Muhteşem Versailles Sarayı'nın ahalisi hep beraber okyanustaki görevinden dönecek olan gemiyi bekliyor. Genç bir rahip olan Yves, aynı zamanda bir doğa filozofu olarak krala inanılmaz bir deniz canavarı getiriyor. Kral XIV.Louis, 50li yaşlarında ama kendisi de Fransa'sı da altın çağını yaşıyor. Sarayda ilişkiler karmaşık, herkes kralın gücünden yararlanmak istiyor. Güç oyunları, entrikalar birbirine girmiş durumda. Tüm bunların ortasında Rahip Yves'in kız kardeşi Marie-Josephe, henüz çok genç, çok masum. Martinique'deki manastırdan sonra kendini birden Versailles'ın tüm bu karmaşasının içinde buluyor. Dahası, hayatı abisinin krala getirdiği deniz canavarıyla birlikte geri dönülemez bir biçimde değişiyor.
Vonda McIntyre Amerikalı bir bilimkurgu yazarı. 1948 doğumlu yazar, geçen sene ayrılmış dünyamızdan. Bu kitap (Goodreads'te Ay ve Güneş) ile ilk defa adını gördüm ben ama 70lerden beri bilimkurgu dünyasında oldukça tanınmış ve başarılı bir yazarmış. Nebulalar Hugolar havada uçuşuyor resmen biyografisine baktığımızda. Bu kitabı ile de 1997'de Nebula kazanmış zaten. Beni daha çok kapağındaki "alternatif tarih" ibaresi çekti kitaba. Güneş kral XIV.Louis dönemi, genel anlamda Fransa tarihi, biraz cahil kaldığım bir alan olduğu için o döneme, o tarihe dalmak için fantastik bir tarih yazımından daha iyi bir şey olamaz diye düşündüm. Kim bu lui diyorsanız, ki ben de diyordum, Versailles'ı yaptıran kral kendisi. Yani aslında babası XIII.Louis'nin av köşküymüş orada duran. Versailles diye bir orman köyünde, avlanmaya gittiklerinde kalmak için yani. Ama bizim lui takmış, ki bunun da hikayesi 2015-2018 arasında 3 sezon süren Versailles dizisinde anlatılıyor, burası benim kalem benim sarayım gücümün göstergesi olacak diye saraya çevirmeye (Versailles Sarayı'nı gezişimi şurada anlatmıştım). Sadece şimdinin bu ünlü sarayını yaptıran kral değil o, aynı zamanda 72 yıl Fransa tahtında kalarak antibiyotiklerin veya penisilinin olmadığı bir çağda manyak da bir iş başarmış bir insan evladı. Gerçi 5 yaşında tahta çıktığı için biraz avantajlı olmuş oluyor ama sonuçta çocukluğu bile sağlıkla atlatmanın zor olduğu bir çağ yani öyle düşünün. Hatta şöyle karşılaştırabiliriz: Lui tahta oturduğunda Osmanlı'da Sultan İbrahim padişah, hani şu Kösem'in azcık kafası değişik oğlu. Ardından IV.Mehmet, II.Süleyman, II.Ahmed, II.Mustafa ve III.Ahmed padişahlık yapıyor. Lui hala tahtta. En son işte buralarda Lale Devri'nin başlamasına 3 sene kala gidiyor. Off aklıma geldi, şahane de bir filmi var ya, 1998 yapımı The Man In The Iron Mask. Leo'nun bu krala hayat verdiği film en bir favorilerim arasındadır ha. Hatta bu Üç Silahşörler hikayesi falan hep onun döneminde, gerçi sanırım babasının döneminde başlıyor. Neyse ne diyordum? Kitap. Tamam.
Hikayemiz kesinlikle orijinal. Evet, ona bir şey diyemem. Yani bildiğimiz tarihin içine deniz kadını-adamı gibi fantastik öğeler sayılan şeyler atmak ne kadar orijinal de diyebilirsiniz ama hakkını yemeyelim, değişik. Ancak zaten yazarın - diğer pek çok fantasik/bilimkurgu yazarının da yaptığı gibi yapmaya çalıştığı şey aaa bak bak bak deniz insanları nasıl da oluyormuş gibi bir şey anlatmak değil, fantastik bir öğe üzerinden insan doğasına, insan beyninin kendisine ve çevresine yapabileceklerine dair bir hikaye anlatmak. 40-50 yıldır tahtta oturan ve artık gençliğinin o kuvveti, sağlığı kendinden uzaklaşan kralın gençliğini geri getirme bencilliği, ölümsüzlük açlığı üzerine bir arayışın etrafındakilere neler yaptığına dair bir hikaye de anlatıyor. Ve tabi, Versailles'ın 17.yy.ına baya gerçekçi bir bakış da sunuyor.
Vonda McIntyre |
Hikaye çok güzel okunuyordu evet, yine de bir soğukluk vardı bence. Tıpkı bu kitabı beğendiğini ifade etmiş olan Ursula K. LeGuin'in de yazdıklarını okuduğumda hissettiğim gibi, bir soğukluk. Bir mutsuzluk. Kötü olaylar olmasını falan kast etmiyorum ya da depresyonda karakterleri de kast etmiyorum. Bazı hikayeler mutsuz geliyor bana. İnsanı sarıp sarmalayamıyorlar yani. Bu da öyle bir kitaptı. Hikayesini sevdim ama bir şeyler eksik geldi hep. Karakterleri konuşurken çoğu zaman ayırt edemedim. Her birine ayrı bir soluk vermemiş gibi, birbirine girdi benim için hep. Yine de ben hikayeye konsantre olmaya çalıştım, karakterlere kendi hayallerimi verdim, öyle devam ettim. Girişi zor olan hikaye dediğim gibi ortalarda çok keyifliydi benim için, sona doğru ise yine bir içimi baydı, bitirişini ise ne yani hakikaten mi diyerek yaptım.
Kitabın bu arada yapımına 2014'te başlanmış bir de filmi varmış. İsmini "The King's Daughter" koymuşlar, kitapta hikayenin odak noktası bundan çoook uzakken hem de. IMDb'ye göre gösterim tarihi 2020 ama 2014-2015 civarında çekilip bitirilmiş film, yapımcının web sitesinde fragmanları bile var. Okuduklarımdan anladığım kadarıyla film 5-6 yıl önce bir hevesle çekilmiş, sonra az bir yerde gösterilecek derken gelin biz buna daha fazla efekttir şudur budur koyalım işi büyütelim, gösterimi de geniş olsun demişler. Odur budur derken sanıyorum film bir yerde gösterilmemiş henüz. Dağıtıcısı mı olmamış, kimselerle anlaşılamamış mı ne, öyle bir şeyler. Görüntülerinden gördüklerime göre ise film bir tuhaf olmuş. Pierce Brosnan'ı XIV.Louis olarak görüyoruz, o anlaşılabiliyor ama Kaya Scodelario'nun kitabın anlattığı masum ve cahil Marie-Josephe ile hiç ilgisi yok. Hele ki o kostümler ne öyle? 17.yy. ile alakası yok, yine bir kafamıza göre modernize edelim böyle bütçesi düşük olur demişler gibi. Ama en bir gözlerime inanamadığım durum ise Lucien de Barenton karakteri. Kitap boyunca da, en azından son 100 sayfaya kadar bu karakter ile ilgili durumu bir türlü algılayamamıştım ben zaten. Filmde de benim gibi bakmışlar duruma. Ben gerçeği kavradıktan sonra bile kafamda yine de onu öyle hayal etmek istemedim mesela, filmi yapanlar da tıpkı benim gibi hayal etmişler karakteri. Gönlümüzden böyle geçiyor o zaman böyle olsun amaaan diyerekten de, eh o zaman hikayenin çok büyük bir yapıtaşına sıva dökmüş olmuyor musunuz dostlarım?
Zaten ben kendimi de Elizabeth Olsen olarak hayal ediyorum. Her şey mümkün.
Bu arada bende kitabın İthaki Yayınları'ndan çıkan Aslı Genç çevirisiyle 2015 tarihli ilk basımı var. 544 sayfa. Yurtdışındaki basımına göre İthaki'nin kapağı, tasarımı muhteşem. Öyle çok fazla yazım hatasına da rastlamadım, tek tük. Taa yazın sipariş etmişim Kitap Yurdu'ndan. Ben aldığımda 23,50 tl imiş. Şimdi 47 tl görünüyor, ayrıca tükenmiş Kitap Yurdu'nda. Kitabın arka kapağında İthaki'nin bastığı fiyat 34 görünüyor, onun üstüne bir etiket yapıştırılmış 39 olarak, onun da üstüne en son 47 etiketi yapıştırılmış. Demek ki kitabı 5 liraya falan mal ediyorlar diye düşünüyor insan bu durumda. Idefix'te de stokta yok diyor. Ama HepsiBurada'da falan var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder