16 Haziran 2012 Cumartesi

futubol şutubol

Futbola dair ilk hatırladıklarım sene 94'ten kalma. Kocaeli'de bunaltıcı sıcak yaz günlerinin deniz esintili akşamlarında babamın kocaman tüplü televizyonu sehpasıyla birlikte sürükleyerek balkona taşıdığını, antenle yarım saat uğraştıktan sonra karşısına hep birlikte kurulduğumuzu hatırlıyorum. Gece karanlık, bahçedeki zambaklar ve kaktüsler suskun ama bizim balkonda sesler, curcuna, ışıklar, kokular, hayat var. Çay kokusuna buz gibi karpuz kokuları karışıyor. Cırcır böcekleri bile kendinden geçercesine maçı anlatan spikeri bastıramıyor. Okumayı daha önceki yıl sökmüşüm, keloğlan, nasreddin hoca, cin ali kitaplarından başımı kaldırmıyorum, dünya hakkındaki tüm bildiklerim star ve show tv'nin gösterdiklerinden ibaret. Bu yüzden büyük olasılıkla o akşamlarda o ekrandaki yeşil sahada koşturan kötü kesimli formalı, acayip saç şekillerine sahip adamların neler yaptıklarına, ortada dönen olayın ne olduğuna dair pek bir fikrim yok. Ama her şeyi, o anları, o duyguları, o kokuları zihnime kazıyorum. Anlamasam da.
Ta ki 98 fransa'ya kadar. Bu olayın ne olduğunu işte tam olarak orada, o vakitte anlıyorum. Babam hiçbir zaman öyle küfrederek, fanatiklik boyutuna vararak takım tutarak futbol izleyen, takip eden bir insan olmadı. Zevk almak için, kendisi de yıllarca bu oyunu oynadığı için izledi hep. Gollerde heyecanlandı herkes gibi, hatalarda sinirlendi ama hiçbir zaman oturduğu yerdeki istifini, çatalındaki karpuzunu bozmadı. Annem de hep onunla birlikte izledi maçları. Bir gün olsun amaan bunu mu seyredeceğiz demedi. O da izliyordu maçları, o da heyecanlanıyordu, o da inceliyordu futbolcuları, kaleye bir türlü girmeyen topları, saçma kararlar veren hakemleri. Ayağına bir kere bile top değmemiş olsa da o ekranın karşısında elinde iki şiş, bazen dantel işi, kaçırmadan oturdu hep. Yorum yaptı, karıştı, heyecanlandı, sevindi, soru sordu. Ama en önemlisi zevk aldı, eğlendi, sevdi.
İşte belki de tam bu yüzden o öğleden sonrasında, G..teyzelerin salonundaki o kanepeye oturmuş efsane olmuş, bana göre efsane belki de, Arjantin-İngiltere maçını izlerken bende birşeyler yerine oturdu, birşeyler anlam kazandı. Annemler yine yaz sıcağının verdiği bunalmayla balkonda oturmuş çekirdek çitlerken ben sırf onların muhabbetlerinden kaçabilmek için içerde oturuyordum. Açık balkon kapısından sesleri geliyordu, televizyonun kumandası elimde ilerliyordum. Çok iyi hatırlıyorum, önce Athena'nın o ilk klibine rastladım. Skalonga. Bitene kadar ona baktım, delirmiştim resmen, ne manyak şeydi o öyle. Daha önce hiç öyle birşey dinlememiştim. Vay be dedim, çok eğleniyorum şu an. Sonra ilerledim kanallar arasında, maça denk geldim bir tane. İzlemeye başladım. G..teyzelerin koltuklarını hep bizimkilerden daha çok sevmiştim, evlerini de hatta. Zaten küçükken uzunca bir süre diğer evleri ve aileleri hep benimkinden daha çok sevdim. Ama o maç sırasında, o dakikalar boyunca hiçbiri kalmadı etrafımda. O salondan, o kanepeden çıktım, ekrandaki o yemyeşil sahadaydım. O binlerle birlikte o topa kilitlendim. Kulağımda hala Skalonga vardı, içimde kat be kat artan coşkusu.
Ve sonra birşey oldu. Peşpeşe birkaç şey aslında. Etkileri tüm ömrüm boyunca sürecek birkaç zincirleme şey. Spikerin Beckham diye çığırdığı sarışın mı sarışın bir İngiliz topu almış son sürat koşuyordu karşı kaleye doğru. Orta sahayı ya geçti ya geçmedi, Simeone diye bir Arjantinli'ye takıldı, düştü. Boylu boyunca yerdeydi. Hakem daha henüz Simeone'ye kartı göstermişti ki döndü, bir de Beckham'a kırmızıyı bastı. Tüm tribünler ve ekranın karşısındaki ben, manyakça bağırdık. Neler oluyordu, adam Beckham'ı düşürmüştü, öyleyse Beckham niye atılıyordu? Fişek gibi bir sinirle sahanın kenarına gitmekte olan Beckham'ın görüntülerinin arasında pozisyonun tekrarını getirdiler ekrana. Deli fişek sarışın adam, onu düşürene - hem de kendisi daha yerdeyken - tekmeyi basmış, düşürmüştü. Gene de anlamadım ben, anlamak istemedim.
Olmazdı öyle şey, iyi etmişti Beckham. Ya ne yapsaydı, yanına mı bıraksaydı? En az onun kadar delirmiştim. En az İngiltere seyircisi kadar delirmiştim. Ya da durun, onların binde biri kadar bile delirmiş olamazdım. Çünkü İngiltere o kupaya Beckham'ın bu salaklığı yüzünden veda etti büyük ölçüde, maç bir yönde giderken o saniyeden itibaren tam tersi istikamete döndü ve hem İngiltere'nin hem de Beckham'ın kaderi tamamen değişmiş oldu. Yeni yeni parlayan bu yakışıklı, şaheser gibi Manchasterlı futbolcu en dibe, en tepeye tırmanmak üzere düştü. Ama en önemlisi, ben orada o birkaç dakikada pek çok şeyi anladım, pek çok şeyi hissettim. Futbolu anladım, bu oyunun ne demek olduğunu anladım içimde, ta en derinde, hiç gitmemecesine.
Anlamıyorum bu yüzden her iki senede bir futbol şampiyonası olduğunda insanların gitgide daha az heyecanlı, daha fazla herşey normalmiş gibi davranmalarını. Hayat dursun istiyorum, onlar da heyecanlansın, onlar da hissetsin istiyorum. Çayımızı, çerezimizi alıp ekran başına kurulalım, hop oturup hop kalkarak, her bir pozisyonu tartışarak zevkini çıkaralım istiyorum. Gerçek futbol, saf katıksız futbol izleyelim istiyorum. Evimde olduğumu hissetmek istiyorum, uzun bir zamandır bana gerçekten evimdeymişim gibi, kendimmişim gibi hissettiren neredeyse tek futbol kaldı çünkü.
kaynak bbc
Biliyorum bir sürü şey vardı dert edinecek, edinmek gerekecek, haklısınız. Biliyorum. Ama bir başka direnme yoludur bu belki, bir başka isyan etme, karşı çıkma, dimdik durma, birleşme, anlama yoludur. Özgürlüğümüzü elimizden alabilirler bugün, bedenimize söz hakkını tanımayabilirler, biz uykudayken herşeyi halledebilirler, herşeyi satıp, ses çıkaranı susturup, düşünceleri yakabilirler bugün. Ama en azından, bunu alamazlar elimizden, futboldan aldığımız zevki, hissettiklerimizi bugün değil, hiçbir gün alamazlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

So many books, so little time

Mesela.  En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk ...