17 günlük "evden uzakta"lığımdan dün sabah döndüm. Köye gitmiştim, annemlerin yanına. Yıllık izinden 5 gün almıştım, gerisi zaten bayram tatili derken, durmaksızın ev temizliği yaptığım, sofra toplayıp, bulaşık makinesi yerleştirip, boşalttığım, yeğenlerimin peşinden koştuğum, yılın diğer günlerinde iş yerindeyken yorulduğumdan daha fazla yorulduğum bir 17 gün geçirip gelmiş oldum. Abimler tatile gittiklerinden muhabbet kuşunu bana bıraktılar, evime döndüm ama şimdi de kuşla uğraşıyorum. Bir minik kuş, ne uğraşması diyebilirsiniz. Sözkonusu ben olunca her şey bir uğraşıya dönüşüyor. Hayvanlarla ne yapacağını bilemeyen bir insanım ben. Uzun zamandır da kendi başıma yaşadığım için kendi rutinlerim, belli bir düzenim var. Bu düzeni başka birisi veya başka bir canlı için değiştirmeye başladığım an sinirlerim bozuluyor, birden tüm dünyanın yükünü taşıyormuşum gibi hissetmeye başlıyorum. Bir de bu kuş çok yapışkan. Habire başıma, omzuma konuyor. Evin içinde, kendi evimin içinde kocaman hasır şapkayla dolaşıyorum. Dün akşam yatmam gereken saatte salon avizesinin üstüne kondu, inmeyi reddetti. Ben de kapıyı kapatıp, odama gittim. Gece üç buçukta, zifiri karanlıkta patır patır uçup, ötüyordu. Neyse ki kafesine sokmayı başardım da küçük odaya koyup, ben de yatağıma gönül rahatlığıyla gidebildim. Bilgisayarı bile açamadım bugün sabahtan beri, ne yaparsam yanıma geliyor. Bilgisayarın tuşlarını dişliyor, mouse'taki elimi kemirmeye çalışıyor. Çocuklarla da böyleyim, ben onlardan kaçıyorum, onlar üstüme geliyor ve tepkilerimi sallamıyorlar. Jack Nicholson'ın As Good As It Gets(1997) diye bir filmi var, aynı oradaki karakteri gibi miyim diye kendimden bir tiksiniyorum ama neyse.
Bu 17 gün içinde aslında misafirlerimizi de gezdirmek için birkaç yere gittim bu arada. Ama hiçbiri öyle planlı programlı ve kapsamlı geziler olmadıkları için çok da anlatmalıyım emin değilim. Başkalarıyla gezerken hiçbir şeyi görüp, hiçbir şeyin keyfini çıkaramıyorum çünkü. Yine de sanırım ayrı bir yazı olarak hepsini derleyebilirim. En azından siz de adlarını sanlarını falan duymuş olursunuz. Genel bir fikir verir.
Ağustosun sonuna tez teslimi var. En son word'ü kapatıp, nasıl bıraktımsa öyle duruyor. Bir an önce en son haline getirip, danışmanıma göstermem gerekiyor aslında. Olmamış, şunu düzelt bunu düzelt derse vaktim kalmaz çünkü. Bir an önce bitsin gitsin istiyorum ya. Gözümü kapatayım, açayım puff yok olmuş olsun olmaz mı? Ben ne zaman gerçekten istediğim bir şeyler hakkında tez yazabileceğim ya? Ne zaman gerçekten içimden gelerek, merak ederek, bir şeyler yaratarak tez hazırlayabileceğim? Ömrüm bitti, ömrüm tükendi ama ben hala bu gereksiz, saçma sapan şeylerle uğraşıyorum. 35'ime gelmişim hala neymiş tez verecekmişim (sıfır merak edip sıfır anladığım bir şey hakkında) de, sınavı geçecekmişim de uzman olacakmışım da maaşım yükselecekmiş de...Eee sonra...SONRA? Offff...Gene kendimi yanımdaki duvara fırlatmak istediğim noktaya getirdim bu yazıyı. Aferin bana.
Bu kuşu niye kafese sokuyoruz ya? Sıkılmıyor mu bu hayvan bu evin içinde zaten? Eziyet ediyormuşum gibi hissediyorum vallahi. Dışarıdan kuş seslerini ben duyuyorum, o duymuyor mudur? Yazık günah valla. Açacağım balkon kapısını çık git diyeceğim yeminle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder