2 Ekim 2018 Salı

Oliver Bowden'dan bir kitap olarak Assasin's Creed-->Suikastçının İnancı: Rönesans

1476 yılında Floransa kentindeyiz. Ezio Auditore henüz 20 yaşında bile olmayan bir delikanlı ve tek derdi sokaklarda avarelik edip, çatılardan bacalardan tırmanıp atlamak, kendi gibi arkadaşlarıyla kentin sokaklarını arşınlamak, eh ara sıra da Pazzi ailesinin oğluyla ve adamlarıyla dalaşmak. Ailesi Floransa'nın ünlü bankacı ailelerinden, bu yüzden Rönesans'ın bu ilk çağında - altın çağında Floransa parıl parıl parlarken arka planda tüm güçlü aileler İtalyan kentleri arasında entrika dolu güç mücadelelerine girişmişken Ezio hiçbir şeyden habersiz macera peşinde koşuyor. Ama günün birinde bildiği haliyle dünya başına yıkılıyor ve kendini bundan sonraki hayatında ailesinin intikamını almakla başlayıp, çok daha kadim bir inanışın, "amentünün" peşinde 15.yy.'ın İtalyan kent devletlerinin arasında sürüklenirken buluyor.
bu kitabın yazarı
artık Anton Gill mi diyeyim
Oliver Bowden mı bilemedim
Assasin's Creed - çoğunuzun da bildiği üzere - bir oyun aslında. İlk kez 2007 yılında piyasaya sürülmüş, bu zamana kadar I, II, Brotherhood, Revelations, III, Liberation, IV-Black Flag, Rogue, Unity, Syndicate, Origins, Odyssey olarak bir dolu versiyonu çıkmış (böyle versiyonu mu denir bilemedim çok emin değilim çünkü aşırı uzağım bu oyun olayına). Oyunların hikayesinin romanlaştırılmaya başlanması ise 2009'da gerçekleşmiş. Oliver Bowden ilk kitap Rönesans'ı yazmış ki bu ilk kitap aslında oyunun ikinci versiyonunun hikayesini barındırıyor. Bu ilk kitabın ardından (Epsilon Yayınevi'nin çevirip bastığı isimleriyle) Yoldaşlık, Gizli Sefer, Sırlar, Sahipsiz ve Cehennem geliyor. Bizde çevrilmeyen 3 kitap daha var, Epsilon'a sormak lazım bu kitaplar için tarihleri var mı. (http://www.epsilonyayinevi.com/kisi/oliver-bowden.html) Oliver Bowden bu arada, bir takma ad. Bir Rönesans tarihçisi ve aynı zamanda yazar da olan Anton Gill Rönesans'ı ve Yoldaşlık'ı yazdıktan sonra hadi bana eyvallah demiş ve geriye kalan kitapları yine aynı takma ad altında yazar Andrew Holmes yazmış. Eveeet, yeteri kadar yazılı kronolojik ve yazılı bilgiyle içinizi baydıktan sonra artık rahat rahat çemkirmeme geçebilirim. Haa ama önce bir ağlayıp, sızlayayım.
Bakın Assassin's Creed oyunlarını duyduğumdan-gördüğümden beri çok aşırı büyük bir hevesle ahh keşke ben de oynayabilsem diye iç geçiriyorum ben. Çünkü şu hayatta bana zevk veren bir avuç şeyin neredeyse hepsini barındırıyor hikayesi. Tarih, gizli tarikatlar, tarihin içinde dönen entrikalar, macera, aksiyon, geçmişe yolculuk, tarihin içinde gizlerin bulmacaların peşinden koşmak,...anladınız işte. Bu yüzden kitaplarının olduğunu gördüğümde hepten yerimde duramaz oldum. Oyun oynayamayacağımı bildiğimden hiç yeltenmemiştim ama tam da istediğim gibi o hikayelerinin içine atabilirdim kendimi kitaplarıyla. Ama kitapların peşine ilk düştüğümde nedense içimden bir ses geri dur dedi, biraz dur, biraz bekle bakalım. İnsan bazen hislerine güvenmeli (hatta her zaman o sesi dinleyin, kafanızın içindeki mantık çarklarını sallayın gitsin, ben ne çektiysem onlardan çektim). Bu yüzden uzun bir süredir kitapçıda dolaşırken en azından bir kere elime alıp, geri bırakıyordum. Sonunda geçenlerde, eylülün ortasında, canım fena halde İtalya çekmişken dayanamadım, vakti geldi dedim. Serinin ilk kitabı Rönesans, içinde benim gibi bir kafa için çılgınca şeyler barındırıyor, öyle böyle değil okurken rastladığım yerlere, insanlara, olaylara çığlık atarak, etrafta koşturarak, çok sevdiğim ve ayrı kalmak zorunda olduğum dostlarıma kavuşmuşçasına sevinmemek için zor tuttum. Floransa'da karşıladı bir kere kitap beni. Adım adım arşınladığım, hala gözlerimi kapatsam yönümü kaybetmeden yürüyebileceğim sokaklarda dolaştırdı, piazzalarda koşturdu. Ezio'nun geçtiği her yolda, üstünden atladığı her çatıda içimden ince bir ahh koyverdim. Yetinmedi hikaye San Gimignano'ya, Forli'ye, hala düşündükçe kendimi ıslak hissettiren Venedik'e sürüklendi. Tarihin içinde kovaladığım birçok karakter dolandı hikayeye; Leonardo (Da Vinci), Caterina Sforza (ama o ne kadındır öyle google aratın muhakkak duymadıysanız), Muhteşem Lorenzo (Medici), Machiavelli, Girolamo Riario, Mediciler Borgialar Orsiler Pazziler...Ahh tabi elbette sadece bunlardan ibaret değildi hikaye. Assassin'ler vardı, tarikat vardı, Tapınak Şövalyeleri vardı, şifreli antik parşömenler, gizli hazineler ve komplolar vardı. Yani başına geçip, iştahla yiyebileceğim o her zaman aradığım şahane yemek için tüm malzemeler vardı.
Ama hepsi bir araya gelince ortaya çıkan yemek hiç de hayalini kurduğum ya da olması gereken şey değildi. Bir şeyler fena halde yanlıştı. Aşırı sevdiğim şeyler oluyordu ama kitabı okumak için kendimi çok zorluyordum. Normalde pek merak ettiğiniz olaylar ve karakterlerle karşılaştığınızda sayfaları nasıl çevirdiğinizi bilemezsiniz değil mi? İşte ben de bu yüzden çok şaşırdım. Her okuduğum sayfa ile birlikte neden böyle oluyor diye kafam karıştı. Halbuki cevap gün gibi ortadaydı. Bu kötü yazılmış bir kitaptı. Anton Gill amcanın belli ki oyunun başında geçirdiği saatler kalemine tıpkı bir oyun gibi yansımış. Kitap okumuyor da ekrandaki oyunu takip ediyorsunuz sanki. Roman yazmak böyle bir şey olmamalı. O zaman Markus Zusak'in, Alessandro Baricco'nun, Tolkien'in, Umberto Eco'nun, Amin Maalouf'un yazdıklarına ne diyeceğiz? Hayır tamam bu saydığım isimler gibi şeyler de beklemiyorum, elime aldığım sayfaların bir bilgisayar oyunundan ortaya çıktığının farkındayım. Ama sonuçta roman bu, kitap. Daha fazlası, bir oyundan az biraz daha fazlası olması gerek. Yazan kişinin bunu sağlaması gerek. Bu adamın diğer kitapları da mı böyle acaba? Yoksa oyuna özgü bir şey mi bu yeteneksizliği bilemedim. Üçüncü kitaptan itibaren başkası yazmış ya, belki o kitaplar gerçekten "kitap"tır hı, ne dersiniz hiç şans yok mu?
Filmde de böyle olmuştu. Burada da yazmıştım hatta. Ne büyük beklentilerle izlemiştim, hatta filmin içinde ilerlerken daha da beklentiyle dolmuştum ama o da bir türlü olamamıştı. Dünyadan çok mu şey bekliyorum?

1 yorum:

  1. Bu assasins Creed biliyorsunuz ki sinemada da yayınlandı ancak tabi kitaptaki tadı vermedi veremez de kendi hayal gücümüzle yaşadıklarımız ve kesintilenmiş bir sinema filmi ne kadar aynı olabilir ki..

    YanıtlaSil

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...