Gene öyle oldum. Gene hiçbir sebebi yokken. Gerçekten "hasta" olmak böyle bir şey demek ki. Çarşamba akşamıydı herhalde. İçimde sebepsizce yükselen bir panik duygusuyla evin içinde bir oraya bir buraya gitmeye başladım. F. ile konuşmuştum, The Golden Spoon(2022) diye bir dizi başlamıştı, onun ilk bölümünü açıp izlemiştim. Ve öyle birden birde artan bir yoğunlukla panik oturdu içime. Evden çıkmayı zerrece istemiyordum. İstemiyorum. O andan itibaren nasıl evden çıkmam diye panikle dolanıyorum. Mesela Başkent Kültür Yolu Festivali var gene, taa önceki hafta biletler almıştım hevesle. Bu akşam, tam bir saat sonra Mevlevihane'de bir etkinlik var, biletim var ve bugün kalktığımdan beri evin içinde gitmek istemiyorum diye sızlanarak dolaşıyorum. Sanki biri beni zorla oraya göndermeye çalışıyor gibi hissediyorum. İçimdeki o panikli kısım panik içinde hiçbir yere gitmek istemiyor. Diğer kısım ise manyak mısın ne güzel havalar bunlar çıksana dışarı biletin var biletin yanacak gitsene be kızım diye sinirle tokatlar atıyor. Çarşambadan beri festival için aldığım biletleri açığa almakla almamak arasında panikle dolanıyorum. Hele bir de Nisan'a, taa Nisan'a Seul bileti almıştım (bu konudan böyle bahsetmek istemiyordum, güzelce anlatacaktım ama gelenler geldi bana). Oraya da gidemem paniği içindeyim. Yapamam, iptal etmeliyim, napıyorum ben diye dolanıyorum. Demin kendimi kapıdan resmen fırlatarak markete gitmeyi başardım. Almam gereken bazı şeyleri ancak bir yerden isteyebiliyorum ve günlerdir bir türlü uygulamada müsait zaman çıkmıyor (evet migros senden bahsediyorum). Zar zor gidip, alışverişimi yapıp eve döndüm. Bu duyguyu tam açıklayabildim mi? İçimdeki iki ayrı kişiden o panikli olan kontrolü ele geçirdi. Diğeri içeride kızıp bağırıp duruyor. Bir yanım hiçbir şey yapamıyor, hiçbir şey yapamıyorum. Hayatla ilgili hiçbir şey yapmak istemiyorum. Dışarı çıkmak istemiyorum, konuşmak istemiyorum, planlar yapmak istemiyorum, düşünmek istemiyorum, giyinmek istemiyorum, yüzümü yıkamak istemiyorum, yorganın altında kaybolmak istiyorum. Diğer yanım da bir dolu plan yapmış, oraya gidecektim buraya gidecektim, onu yapacaktım bunu yapacaktım. Birisi zorla diğerine bunları yaptırmaya çalışıyor gibi panikliyorum.
Geçmesi gerek. Geçmesi gerek. Geçmesi gerek.
Ekim başladı. Ona odaklan. Ekim ayı. Ona odaklan.
Seni o kadar iyi anladım ki. Birkaç ay önce Fransa'ya gitmiştim. Şimdi kapı komşum olan çocukluk arkadaşıma gitmeyi düşünmek bile kalp ritmimi 150'ye çıkarıyor. Önceden yaptığım şeyleri düşününce de panik oluyorum. Geldiğimden beri odamdan çıkmadım ve birkaç ay oldu. Odamda vakit öldürüyorum. Şu yorumu yazabilmek bile saatlerimi aldı. O seyahati bu özelliğimden kurtulmak için planlamıştım. Gittim, geldim (kendime hayret ediyorum) ama hiçbir şey değişmedi.
YanıtlaSil"Şu yorumu yazabilmek bile saatlerimi aldı." Şu cümleyi okurken bir 2-3 sene öncesine döndüm. 11 yıldır blog yazıyorum ve bir dolu blog takip edip, okuyorum ama herhangi birine en ufak bir şey yazabilmek için bile ne uğraşlar veriyordum içimde. Şu son bir iki senedir işte, azimle düzelmeye başlamışım gibiydi. Bu yüzden burada asıl soru bu: Bir şeylerin değişmesini istiyor muyuz? İstiyorsak sanırım bu mücadelenin içine giriyoruz, çırpınıyoruz, debeleniyoruz, arada senin de yapabildiğin gibi başka bir ülkeye gidebiliyor, kafamızı bir anlığına da olsa suyun üstüne çıkarabiliyoruz. Sonra yine batıyoruz evet, ama bata çıka, düşe kalka bir şekilde ufak ufak değişebiliyoruz. Sorun şu ki, ancak gerçekten değişmesini istiyorsak bu debelenmeye girebiliriz. Ve onca yıl çırpınmaktan sonra anladım ki önemli olan cesaretle, azimle bu debelenmeye devam etmek. Batıp çıkacağını bilmek. Bugün bu cevabı yazabilecek cesaretim varken yarın işe gitmek için servise binerken insan göreceğim diye çarpıntıyla uyanacağımın farkındayım. Ama önemli olan, ondan sonraki gün çıkıp Nobel ödülü konuşması yapabilirim, bu cesareti bulabilirim ve bu biliyorum. Bu biliyor olmam, bunun farkında olmam bana güç veriyor. Umarım senin için de böyledir ya da olabilir.
Sil