Havanın nispeten fırtınalar estirmedi bir gün şehre inmişken, dedik bir Giresun'a gidelim madem. Öyle plansız bir geziydi, çok da vaktimiz yoktu. Kent merkezine girmek üzereyken telefondan hemen google'ın seyahat önerilerine şöyle bir bakacak vaktim oldu, elimizdeki zamana göre de ancak iki yere bakabileceğimize karar verdik: Kale ve müze.
Giresun Kalesi şehrin merkezinde, kolaylıkla bulunabiliyor. Kaleye çıkan yol boyunca tabelalar var. Ama o kaleye çıkan yol ne dik o yol be. Böyle taş döşeli, dimdik yokuştan arabalar zar zor çıkıyor. Döne döne artık gökyüzüne çıktım dediğiniz noktada kalenin dış surlarına ulaşıyorsunuz. Orada hemen büfe-hediyelik eşya dükkanının yer aldığı kısımda arabadan inip, dolaşmaya başlayabilirsiniz. Ben o noktada dikildiğimde hakikaten şaşırdığım bir manzarayla karşılaştım. Önümde kocaman ama yarı yıkılmış sur duvarları ve gerisinde yüksek kule yer alırken alabildiğine yeşillik ve çiçeklerin arasında piknik masalarında oturan, atıştıran insanların olduğu manzara hiç beklemediğim bir şeydi. Burası şehrin gayet güzel bir noktasıymış meğer ve gün içinde insanların gelip oturabildiği, vakit geçirebildiği sevimli bir yere dönüşmüş resmen şehrin kalesi (Ankara'dan nefret ediyorum nefret ediyorum çok büyük nefret ediyorum). Zaten hemen sağ tarafta ilerideki merdivenlere yönelip çıkmaya başladığınızda da enfes bir deniz manzarası belirmeye başlıyor ki aman yarabbi nerenin fotoğrafını çeksem nasıl çeksem diye elim ayağıma dolaştı. Merdivenleri tırmanıp, surların içine girince iç kale kısmında da yine çiçekler ağaçlar karşılıyor insanı. Bu kısımda denize doğru uzanan seyir terası gibi bir bölüm var, oraya geçip herkes fotoğraf çektirebiliyor.
Kale burada da hemen her şehirde olduğu gibi kentin etrafında geliştiği, büyüdüğü yer. Tam olarak yapım zamanı ve kimler tarafından yapıldığı belirlenememiş. Bilinen en erken kayıt, M.Ö.190-169 yılları arasını tarih olarak verebildiğimiz Pontus Kralı I.Pharnakes'in zamanında kalenin olduğu bölgeye onun hakim olduğu yönünde. Bu durumda da en azından o tarihlerde kalenin var olduğunu söyleyebiliyoruz. Türkler gelene kadar Miletli koloniciler ve Cenevizli denizciler kalenin sakinleri arasında yer almış. Roma döneminde surlar onarım görmüş, bugünse bir kısmı yıkılmış durumda. 1461'de Fatih Sultan Mehmet Trabzon'u fethedip dönerken bu kale ve şehri de hiç öyle savaş mücadele falan etmeden Osmanlı topraklarına katmış.
kaynak: Türkiye Kültür Portalı |
İşte müze binası - ön cephe ve arka cephe |
Girişte herhangi bir ücret ödenmiyor, görevliye broşür sordum ama yoktu. Sadece genel bir Giresun kitapçığı vardı, onu verdi. Yani müzeyi biraz bodoslama gezdim anlayacağınız. Binadan gözlerimi alamadım ama bahçesi de hoş, sevimli. Sol taraftaki duvarlar boyunca Osmanlı ve Roma dönemlerine ait mezar taşları sıralanmış. Müzenin kapısından girdiğinizde ise ikiye ayrılan bir tabela karşılıyor: Sol tarafa Arkeoloji, sağ tarafa Etnografi demişler. Eserler bu şekilde yerleştirilmiş. Daha çok bağışlanan parçalar var vitrinlerde. Arkeoloji kısmında eserler M.Ö.3000'den Roma dönemine kadar uzanıyor. Etnografi kısmında ise saatlerden tutun da siniler, sofralar, soba, kıyafetler gibi eserler var. Yani Eski Tunç, Hitit, Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait eserleri görebiliyoruz. Sergileme güzel ama ışık biraz yetersiz gibiydi. Bir de tabi çok açıklayıcı bilgiler yok, al işte bu çömlek şu tarihten diye yazıp geçmişler.
Eserleri dolaşa dolaşa arka kapıya geliyorsunuz, buradan arka bahçeye çıkınca bu sefer de mahzene inebiliyorsunuz ayrı bir girişten. Mahzen iki odalı, fazla büyük bir şey canlanmasın gözünüzde. Burada da amforaları dizmişler duvarlar boyunca ama hiçbir şey yazmıyor. Kim niye neden nasıl belli değil.
İşte mahzen |
Ben müzede çalışmak istiyorum ya. Müzelerde. Böyle yerlerde. Böyle şeylerle uğraşmak istiyorum. Tüm gün bunları görmek istiyorum. Üniversitede bunları araştırmak istiyorum. Bunları yazmak istiyorum. Bunları arasında nefes aldığımı hissediyorum. Çok mutsuz oldum şu an yine. Aşırı mutsuzum şu an. Yarın o işyerine gidip, tüm gün oturup switchlere routerlara bakmak istemiyorum ben ya. Nefret ediyorum. Tiksiniyorum. Boğuluyorum. Neden kurtulamıyorum?
Seni çok iyi anlıyorum acını paylaşıyorum.
YanıtlaSilAma umudunu kaybetme.
bir gün çalışmak zorunda olmayacak kadar zengin ol inşallah.
Piyango almayı da ihmal etme.
Ben de 'gezici müze gönüllüsü' diye bir kavram geliştirmek istiyorum.
Her ay bir müzeye kapak atıp, katalog, kitapçık düzenleme, çeviri, web sitesi güncelleme , sosyal medya tanıtımı , temizlik. Hassas taşıma falan ne varsa yapayım. Sonunda da şöyle bi bakayım olmuş mu diye. Gönül rahatlığıyla diğer müzeye geçeyim.
Harika bir tanıtım, ben en çok Bulancak'ı severim.
YanıtlaSil