2 Eylül 2019 Pazartesi

“Autumn seemed to arrive suddenly that year. The morning of the first September was crisp and golden as an apple.”

Eylül gelmiş. Yaz bitiyor. Eskiden mevsimlerin doğuşunu, yavaş yavaş bitişini, ayın evrelerini, yağmurun yağışını, böyle şeyleri işte takip ederdim. Takip etmek doğru tabir mi oldu emin değilim, "farkında olurdum" olmalı bence doğrusu. Yaşadığımın farkında olurdum. Zamanın geçtiğinin. Bakardım, düşünürdüm. Üstüne bir şeyler okurdum. Gökyüzüne bakardım. Farkında olmaya çalışırdım.
Dün gece birden bire bakıp da eylülün birinin bile bittiğini görünce ne kadar zamandır farkında olmadığımı düşündüm. Ne kadar zamandır böyleyim acaba dedim. İpin ucunu kaçırmışım gibi. Nerede olduğumu bile bilmiyorum. Ne yapıyorum bilmiyorum. Yazmıyorum. Zaten sanırım kimse de yazmıyor. Buralar böyle görünüyor artık. Herkes instagrama gitti herhalde. Uzun uzun bir şeyler yazmak, düşünerek yazmak, okumak, birinin yazdığı cümleleri okumak hepimize zor geliyor gibi. Burası o kadar renkli de değil. Değil mi? Parıltılı değil, çabuk tepkimeye girmiyor. Her şeyin bir ömrü var gibi.
Ne diyordum? Her şey geçip duruyor ve ben koşturuyorum sanki. Artık mevsimleri göremiyorum, ayların değişmesini yakalayamıyorum. Rüya görmüyorum. Bomboş. Düşünmüyorum. Eskiden en çok yemek yerken hayal kurardım. Mutfak masasında hayallere dalardım. Birçok hikayeyi orada yaşardım. Şimdi bir şeyler yerken mutlaka bir şeyler izliyorum. Hatta bir şey izleyeceksem mutlaka yiyecek içecek bir şeyler almam gerekiyormuş gibi geliyor önüme. Yatarken de bir şeyler izliyorum. Öyle televizyonun karşısında uyuyakalmaktan bahsetmiyorum. Yatmaya karar veriyorum, uykum geliyor, öyleyse diş fırçalamak gibi, pijama giymek gibi, bir bölüm dizi açıyorum. Çünkü bir şey izlemeden yatarsam o yatağa, karanlıkta boş tavana bakarken kafamın bomboşluğunun içinde öylece kalakalmaktan korkuyorum. Evin sessiz olması, etraftan çıt çıkmaması çoğu insana korkutucu gelebilir, bana gelmiyor, ona alışalı çok oldu. Ama o sessizlikte kafamda da hiç ses olmaması korkutuyor beni. Boş. Bomboş. Hiçbir şey düşünmüyorum. Korkutucu olan bu.
Kendiliğinden oldu bu durum sanırım. Off anlatacak bir sürü şey var hem. Ama anlatmıyorum. Kafamın içinde sesler olmadığı için bir şeyler de anlatamıyorum herhalde. Tam iki hafta sonra son 7 aydır planladığım Barcelona-Paris-Amsterdam gezisine gideceğim. Bu iki hafta iş yerindeki odamda tek olacağım (yay!). Ekim'de nihayet lazer ameliyatı olabileceğim. Son 3 aydır öğle aralarında spora gidiyorum (spor dediğim şu a-b-c fitler var ya onlardan birinde hopla zıpla sporu). Yeni eve taşındığımdan beri eski evimden dolayı yapamadığımı söyleyip çemkirdiğim hiçbir şeyi yapmaya yeltenmedim mesela. Böyle böyle şeyler var. Aslında dünyanın zamanına sahipmişim gibi ama hiçbir şey yapmıyorum gibi. Keşke yapsam.
valla ben gördüğümden hiç böyle bir şey hatırlamıyorum ama yeniledilerse demek ki
ehem neyse, efenim bu Capitoline Tepesi'ndeki Jupiter Circus Maximus Tapınağı imiş.
Eylül ayı sembolizmde enerjiyi yeniden odaklamak anlamına geliyor. Romalılarımız eskiden eylülün 13'üne denk gelen zamanda Ludi Romani diye festival yaparlarmış. MÖ 366'da başlayan bu gelenekte ilk başlarda 12'si ile 16'sı arasında olurmuş festival. Atletizm oyunları, araba yarışları falan baya bir eğlenceli geçermiş. "Ludi" oyun demek oluyor. MÖ 204'ten itibarense 5'i ile 19'u arasına genişletmişler eğlenceyi. Festivalin ilk başta ortaya çıkışı ise çoook eski bir zaferin anısına kutlamalar yapmak amaçlı. Roma'nın ilk kurucuları olan 7 kral (9 muydu yoksa?) var. Bunlardan beşincisi olan Tarquinius Priscus'un Latinlere karşı kazanılan ilk zaferi, Apiolae zaferinin kutlaması olarak başlamış. Bu Tarquinius aynı zamanda Capitoline Tepesi ve Circus Maximus'u da kuran-belirleyen artık ne denirse o adam olduğu için festival alayı Capitoline Tepesi'ndeki Jupiter Optimus Maximus Tapınağı'nda başlıyormuş.
Yine aynı tarihlerde, Eylül'ün ortasında bir de böyle ziyafet günü gibi bir şeyleri var Romalı dostlarımızın. Şimdiki Şükran Günü tarzında, Minerva, Juno ve Jüpiter'e adaklar adayarak ziyafet çekiyorlar. Buna da Epulum Jovis deniyor. Tanrıların heykellerini de masaya koyuyorlar ve onlara yemekler sunuyorlar. Bir yandan da verdikleri her şey için bu tanrılara şükranlarını sunuyorlar. Ne kadar tanıdık geldi değil mi?
Bunun yanında yine aynı dostlarımız eylül ayının tanrısının, demircilik ve ateş tanrısı olan Vulcan olduğuna inandıklarından bu ay içinde yangınlar, volkanik patlamalar, depremler falan bekliyorlarmış. 
Anglo-Sakson kültüründe ise hasat mevsimi bu ay. Bundan da tam dizi ismi oluyor ha, Hasat Mevsimi, 9 eylül pazartesi başlıyor :) Britanya'da ise 29'u Michaelmas günü. Saint Michael the Archangel'ın günü (şimdi bunu size nasıl çevireyim, aziz maykıl mı diyeyim, melek maykıl mı diyeyim, acaba bizdeki mikail'e denk mi gelir bilemedim ki). Şeytanı cennetten kovarken bu aziz, şeytan böğürtlen çalılarına düşmüş. O yüzden de ayın 29'undan sonra böğürtlen yemek günah, lanetli, mazallah sonra.
Çin Ay Tanrıçası - Chang'e
Çin ve Vietnam'da kutlanan Zhong Qiu Jie var bir de bu ay. Onların ay takvimine göre hesaplanıyor, mid-autumn festivali oluyor. Bu sene mesela 13 eylül görünüyor. Ay takviminin 8.ayının 15.günü sonbahar hasadının bitişini simgeliyor. Ay festivali bir diğer adı. Dolunay en parlak günündeyken kutlanıyor çünkü. Çin mitolojisindeki ay tanrıçası Chang'e nin onuruna bu festival. Off aslında onun hikayesi de çok ilginç ama başları şişirmeyeyim şimdi. Geçen sene Huawei'den gelen ekip bu festivali için yapılan keklerden getirmişti, şahane bir şey, keşke her sene bu tarihte oralara gidebilsem.
Tüm bunlara bakarak aslında denebilir ki Eylül biraz da bir tür değerlendirme zamanı. Kış boyu uykusundan uyanıp hazırlandığı yazda insan neler başardı, neler yaptı, hangi noktaya geldi diye bakma zamanı. O kadar koşturduktan sonra durup da elimde ne var diye muhakeme etme zamanı. Kış karanlık örtüsünü bir kez daha örtmeden önce, tüm yaz boyu biriktirdiklerini biçme zamanı.
Haa bir de 22'si Hobbit Günü. Biliyoruz değil mi?
Aslında eylül ne güzel ay.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

eylülde

 Neden hep imkansızı istiyor ki canım? Oysa çok kolay olabilirdi. Elimi uzatsam alabileceğim mesafede duran şeyler. Çok kolay olabilirdi. He...