Onun yerine sürekli plan yaptım. Kafamdaki "ben"le gerçekte olduğum "ben" arasındaki uçurum pasifik okyanusunu içine doldurdu bir saatten sonra ama ben devam ettim plan yapmaya, kurmaya. Kafamda ben hep çantası sırtında, hani şu vakti zamanında nil karaibrahimgil'in turkcell reklamlarına çıktığı haldeki gibi birşeydim. Evde yatay pozisyonda film izlemeye bayılan bünyeme rağmen ısrarcıydım, öyle dağ tepe gezebilirdim.
Hakkımı yemeyelim. Denedim. Hatırı sayılır defalar hem de. Üniversitenin üçüncü senesinde staj yapmak yerine (aramızda kalsın, hem de turizm bakanlığına kabul edilmişken gitmeyip) atlayıp orta avrupa turuna gittim o sırt çantasıyla. Peşisıra uçaktan indiğimin ertesi günü aynı çantayla - hem de pek bir akıl sahibi davranış örneği göstererek çadırı ve uyku tulumunu bırakarak - müzik festivaline gittim. 3 gün çadırda gündüz yanarak, gece donarak, sadece bir havlunun üzerinde uyudum. Başka bir keresinde, bir sonbahar günü atlayıp ufacık bir kol çantasıyla eskişehir'e gittim, gidenin peşine takılarak. Haftasonu boyunca hiç tanımadığım insanların öğrenci evinde kaldım, gecenin ayazında incecik battaniyenin altında titredim. Biraz daha planlı, üsturuplu gezilerim de olmadı değil. Konya'yı daha temiz gezdim mesela, Bodrum'a da planlanmış tatil adı altında gitmeyi başardım. Tabi böyle şeyler yazınca bir an sanki acayip maceracı, gezmiş insan profili yarattım kendime, öyle gösterdim gibi oldu. Sakın. Öyle kendimce olduğuna inandığım insanla alakam bile yok bu konuda, birkaç yere gidip birkaç şey gördüm, o kadar.
sahili gördüm |
Tabi bir yaştan ve de "düzenli bir işe sahip insan" olduktan sonra "Olympos'a gidecem ben ya" serzenişleri aynı etkiyi yaratmıyor etrafta. Üniversitedeyken nasıl gideceksin oraya, nasıl kalacaksın, başına birşey gelir adı altında engellemelere girişilirken bu yaşta hepsi şuna dönüyor : Gidip doğru düzgün bir tatil yapsana. Doğru düzgünden ne kastettiklerini ben biliyorum, sanırım siz de biliyorsunuz ve eğer siz de öylesinin "doğru düzgün" olduğunu düşünüyorsanız yol yakınken okumayı bırakın yazdıklarımı. Çünkü ne kadar uğraşsanız da hayata hangi enlemden boylamdan gözlükten atkıdan baktığımı anlayamazsınız, sonra da benim o tüm bitmek bilmeyen iç bunaltıcı "kahrolsun hayat lanet gelsin sana kader" yakınmalarım bir avuç şımarık leblebisi gibi gelir, sıkılırsınız.
pansiyonlardan biri-çamlık galiba |
Bir de gideceğiniz vakitleri iyi ayarlayamanız lazım. Mesela kader bana bol miktarda taş koydu, ben yılmadım ama çok zorlandım. Gitmeyi planladığımız gün, cumartesi sabahı bir uyandım hastayım. Üstüne otobüs biletini ancak pazartesi akşamına bulabildik. Onun da üstüne pazar akşamı birşeyler atıştırırken dişim kırıldı, yarısıyla birlikte tüm dolgu elime geldi. Zorladım, pazartesi tüm gün çanta toplayıp hazırlandım, akşamında dişçiye gittim (ki aşık olmuş olabilirim :D ah bu başımdaki yaz havası :D ), tamamen uyuşmuş bir çene ve yüzle dolmuş yakalayıp otobüse yetiştim. Oluyor, olmuyor değil ama siz gene de zorlamayın, rahat rahat gidin.
Ankara'dan Olympos'a Finike otobüslerine binilerek gidilebiliyormuş, biz öyle öğrendik. Yaklaşık 9 saatlik bir yolculuğun ardından otobüs Olympos kavşağı denilen bir yol üstünde bırakıyor sizi ve sizin gibi gelmiş birkaç deliyi. Hep birlikte yol ortasında kalmış ördek yavruları gibi ana yolun karşısına geçiyorsunuz sabah mahmurluğunda ve aşağıya, Olympos'un içine giden minibüslerin durağına hoşgeliyorsunuz. Sabah güneşi yakmaya başlamışken manzara, ilk defa gelenler için, şok edici oluyor. Aralıktan görünen denizin mavisiyle parlayan göğün mavisini ayırmaya çabalayan bir dolu dağ, tepe, yeşillik. Tahta masalara, sıralara çantasını indiren ya bir sigara yakıyor ya da çay alıyor.
Biz arkadaşımla aynı şekilde indik, geçtik, manzaraya yuh dedik ama sonra durduk, aklımıza geldi. Kalacak yerimiz yoktu. Arkadaşım önce orada bekleyen gençlere - evet gençlere, çünkü onlar bizim gibi geç kalmamış güzel güzel üniversitedeyken gelmişlerdi buraya - sordu, öğrendi nerede kalıyorlar, neresi iyi, nerede ne var. Sonra oturduk her yeri aradık, yer var mı, tur var mı, uzaklık ne kadar falan diye sorduk. Uzaklık az önce de dediğim gibi hemen hemen aynı, pansiyonlar da sağladıkları konfor açısından benzer. Fiyatlar 35-65 arasında değişiyor sadece. O da yatakhane tipinden lüks odaya uzanan bir yol çünkü. Etkinlikler adı altındaki şeylerse bir yerde size kalmış. İster büyük bir yere gidip hazır ayağınıza gelen turlara, gezilere katılabilirsiniz isterseniz de daha ufak bir yerde kalıp sadece tur düzenleyen yerlerle konuşup ayarlayabilirsiniz. Her durumda türlü türlü yere tekne turuna gidebilir, kano gezisi, rafting, tırmanış, yanartaş gezisi gibi şeyler yapabilirsiniz.
kavşaktan bir baktık |
Devamında, tüm günkü tekne turu ve çıralı tırmanışını ikinci bölümde anlatacağım. Tabi artık onu da kaç günde yazarım bilmem. Bu kadarcık şeyi bile döndükten 4 gün sonra bitirebiliyorsam, varın siz düşünün gerisini :)
[bir de resimlerin tüm hakkı arkadaşımın fotoğraf makinesine ait. kimini o çekti kimini ben. benim pek zarar ziyan fujim açılmamakta ısrarcıydı da biraz.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder