13 Ağustos 2023 Pazar

“Believe in yourself. You are braver than you think, more talented than you know, and capable of more than you imagine.”


 Son bir aydır böyle tuhaf bir ruh hali içindeyim. Aslında Seul'den döndüğümden beri içimdeydi ama sanırım araya kaynayıp gidiyordu. Sonunda kendini bam diye ortaya attı ve ben de tam olarak içine atladım. Temmuz'un 20'siydi sanırım, bir müzikal-tiyatroya gittim iş çıkışı. O akşam içimden fırladı bu duygu. O akşam anladım ki ben hiçbir şey yapmak istemiyorum.

Hiçbir şey yapmak istemiyorum çok geniş bir ifade oldu. Daha doğrusu şöyle olacak: Ben bu ülkede hiçbir şey yapmak istemiyorum. Bu ülke ile ilgili hiçbir şey beni ilgilendirmiyor. Merak etmiyorum. Heveslendirmiyor beni. Yani çıkıp da bir tiyatro oyunu izlemek istemiyorum burada, bir kafeye bile gidip oturmak istemiyorum. Anlamsız çünkü. Bayat. Sönük. Keyifsiz. Bu ülkedeki hiçbir şey artık güzel veya ilgi çekici gelmiyor bana. Böyle söyleyince de pek bir şımarık geliyor kulağa ama içimde hissettirdiği o değil. Yani şöyle düşünün, birine çok aşık olabilirsiniz değil mi? Birinden çok da nefret edebilirsiniz. Bu iki duygu da sonuçta birer duygu, bir yoğunlukları var, bir şey ifade ediyorlar. Nefret etmek bile o kişiye bir şey hissetmek sonuçta. Ben bu ülkeye hiçbir şey hissetmiyorum artık. Yani hayatıma daha doğrusu. Buradaki hayatım bana hiçbir şey ifade etmiyor. Evden çıkmak istemiyorum. Çıkıp nereye gideceğim ki? Gezilecek görülecek neresi var? Eğlenceli, huzurlu, ilginç ne var bu ülkede? Eskiden mesela her haftasonu bir şehri gezmeye mi gitsem derdim. İnternette sosyal medyada orası var burası var diye bir şeyler gördükçe kaydederdim. Çok anlamsız geliyor şu an. O kaydettiğim yerlere gittiğimde, o videolardaki gibi güzel olmadıklarını görmek için mi gideceğim? Etrafı doldurmuş görgüsüz "araplarla" karşılaşmak için mi gideceğim? İnsanı zorla ırkçı yaptılar ya. Araplar kelimesi altında aslında ırk olarak arapları kastetmediğimi anlamışsınızdır. Ülkenin her yerini dolduran o ortadoğulu ve doğunun tamamından gelen insanların oluşturduğu güruhu kastediyorum. Bir şehri gezmeye gitsem ne olacak? Fahiş fiyatlarla oturup bir yerde ağız tadıyla bir şeyler mi yiyebileceğim? Her adımımda başka bir esnaf beni soymaya çalışacak. Doğal güzellikler mi? Nerede mesela bir şelale var, bir göl kenarı var, bir orman, bir doğa harikası var, her yanının içine etmiş durumdalar. Daha birkaç sene önce aynısına denk gelmedim mi? Bizim köyün yakınlarında bir şelaleye gitmiştik gezmeye, suyun hemen kenarında örtüleri sermiş, oturmuş çoluk çocuk mangal yakanlar, pislik çöpler içinde suya atlayıp atlayıp kenara donlarıyla çıkanlar...Kenarına fırsat bilip kondurulmuş bir kafe benzeri yapının pisliği, tuvalet gibi yerlerin akıllara zararlığı...Bu ülkedeki her yer böyle. Her-bir-yer-böyle.

Bir anda gelmiş gibi duruyor bu ama sanırım uzun uzun yılların birikimi. 2008'den beri onca ülke, şehir, yaşam gördükten sonra kafama dank etmiş durumda. İnsanlar keyifle yaşamak için bir şeyler yapıyorlar ya nereye gittiysem. Seul'de mesela dağların her yanına güzel güzel yürüyüş rotaları yapmışlar, herkes canı sıkıldı mı en basiti yürüyor. Güvenli, düzenli, temiz, keyifli. Ben şimdi Ankara'da minik bir dağ yürüyüşü yapayım desem nereye gideceğim? Şehrin kalesine bile gidemiyorum tinercisinden hırlı hırsızından. Öğlenleri iş yerinin etrafında yürüyeyim azcık diyorum, her gün 35 kere ölümden dönüyorum. Dışarıda araba teröründen yürüyemiyorum. Kurallara, ışıklara uyan bir tane canlı yok. Işıklara uyan tek kişi olduğum için her gün tüm arabalar beni ezmeye çalışıyor. Göçmenleri doluştuğu, hırsızlığın tavan yaptığı Roma'nın sidik ve çöp kokulu sokaklarında bile yola adımımı atacağımı düşündükleri anda arabalar duruyordu. Işıkları, kuralları geçtim, sırf bir yaya karşıdan karşıya geçecek diye en işlek caddede trafik duruyordu. Bu ülkenin kültüründe hayattan keyif alma diye bir şey yok. Hatta artıyorum, Orta Asya'dan beri "keyif" diye bir şey hayatlarına girmemiş. Estetik algısı, düzenlilik, güzellik diye bir şey yok. Her yer ucube gibi görünüyor. Hayatımız her an hayatta kalma modunda geçiyor. Her an nereden üstüme bir şey gelecek, nereden biri bir şey bana saldıracak, her an hangi şey daha kötüye gidecek diye kendimizi kollamakla geçiyor. Temmuz'un 20'sinden beri dışarı çıkmadım. Sadece işe gittim geldim. Mecburen. Ki o da çok yoğun geçiyor. Geçen haftasonu da ofisteydim. Ne için? Anlamı ne? Serviste, iş yerinde, dışarıda orada burada insanlar konuşurken dinliyorum. Dertleri o kadar salakça geliyor ki. Ne yatırım mı yapacaksınız, hah. Sanki tüm o arap şeyhlerinden ruslardan ingilizlerden alınacak ev arsa bir şey kaldı da. Ne tatile mi gideceksiniz, güneye mi, ahahah. Aynı paraya gidip İskoçya'da şato alabilirdiniz ama olsun, siz bilirsiniz, vıcık vıcık bir dolu görgüsüz ve cahil insanla aynı havuza girmeyi istiyor olabilirsiniz. Hıı çocuk yapın evet, bu ülkede çok mantıklı. 

Arkadaşım T. 'nin bu arada her dışarı çağırmasına, her şuraya gidelim mi buraya gidelim mi bunu yapalım mı bak şöyle bir şey varmış bilet alayım mı demelerine hayır dedim. Nasıl açıklayacağımı bilemiyordum çünkü, sadece canım istemiyor deyip kestirip attım. Arada baya bozuldu bana, fark ettim ama sorunun onunla ilgisi olmadığını anlatamazdım ki. Anlamazdı. Benimle aynı şeyleri hissetmiyor çünkü. Aynı şeyleri görmedi, aynı hayatları görmedi. Ahh artık gerçekten romanlardaki dizilerdeki bir vampir gibi hissediyorum. Bir dolu hayat yaşamışım, her birindeki herkes zamanı gelince ölmüş gitmiş (benim durumumda hayatımdan çıkarmış olduğum için ölmüş gibiler gibi) ve başka bir kimlikle başka bir hayata geçiş yapmışım. Farklı yerlerde, farklı insanlarla bambaşka kişiliklerde yaşamışım. Ama hepsi içimde, hepsi benimle, hepsini hatırlıyorum. Oysa onun yaşadığı, bildiği bir hayat var. Onu hala heveslendiren, merak ettiği, yaşamak istediği. Bu yüzden şuraya gidelim mi sorusuna hayır dediğimde direkt benimle gelmek istemiyor, bana bir garezi var diye düşünüyor. Aslında arada ona da sinirleniyorum sebepsizce. Bir yere gidelim mi dediğinde öyle anlamsız bir şekilde sinirleniyorum, ne bu heves ne bu gezme aşkı nedir bu yani diye içimde bir öfke patlaması oluyor. Oysa bana ne değil mi onun gezmek istemesinden? Yaşamak istemesinden? Gerçi bir parçam şeyden dolayı kızıyor, hayır demek benim için aşırı zor bir şey olduğundan kendimi zorlanmış gibi hissettirmesi beni deli ediyor. Bana bir şey sorarak, bir şey önererek beni zorluyormuş, kolumdan sürüklüyormuş gibi hissediyorum. Hayır dediğim her seferinde onu çok üzdüm diye içim içimi yiyor ve kendime sinir oluyorum niye için içini yiyor diye. İstemiyorsun işte, istemediğin bir şeye hayır dedin ne var bunda diye kavga kopuyor içeride. Yani bana her gezelim mi dediğinde boğazına yapışmak istiyorum, çok kötü bir dürtü bu ama geliveriyor işte. Aynı şey bir şey isteyenlere de oluyor. Benden en ufak bir şey istediklerinde aynı şekilde yüzlerine asit kusmak istiyorum. İstemeyin benden hiçbir şey! diye. Çünkü hayır demem gerekiyor ve hayır demek beni içten tüketiyor. Hayır diyemeyeceğim diye çok korkuyorum. Bu beni öldürüyor. Bunu bilen hiç kimse benimle arkadaş olmayı geçtim, bana selam bile vermek istemez ya neyse. 

Bir dün çıktım işte. Düne kadar arada bir kere -  o da önceden biletlerini almış olduğum için - CSO'da bir konsere gittim. Dünse Kore Kültür Merkezi'nin K-pop yarışması vardı. Bir orada, performansları izlerken biraz keyiflenebildim. Dosdoğru eve geldim sonra. Bir kafeye bir yere mi gideyim? Ne anlamı var? Hepsi birbirinin aynı dekorlar. Bir tane iyi kahve yapan yer yok. Kahve uzmanı bile değilim, gene de kötü kahveler düşünün. Hem o kadar paranın aynısını Seul'de verdiğimde dünyada görebileceğim en ilginç en keyifli yerlerde oturup, en lezzetli şeyleri içmiştim. Magandası, yerlere tüküreni olmayan park bahçe mi var da gidip oturayım?

Ahh gene gaza geldim. Ekranı açtığımda bu kadar sinirli değildim. Sadece içimdeki duyguyu açıklayacaktım. Yazdıkça gaza geldim. Kendi kendimi sinirlendirdim. Gerçekten gitmek istiyorum. Daha huzurlu bir hayat mümkün. Daha keyifli. Daha insani. Tek bir hayat yaşıyorum, tek bir şansım var, öyleyse neden bunları çekiyorum? Benden daha iyi yaşayanlardan kafam daha mı az çalışıyor, yeteneklerim kültürüm daha mı az? Sadece çok fena yanlış seçimler yaptım, biraz da ortalamanın üstünde saf ve ebleğim ve aşırı tembelim ama tüm o gördüğüm insanlardan çok daha iyisini hak ediyorum. Evet ediyorum. Artık buna inanıyorum.

7 yorum:

  1. Bunları okurken her kelimesi bana aitmiş gibi geldi nedense :) Hissettiklerimi, duygu ve düşüncelerimi sizin hikayenizde okumak aynı duyguları yaşıyor olmak, beni oldukça rahatlattı diyebilirim. Yalnız hissettirmediğin için bir ömür müteşekkir kalacağım size. Kafamıza birer huni takıp gezmeye az kaldı gibi hissediyorum sayın hikayeci :D Peki tüm bunlar yaşam enerjimizi emerken, neden hala burada yaşamaya devam ediyoruz da si....r olup gidemiyoruz ? Varmı sende bunun bir cevabı ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aslında cevabı çok basit ama bir yandan da çok zor bir cevap bu. Bence tamamen cesaretle ilgili. Cesur bir çocuk olarak gelmişsek bu dünyaya, her şey kolay.

      Sil
  2. Hocam, ben okuyup bitirdim di. Yeni eklemeler yapmışsınız. Her saniyede burada olamam ki. Biz takipçilerede azami saygı lütfen ;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Saygım sonsuz okuyuculara ama benim de aklım yarım, yazıyı yazmaya oturunca anlatacaklarımı unutup, bazen tamamen başka şeyler anlatabiliyorum. Yazıp, bitirip, evin içinde dolaşırken aklıma geliyor :D

      Sil
  3. Henüz yirmilerin ilk yarısından benzer hisler taşıyorum ben de :) En azından otuzlara gelmeden herhangi bir birinci dünya ülkesinde - ahsdjfj inanın hiç farketmez - kendi düzenimi kursam, hayata ve yaşamaya hevesim artacak ama düşük bir ihtimal, ahaha. Ben de genelde olmayacak hayallerle kendimi kandırıyorum ve kurgu işlerde kayboluyorum. Ve bir de her şeye rağmen, Türklere, Türkiye'ye ve turistlere rağmen, ailemin önce Kırım'dan, sonra balkanlardan gelip de İstanbul'a yerleştiği üç kuşaktır yaşadığımız bu şehri öğrenme hevesi var içimde. Sadece şehrin bir ucunda oturmuyor olsaydım suriçini daha sık gezebilme fırsatım olacaktı :) Yine de bir iki arkadaşla gezmeye çalışıyoruz tarihi semtleri bakalım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ahh yirmilerin ilk yarısı...Şimdi orada olmak için neler vermezdim. Ama bu kafamla. Bu bildiklerimle ve yaşadıklarımla. O yüzden bence içinden ne nasıl geliyorsa yapmaya çalış. Bir yerden atlanacaksa, bir suya dalınacaksa tam yapabileceğin bir zamandasın çünkü. Öyle gelmiyor olabilir, öyle görünmüyor olabilir, bana da öyle geliyordu ama 10 yıl sonra aslında öyle olmadığını görünce çok üzülüceksin.

      Sil
  4. O hiçbir şey hissetmemenin boşluğunu biliyorsan, sanırım neden nefret etmenin bile daha iyi olduğunu anlarsın diye düşünüyorum ama anlamıyor olman daha güzel olurdu :)

    YanıtlaSil

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...