21 Nisan 2019 Pazar

Ufak Bir Giresun Gezisi

Geçen hafta yıllık iznimden beş günü alıp, köye annemlerin yanına gittim. Bir süredir gitmeyi düşünüyordum, sonunda önceki hafta iş yerindeki arızalarla (mecaz değil, hakikaten teknik arızalarla:) ) uğraşıp, yorgun düştükten sonra dedim ben bir kaçayım. Annem de hava günlük güneşlik deyince, atladım gittim. Ama tabi ben gidince geleneğini hiç bozmadı Karadeniz, yağmur-fırtına-rüzgar bir hafta boyunca durmadı.
Havanın nispeten fırtınalar estirmedi bir gün şehre inmişken, dedik bir Giresun'a gidelim madem. Öyle plansız bir geziydi, çok da vaktimiz yoktu. Kent merkezine girmek üzereyken telefondan hemen google'ın seyahat önerilerine şöyle bir bakacak vaktim oldu, elimizdeki zamana göre de ancak iki yere bakabileceğimize karar verdik: Kale ve müze.
Giresun Kalesi şehrin merkezinde, kolaylıkla bulunabiliyor. Kaleye çıkan yol boyunca tabelalar var. Ama o kaleye çıkan yol ne dik o yol be. Böyle taş döşeli, dimdik yokuştan arabalar zar zor çıkıyor. Döne döne artık gökyüzüne çıktım dediğiniz noktada kalenin dış surlarına ulaşıyorsunuz. Orada hemen büfe-hediyelik eşya dükkanının yer aldığı kısımda arabadan inip, dolaşmaya başlayabilirsiniz. Ben o noktada dikildiğimde hakikaten şaşırdığım bir manzarayla karşılaştım. Önümde kocaman ama yarı yıkılmış sur duvarları ve gerisinde yüksek kule yer alırken alabildiğine yeşillik ve çiçeklerin arasında piknik masalarında oturan, atıştıran insanların olduğu manzara hiç beklemediğim bir şeydi. Burası şehrin gayet güzel bir noktasıymış meğer ve gün içinde insanların gelip oturabildiği, vakit geçirebildiği sevimli bir yere dönüşmüş resmen şehrin kalesi (Ankara'dan nefret ediyorum nefret ediyorum çok büyük nefret ediyorum). Zaten hemen sağ tarafta ilerideki merdivenlere yönelip çıkmaya başladığınızda da enfes bir deniz manzarası belirmeye başlıyor ki aman yarabbi nerenin fotoğrafını çeksem nasıl çeksem diye elim ayağıma dolaştı. Merdivenleri tırmanıp, surların içine girince iç kale kısmında da yine çiçekler ağaçlar karşılıyor insanı. Bu kısımda denize doğru uzanan seyir terası gibi bir bölüm var, oraya geçip herkes fotoğraf çektirebiliyor.

Kale burada da hemen her şehirde olduğu gibi kentin etrafında geliştiği, büyüdüğü yer. Tam olarak yapım zamanı ve kimler tarafından yapıldığı belirlenememiş. Bilinen en erken kayıt, M.Ö.190-169 yılları arasını tarih olarak verebildiğimiz Pontus Kralı I.Pharnakes'in zamanında kalenin olduğu bölgeye onun hakim olduğu yönünde. Bu durumda da en azından o tarihlerde kalenin var olduğunu söyleyebiliyoruz. Türkler gelene kadar Miletli koloniciler ve Cenevizli denizciler kalenin sakinleri arasında yer almış. Roma döneminde surlar onarım görmüş, bugünse bir kısmı yıkılmış durumda. 1461'de Fatih Sultan Mehmet Trabzon'u fethedip dönerken bu kale ve şehri de hiç öyle savaş mücadele falan etmeden Osmanlı topraklarına katmış.
kaynak: Türkiye Kültür Portalı
Büfenin olduğu kısımda durduğunuzda sağ tarafınızda ise yüksekçe bir tepecik üstünde bir anıt mezar yer alıyor. Burada Balkan Savaşları'nda ve Kurtuluş Savaşı'nda görev almış Osman Ağa'nın mezarı var. Ufak bir anıt, tepenin en üstünde, dik merdivenlerle ulaşılıyor. Mezar taşındaki özgeçmiş yazısı gayet açıklayıcı ve bilgilendirici. Mezarın yanından aşağıya baktığınızda alabildiğine Giresun gözlerinizin önünde.
İşte müze binası - ön cephe ve arka cephe
Kaleden inince yine merkezden çok uzaklaşmadan müzeye ulaşılabiliyor. Yalnız burası çok hoşuma gitti, gerçi kale de aynı şekilde çok mutlu etmişti ama müzenin binası inanılmaz güzel göründü gözüme o gün. Kentin en eski yerleşim yeri Gogora Mahallesi'ymiş, şimdiki adıyla Zeytinlik. İşte bu mahallenin kilisesiymiş burası. 19.yy.da yapılmış, üç nefli bazilikal planlı. 1924'e kadar aynı böyle kilise olarak hizmet vermiş, o sene mübadele olmuş. 1924-1948 arası boş kalmış, 1948-1967 arasında ise cezaevi olarak kullanılmış ki nasıl olur?! Böylesi güzel bir yapı, dahası içerisi öyle büyük geniş falan da değil, yani mimari olarak da bence uygun değil ama tabi ben ne anlarım. 1988'den beri de şimdiki müze olarak ortaya çıkmış.
Girişte herhangi bir ücret ödenmiyor, görevliye broşür sordum ama yoktu. Sadece genel bir Giresun kitapçığı vardı, onu verdi. Yani müzeyi biraz bodoslama gezdim anlayacağınız. Binadan gözlerimi alamadım ama bahçesi de hoş, sevimli. Sol taraftaki duvarlar boyunca Osmanlı ve Roma dönemlerine ait mezar taşları sıralanmış. Müzenin kapısından girdiğinizde ise ikiye ayrılan bir tabela karşılıyor: Sol tarafa Arkeoloji, sağ tarafa Etnografi demişler. Eserler bu şekilde yerleştirilmiş. Daha çok bağışlanan parçalar var vitrinlerde. Arkeoloji kısmında eserler M.Ö.3000'den Roma dönemine kadar uzanıyor. Etnografi kısmında ise saatlerden tutun da siniler, sofralar, soba, kıyafetler gibi eserler var. Yani Eski Tunç, Hitit, Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait eserleri görebiliyoruz. Sergileme güzel ama ışık biraz yetersiz gibiydi. Bir de tabi çok açıklayıcı bilgiler yok, al işte bu çömlek şu tarihten diye yazıp geçmişler.




Eserleri dolaşa dolaşa arka kapıya geliyorsunuz, buradan arka bahçeye çıkınca bu sefer de mahzene inebiliyorsunuz ayrı bir girişten. Mahzen iki odalı, fazla büyük bir şey canlanmasın gözünüzde. Burada da amforaları dizmişler duvarlar boyunca ama hiçbir şey yazmıyor. Kim niye neden nasıl belli değil.
İşte mahzen
Dediğim gibi benim vaktim azdı, bu yüzden şimdilik böyle şipşak bir gezi oldu ama Giresun'a yolunuz düşerse bir dolu görülecek yer var. Çevre ilçelerindeki sarp kaleleri kastetmiyorum, hemen şehrin merkezinde, kaleden inerken arabanın camına yapışıp aa burası da neymiş vaaay şurası da acayip güzel görünüyor diye diye hayıflanıp durduğum pek çok yer vardı. Hatta bir de meşhur adası var ama biz hiç yeltenemedik bile. Sanırım şu linkte kolayca bulabilirsiniz bu yerleri.
Ben müzede çalışmak istiyorum ya. Müzelerde. Böyle yerlerde. Böyle şeylerle uğraşmak istiyorum. Tüm gün bunları görmek istiyorum. Üniversitede bunları araştırmak istiyorum. Bunları yazmak istiyorum. Bunları arasında nefes aldığımı hissediyorum. Çok mutsuz oldum şu an yine. Aşırı mutsuzum şu an. Yarın o işyerine gidip, tüm gün oturup switchlere routerlara bakmak istemiyorum ben ya. Nefret ediyorum. Tiksiniyorum. Boğuluyorum. Neden kurtulamıyorum?

2 yorum:

  1. Seni çok iyi anlıyorum acını paylaşıyorum.
    Ama umudunu kaybetme.
    bir gün çalışmak zorunda olmayacak kadar zengin ol inşallah.
    Piyango almayı da ihmal etme.

    Ben de 'gezici müze gönüllüsü' diye bir kavram geliştirmek istiyorum.
    Her ay bir müzeye kapak atıp, katalog, kitapçık düzenleme, çeviri, web sitesi güncelleme , sosyal medya tanıtımı , temizlik. Hassas taşıma falan ne varsa yapayım. Sonunda da şöyle bi bakayım olmuş mu diye. Gönül rahatlığıyla diğer müzeye geçeyim.





    YanıtlaSil
  2. Harika bir tanıtım, ben en çok Bulancak'ı severim.

    YanıtlaSil

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...