Annesi uyuşturucu bağımlısı olan ve nerdeyse sokakta yaşayan lise çağındaki Michael Oher'ın, Amerika'nın güneyli zengin tabakasının okuduğu bir okula kaydolmasıyla başlıyor hikayemiz. Herkes onu gerizekalı zannediyor, o hiç sesini çıkarmıyor, kimse ona yaklaşmıyor, o kimseye yaklaşmıyor şeklinde klasik durum devam ederken (ki bu arada Michael'ın cüssesi filmin her dakikasında birine birşey olacak da çocuğu hapse atacaklar diye insanın yüreğini ağzına getirip duruyor) zengin velilerden birinin Leigh Ann'in ve ailesinin Michael'ı evlerine ve dahası ailelerine almasıyla mutlu bir hale giriyor. Bedensel avantajının da sağladığı güçle Amerikan futbolu oynamaya başlıyor Koca Mike. Gerisinde yaşananlarsa pek çok yerde dendiği gibi ilham verici.
İnsanın içine dokunan filmlerden The Blind Side. Hani gözyaşı döktürmeden de olsa içinizi bir kırpık kırpık eder ya bazı hikayeler, onların en güzel bir şekilde işlenmişi. Bir de filmin sonunda jenerik yazıları geçerken gerçek Michael Oher'ın ve Tuohy ailesinin resimleri geçmesi, insanı hepten gülümsetiyor.
Oyunculukların rahat, yerinde ve kararında olmasının yanında Sandra Bullock'u en iyi kadın oyuncu adayı yapacak kadar da iyi olabildiğini düşünüyorum. Benim gözümde alabilir. Ama film açısından baktığımda, sanki daha çok hikayenin ve mesajların ön planda olduğu bir film olarak geldi bana. Yani sinema açısından bir büyüklük, çokluk hissi vermiyor gibi. Güzel değil mi, evet güzel derim. Ama vay be ne filmdi yerine de vay be ne hikayeydi derim. O yüzden de Sandra Bullock'un Oscar'ını kucaklamasına şaşırmıştım. Hem de öncesinde o kadar kesin belirtildiği halde alacağı. Seçilebileceğini düşünmemiştim filmi izledikten sonra. Ama tabi akademi bu, siyahi bir evsiz çocuğu yıldız yapan bir hristiyan beyaz üst sınıf ailenin ilham verici gerçek hikayesine oscar'ı vermek isterlerdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder