Tam 20 yıl önce, 2001 yılının yaz aylarında (pek çok ülke için sonbahar ve kışın başlarında) The Fast and The Furios diye bir film gösterime girdi. Ken Li'nin Mayıs 1998'de Vibe'da yayınlanan "Racer X" isimli makalesinden ilham almıştı. Yönetmen Rob Cohen bu hikayeyi duyduktan ve Los Angeles'ta birkaç yarış izledikten sonra Universal'a gidip, haydi böyle bir film yapalım demiş. O zaman yayınlanmış olan makaleyi şuradan okuyabilirsiniz hatta. Filmde yasadışı sokak yarışları dünyasına gizli görevle gönderilen bir polisin, içine girdiği dünyada kendine bulduğu yeni dostlarla kurduğu ve içine adım attığı yepyeni bir hayatın hikayesini anlatıyordu. Hemen hemen tüm klişeleri barındırıyordu, ortada anlamsızca kalça sallayan seksi kadınlar dolaşıyordu, doğru düzgün içi dolu diyalog yoktu, aşırı düşünülmüş zeki bir gidişatı da yoktu. İlk bakışta, esinlendiği makaledeki gibi anormal yollarla hızlandırılmış, modifiye edilmiş arabalarla ölümüne yarışan tekinsiz tipleri, Los Angeles'ın suç dolu arka sokaklarını anlatıyor gibi görünüyordu ama filmi izledikten sonra, tıpkı gizli görevdeki polis Brian gibi biz de kendimizi gördüklerimize, yaşadıklarımıza kaptırmıştık. Dominic Torretto'yu ilk gördüğümüzde biz de Brian gibi, 1 saat 43 dakikalık filmin sonunda ailesinin bir parçası olmak isteyeceğimizi düşünmemiştik. İşte The Fast and The Furious'ı belki diğer suç, sokak yarışı, araba yarışı, aksiyon macera filmleri arasında kalbimize sokmayı başaran da buydu. Dom'un o kocaman, kaya gibi görüntüsünün, suratsız ifadesinin etrafında oluşan o sımsıkı güven verici aile hissi, hikayenin merkezine oturunca 20 yıl sürecek bir destan da başlamış oldu.
Sadece hikayenin kendisi değil, oyuncular da bizi bu hikayeye dahil eden büyük etkenlerdi. Vin Diesel ve Michelle Rodriguez'in suratsızlıkları bile onları ailemizin birer parçası gibi görmemizi engellemiyordu. Paul Walker henüz kariyerinin başında, klasik rüya adam tipindeydi zaten, tüm o serseri enerjisiyle filme kapılıyorduk.
Bu ilk filmde henüz Los Angeles sokaklarında, motor yağı ile kaplı halde dolaşmıştık. Sonradan "aile"yi oluşturacak pek çok karakter ile tanışmamıştık. Bu ilk film iki başrolü de dahil olmak üzere dublörlerine varana dek pek çok ödül aldı. Dünya çapında 207 milyon dolar hasılat da yapınca iki sene sonra ikinci film geldi: 2 Fast 2 Furious (2003). Miami merkezli bir uyuşturucu baronunu dize getirmeye çalışmalarını anlatan bu filmde şimdiki ailesinin iki üyesiyle tanışmıştık, Roman rolünde Tyrese Gibson ve Tej rolünde Ludacris. Ama kocaman bir eksik vardı, xXx(2002) çekiyor olduğu için bu filmde olmayan Vin Diesel'ın kaslı kütlesi kadar. Aslında stüdyonun bu ikinci film için oluşturduğu hikayeyi ve yaklaşımı beğenmediğinden reddetmiş Diesel filmde olmayı. Herhalde serinin en az beğenileni de bu filmdi. Bu filmin 3 yıl sonrasında ise ilginç bir deneme geldi, The Fast and The Furious:Tokyo Drift(2006). Filmin ismini ve yasa dışı sokak yarışı olayını alıp, neredeyse bir karate kid hikayesi ile buluşturan bu deneme, kendi başına keyifli bir film olarak görülebilse de tüm saga içinde biraz tuhaf bir yan kol olarak görünüyordu çünkü ilk iki filme bağlanan hemen hemen başka hiçbir şey yok gibiydi. Bir tek filmin sonunda Vin Diesel bir cameo ile yer alıyordu o kadar. Ama bu film de ailenin, sonradan önemli bir üyesi olan bir başka karakteri, Han'ı tanıştırmıştı.
Ama olayı bugün olduğu haline dönüştüren asıl film 2009'daki Fast & Furious'tı. İlk filmdeki ana kadro dönmüştü, Gal Gadot'un Giselle'i ile tanışmıştık, Han gelmişti. Hikaye olarak da F&F sagasının temel hikayesi bu filmde oluşturulmuştu, suçluları yine yarı suçlularla kovalayıp şehirden şehire patlamalı zıplamalı maceralara girişme. Bu film aslında hikayenin devamlılığı açısından ikinci filmin hemen ardında yer alıyor, bu filmdeki hikayenin devamı 5. ve 6. filmleri oluşturuyor. Tokyo Drift ise 6.filmden sonra yer alıyor hikaye açısından. Bu filmle birlikte her iki senede bir F&F filmi yapma geleneği de başlamış oldu ayrıca. 2011'de Fast Five, 2013'te Fast & Furious 6, 2015'te Furious 7 ve 2017'de The Fate of The Furious geldi. Hikaye her seferinde aynıydı aslında ama her iki senede bir hızlı arabalarla yapılanların limitleri biraz daha zorlandıkça ve oradan buradan sinirle ve taş gibi ifadeli suratlarla fırlayan yeni kaslı karakterler olaya dahil oldukça sanki heyecan her seferinde daha da artıyor gibiydi. Bu sene gelen F9 için neden 4 sene beklediklerini bilemiyorum, aslında 2019'da bir başka yan deneme de yaptılar: Fast & Furious Presents: Hobbs & Shaw. Şimdi ise söylenenlere göre 10. filmi iki bölüm halinde yapıyorlarmış. Hani tüm o gençlik kitaplarının son kitaplarını filme iki parça halinde uyarladılar ya, hah işte onun gibi bir şey. Artık herhalde o noktada bırakacaklar diye. Öyle ya Vin Diesel tüm o kaslarına rağmen 54 yaşına geldi. Gerçi Helen Mirren kraliçemize 76 yaşında Londra sokaklarında drift attırdıklarına göre Vin Diesel'e de 90 yaşında el freni çekilmiş arabayla Mars'a ayak bastırmamaları tuhaf olur gibime geliyor.
Peki bu filmde ne mi anlatılıyor? Bunun bir önemi var mı hakikaten? Her filmin sonunda bir yerlere dağılan ekip, her yeni filmin başında yine, yeni bir iş için bir araya gelmek zorunda kalıyor ve yine arabalar havada uçuşmuyor mu? Gerçi bu kez biraz değişik bir şeyler denemeye de çalışmamışlar değil. Ya da artık ileriye gidebilecek çok yer kalmadığından biraz da geriyi, geçmişi anlatalım demiş de olabilirler. Dom'un ve ailesinin gençliğine biraz giriyorlar hikaye içinde. Tam baba Torretto'nun yarış kazasında nasıl öldüğünü öğreniyoruz, hatta bu filmin alt yapısını da geçmişin o parçası oluşturuyor biraz. Hikayenin diğer parçaları da geçmişteki diğer noktalardan buraya ulaşmış oluyor, sadece Torretto ailesinin kişisel draması değil. Dom'un ve yeni tanıştığımız kardeşinin gençliklerini, ayrıca bir de Han'ın saga'nın toptan hikayesine arka plandaki katkısını izleyebiliyoruz. Yalnız Dom'un gençliğini oynayan arkadaş (Vinnie Bennett) Vin Diesel'ın gençliği gibi görünmektense tıpatıp Benicio Del Toro'nun bilgisayarda gençleştirilmiş hali gibi görünüyordu bana göre. Harbiden, çocukta acayip bir Benicio Del Toro havası var. Bakın hatta yan yana yaptım, aşağıya koyuyorum.
Bu filmde bir de, artık onlar da kendilerinin ve tüm bu filmlerde neler olduğunun farkında olduklarını göstermeye başlıyorlar. Çoğu replikte ve olayda karakterlerin kendilerini ti'ye aldıklarını görebiliyoruz, hikayeye de aynı bizim gibi baktıklarını anlayabiliyoruz. Sanırım bu da yine tüm bu F&F hikayesini bize sempatik hale getiren şeylerden biri. Tüm o uzak olduğumuz sokak yarışlarının, arabayla helikopter düşürmeler,n, gökdelen vurmaların, nitrojenle 500 basmaların meydana getirdiği hikayeye bu kadar dahil hissedebilmemizi sağlayan da bu.
Neyse bakalım 10. film(ler)de Brian'ı CGI'yla nasıl getirecekler?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder