtlaSilSpam klasörüne düşmüş blogger'ın yorum yönetim sayfasında. Ben mailimde görüp yayınlaya basmıştım, ondan sonra blogger kendisi spam a koymuş. Ben de anlamadım. Şimdi bulup, spam değil işaretledim.
SilAnladım :)
Sil