17 Eylül 2022 Cumartesi

Alchemy of Souls (2022) - Ben böyle şey görmedim! İyi anlamda.

 




Hayali bir geçmişte ya da belki çoook uzak bir geçmişte, Daeho ülkesinin büyülü topraklarında gözü kara bir suikastçı, Naksu, güçlü büyücüleri, köklü büyücü ailelerinden gelen büyük büyücüleri tek tek öldürüyor. Ülkenin güçlü büyücü okulu Songrim'in başındaki Park Jin'in önderliğindeki büyücüler peşine düşüp, bir yerde Naksu'yu kıstırdıklarında yaralandığı için tek şansı kalıyor: 200 yıldır yasaklanan büyüyü yaparak, ruhunu başka bir bedene aktarmak. Ancak Naksu bu "ruhların simyası" adı verilen büyüyü yaparken, bir şeyler ters gidiyor ve seçtiği sağlıklı bedene değil, küçük bir köyden başkente gelmiş, fakir  kimsesiz, Mu Deok adlı, minyon, çelimsiz, üstüne üstlük bir de kör olan bir kızın bedenine girmiş halde buluyor kendini. Bu bedende niyeyse bir de büyü güçlerini kullanamadığını fark ediyor. Kaderin cilvesiyle karşılaştığı Jang Uk ile bir anlaşma yapmak zorunda kalıyor böylece. Mu Deok'un bedenindeki Naksu güçlerini geri kazanmaya çalışırken Jang Uk onu saklayıp barındıracak, karşılığında da küçükken enerji kapısı babası tarafından kapatıldığı için bir türlü büyü yapamayan ve Songrim'de eğitim alamayan Jang Uk'a eğitim verecek. Bu sırada bir yandan Songrim büyücüleri Naksu'yu aramaya ve kara büyüleri yapmaya devam eden gizli bir topluluğu ortaya çıkarmaya çalışıyor. Bir yandan bu ruhların simyasını yapmaya devam eden gizli topluluk, hain emellerini gerçekleştirebilmek için türlü oyunlar ortaya koyuyor.

Güney Kore dizi dünyasının ünlü senaristleri Hong kardeşlerin en son işi olan Alchemy of Souls, Güney Kore'nin tvN kanalında (ve adı batasıca Netflix'te) 18 Haziran-28 Ağustos arasında her biri yaklaşık 1,5 saatlik 20 bölüm halinde yayınlandı. Dizinin ilk haberleri düşmeye başladığında haliyle Hong kardeşler yazdığı için hem önce bir acaba neymiş diye heyecan yaptım, hem de nasıl yazdıklarını bildiğim için biraz isteksizdim. Bundan önce yazdıkları dizilerden Big(2012)'in ilk bölümünü bile bitirememiş, çok ses getiren ve efsaneler arasına giren Hotel del Luna(2019)'nın da ikinci bölümünde kaybolmuştum. Çok güzel olduklarının farkına varıyor olsam da yazdıkları dizileri izleyemiyordum. Oysa The Master's Sun(2013)'ı, My Girlfriend is A Gumiho(2010)'yu, Hong Gil Dong(2008)'u izlemek istiyorum gerçekten. Bu yüzden bu diziye de bir heves başladım.

İlk başta tarihi bir sette geçiyor gibi göründüğü için mutlu olmuştum ki bu kurgusal bir tarihti. Peki dedim, en azından kostümler ve mekanlar var. Kılıçlar ve büyü var. Ama sonra baktım yerde değil, masalarda yemek yeniyor. Erkeklerin saçları idol konserine çıkar gibi kuaförde yapılmış, rengarenk. Kadın karakterlerin manikürleri, göz çevresi boncukları Gangnam'da dolaşır gibi. Tarihi dramaların manyağı olan bünyem alarm vermeye başladı, iteledim. Önce çok ciddi sahnelerle açılan dizi, komedinin dibine vurdu. Ya da olaylar döndü döndü, düğümler birbirine girdi aha dedim kelleler havada uçuşacak çok üzüleceğim, yok bakamıyorum. Ağzımı açık bırakacak şekilde o düğümleri çözüp, en olmadık yerde komediye vurdular. En komedi oluyor gibi görünen yerlerde arkada acayip zekice hamleler aldı götürdü. Jung So Min'i çok severim diye bakıyorum zannettiğim ortamda her bir karakterin oyuncusuna sarılacak duruma geldim. Özel efektlerin kalitesi ve sağlamlığı karşısında her bölüm ekrana yapışıp kaldım. İlk başta aslında ben ne izliyorum diye kafam bir hayli karışmış şekilde izledim, onda yalan yok. Hiç alışık olmadığım tarzda bir şeyler dönüyor gibiydi ama adını koyamıyordum. Sonradan tee yıllar önce üniversitede izlediğim bir Çin yapımı filmi hatırladığımı fark ettim. Bambu ağaçlarının arasında uçuşup, birbirlerine kılıç sallayan karakterler gözümün önüne geliyordu ama adını bir türlü hatırlayamıyordum (hala hatırlayamıyorum). Nette biraz bakınınca aslında bu türün Wuxia adı verilen bir Çin roman türü olduğunu gördüm. Yerçekimsiz ortamda tablo gibi dövüşler yani. Zaten birkaç bölüm izleyen herkes ilk önce bu eleştiriyi yapmış görünüyordu. Bunun benim için kötü bir yanı yoktu tabi, hiç bu türde Çin dizisi izlememiştim, zaten benziyor olmasının da benim için bir sakıncası yoktu. Sadece çok ama çok tuhaf geldi ilk başta. Çünkü beynimi ilk etapta tarihi bir drama izleyecekmişim gibi kodlamıştım farkında olmadan. Ama dedim ya, ilk birkaç bölümden sonra hiçbir şeyin önemi kalmadı, yarattıkları dünyaya hoop diye dalıvermiş buldum kendimi. Tüm yönleriyle etraflıca çizilmiş bir evren yaratmışlardı ve onunla birlikte sürüklenebiliyordunuz.



Jung So Min'in o alttan alta gıcık eden ama kendini sevdiren oyunculuğuna yine bayıldım. Beni derinden etkileyen, favorilerimden biri olan Because This Is My First Life(2017)'tan beri hiçbir dizisinin doğru düzgün izleyemedim doğru. Bakıp bakıp kapattım hepsini. Ama umutluydum, bir gün yine beni etkileyen bir dizide oynayacaktı. Burada, senaryonun yazılışına uygun olarak tatlı-acı, yumuşak-sert, doğru-yanlış arasında şahane geçişlerle oynayışını izlemek çok keyifliydi. Karakter anlatımını iyi çözmüştü, bu sayede biz de çözebildiğimiz için çoğu yerde hep tahmin edebildiğimiz yalınlıkta oynadı.


Ki bu da beni hiçbir şekilde tahmin edemediğim bir karaktere getiriyor. Lee Jae Wook'u doğru düzgün hiçbir yerde izlememiştim. İzlediğim dizilerden birkaç tanesinde minicik ekranda görünmesinin dışında, delicesine sevdiğim, her kış izlemek istediğim When The Weather Is Fine(2020)'da yan rolde izlemiştim. Orada bile o küçücük rolde pasparlak parlıyordu. Burada ise acayip keyifli bir karakter yarattığını görünce izlemekten çok mutlu oldum. Her an ne yapacağı, ne tepki vereceği belli olmayan, her durumdan bir şekilde sıyrılabilen ama bir yandan güven veren, eğlendiren şahane bir karakter izlettirdi bize.


Bir de ilk defa izleme şansı bulduğum ve tanıştığım oyuncular vardı. Hwang Min Hyun mesela yakınlarda dağılan NU'EST grubunun üyesiymiş ve harika bir sese sahipmiş, dizideki en düzgün ve naif ama sıkmayan karaktere hayat verdi. Tanıştığıma çok sevindiğim Shin Seung Ho'yu kariyerinin belki de en manyak rollerinden birinde izleme şansım oldu. Veliaht prens olarak ortalıkta hep olmasını istediğimiz, adeta bir oyun değiştirici, yapıtaşı gibi hem de çok kahkahayı attıran, eğlencemizin yarısını ona borçlu olduğumuz mükemmel yazılmış bir karakteri canlandırdı. Park Jin karakteri ile Kim Do Ju karakterleri arasındaki dinamik izlemesi en keyifli sahneleri oluşturdu, çoğu zaman ulan buraya nereden geldik bir durun be ya dedirten cinsten ama aşırı eğlencelilerdi. Şu an hala Today's Webtoon'da izlediğim Im Chul Soo ise sonradan girip, vazgeçilmezimiz oldu. Sh**ting Stars(2022)'da çok sevdiğim Park So Jin'i küçük bir rol olsa da görmekten çok mutlu oldum. (Aslında o dizi daha önce yayınlandı ve haftalık izlemiştim ve onu önce yazmam gerekiyordu ama off işler güçler.)


Tüm yan karakterleri ve yan hikayeleriyle, müthiş yaratılmış evreniyle efsanelerin arasına çoktan katılan dizinin yarı yolundayken daha tabiki ikinci sezon haberi geldi. İkinci sezon haberiyle de Jung So Min'in rolünün bittiğine dair haberlerin dolanması ve ilk başta Naksu'nun asıl bedenini oynayan oyuncunun (Go Yoon Jung - Law School(2021)'da izlemiştim onu da, bir türlü yazamadığım dizilerden biri, orada pek güzeldi, zaten asıl işi modellikmiş) geri döneceğinin haberi ile biraz olayın nerelere varacağını çözmemiz üzdü ama olsundu, yolun sonu değil yolculuğun kendisi güzeldi. Zaten ben ilk açtığımda biliyordum ki bir Hong kardeşler dizisi size asla tatmin edici, mutluluk verici bir son sunmazdı. Neyse belki ikinci sezonda şaşırtırlar da bir kerecik daha olsun gerçek hayatta bulamadığımız mutluluğu kurgu evrenlerdeki büyülerde buluruz.

3 yorum:

  1. Aman allahım ne kadar da çok yazınız varmış. Sizden bu diziyi izleyip yorum yapmanızı rica ettim ya birde, buraları keşfedince kendimi aptal gibi hissettim malesef. Şimdi ben oturur ayçekirdeği eşliginde güzel güzel okurum arşivinizi. Unutmadan her zaman ki gibi fevkinde bir yazı olmuş. Bu arada dizideki müziklere bayıldım ben demedi deme :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ahh çok sevindim böyle yazdıklarımın okunacak olmasına, ciddiye alınmasına...Gerçekten, çok mutlu oldum şu an. Arşiv 2011'e kadar gidiyor ama aralarda pek depresif, iyi gelir mi bilmem :D Dizinin müzikleri bana izlerken o kadar kendini belli etmemişti, herhalde olaylara iyi gömülmüşüm. Ama sonradan, ikinci sezonu izlerken böyle arada ilk sezondan melodiler gelince kulağıma, direkt o ilk sezondaki hisleri, hatıraları geri getirebildiğini, aklıma yerleşmişliğini fark edince dedim tamam müzikler fark ettirmeden insana işlemiş.

      Sil
    2. Tamam anlaştık. İyi gelmeyen depresiflerde çığlıkkkkkkkk diye yorum yaparım :p

      Sil

So many books, so little time

Mesela.  En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk ...