12 Mart 2015 Perşembe

tempus

Zamanı algılamamda bir sorun var. Bir süredir şüpheleniyordum ama son birkaç şeyden sonra emin oldum. Zamanın geçtiğini algılayamıyorum. Yani bir yerde oturup da 1 saat 2 saat geçtiğini bilemiyorum gibi bir şeyden bahsetmiyorum. Genel anlamda zamanın geçtiğini, yılların aktığını, insanların değiştiğini, değişmeleri gerektiğini algılamıyorum diyorum. Benim bu "büyüyememe" durumumun da bundan kaynaklandığına kanaat getirdim. Yıllar geçmiş, bir sürü şey yaşamışız ve bir şeyler değişmiş gibi hissedemediğimden olacak, büyümüş gibi de hissedemiyorum. Beynim bunu kabullenmiyor. Sanki 10-11 yaşında bir noktada saat durmuş ve öyle kalmışım gibi. Fiziken ve ruhen. Beynim hala öyle çalışıyor, hissettiklerim öyle, yaptıklarım bile öyle. Tüm yazdıklarım, yazmaya çalıştıklarım, hayatımda sergilediğim davranışlar çocukça. Bakın öyle gelişigüzel bir tabir değil bu, "gerçekten" çocukça. Etrafımdaki herkes ve herşey değişirken, ben öylece kalakalmışım gibi hissediyorum.
Haftasonu resimlerimize bakar, muhabbet ederken Gönül'le hem şöyle bir tepki verdiğimi fark ettim: Aa bu da evlenmiş, aa şuraya bak kaç tane çocuğu olmuş! Bunları başka bir düşünceyle veya ne bileyim art niyetle söylemiyordum, tamamen şaşkındım o yüzden bu tür bir tepki veriyordum. Şaşkınlığım ne ara bu kadar zaman geçti ne ara böyle büyüdük diyeydi. Büyümek mi! 30 yaşına geldik neredeyse, ama bana sanki hala yıllar önceki o noktadaymışız gibi geliyordu. Şaşkınlığımın en büyük kaynağı ise insanların fotoğraflardaki yüzlerinde gördüğüm o büyümüş, o olgunlaşmış ifadeydi. İnsanlar gerçekten de olgunlaşmış. Her gün karşılaştığım bu cümleyi bilinçaltıma gösterememişim meğerse. Bilinçaltım tüm bu çağrılara kulaklarını tıkamış.
Dün akşam da Nihan belli bir tespitte bulundu. Bu benim pek sevgili bilinçaltımın yaptığı şeyi keşfettik. En basit bir durumdan, beğeni zevkimden yola çıkarak kendimle ile görüşüme ulaştık. Çocuksu diyebileceğimiz tipteki insanları beğendiğimi her zaman biliyorduk ama bunun sebebinin kendimi bilinçaltımda hala o yaşlarda görmemden dolayı olduğunu söyledi Nihan. "We accept the love we think we deserve." dedi The Perks of Being A Wallflower'da Charlie'nin dediği gibi --> hak ettiğimizi düşündüğümüz sevgiyi kabul ederiz. Benim durumumda bu, olgun karşı cinsi beğenmemeye karşılık geliyormuş. Yani çocuksu olduğum - veya daha da ötesi çocuk olduğum - gerçeği bilinçaltımda kazılı olduğu için elimde olmadan çocuksu tipleri beğeniyormuşum gibi oluyor (tüm hayatım boyunca arkadaşlarım beğendiğimi söylediğim insanlar için "bu ne böyle kız gibi" demişti, biraz cinsiyet ayrımcılığı ve aşağılamasına giren bir halk-ağzı bu ama söylenen buydu).
Tabiki benim için sorun yaratan kimi beğendiğim beğenmediğim değil, burada anlatmaya çalıştığım asıl şey için bir örnek teşkil ediyor sadece. Demeye çalıştığım, GERÇEKTEN de büyümüyorum. Kafaca olgunlaşmıyorum, olgunlaşmamışım yani. Benim için zaman geçmiyor. Öylece asılı kalmışım gibi. 2.çocuğu kucağında mutluluk pozu veren üniversite arkadaşlarıma dehşet içinde bakakalıyorum! Ama normal olan bir şey bu. Yani seçtiğin hayat akışına, yola, kendin için istediklerine bağlı olarak ortaya çıkabilecek olasılıklardan bir tanesi, ama normallerinden bir tanesi sonuçta. Beni bu kadar dehşete düşürmemeli. Karşısında "nasıl yani!?" olmamalıyım. Algılamakta problem yaşamamalıyım. Bir başka bir tanesi dünyayı dolaşıyor, maceradan maceraya atılıyor olabilir mesela, onu normal karşılıyorum ya hani, bu durum onu da büyümüş görmememden. Bilinçaltım öyle yapmayı seçeni zannediyor ki hala çocuk. Ama değil, bunu yapan da büyümüş ben fark edemeden çocuk yapan da. İnsanlar yeni fikirler edinmişler, insanlar olgunlaşmışlar, insanlar kendilerini değiştirmişler, evrimleşmişler. Bense hala yolda yürürken kendi kendime hatırlatmak zorunda kalıyorum "dik yürü düzgün yürü 28 yaşındasın sen, doğru düzgün adım at!" diye. Kendime mütemadiyen yaşımı hatırlatmak zorunda kalıyorum, sanki ne kadar tekrar edersem o kadar o yaşta olabilirmişim gibi. Sanki ne kadar tekrarlarsam o kadar büyüyebilirmişim gibi. Hiçbir faydası olmuyor. Aynaya baktığımda gördüğüm şey değişmedikçe bilinçaltım da içimin değişmesine izin vermiyor. Saçlarımdaki beyazlar artıyor ama içimden bir ses gene de savaşıyor, belki vitaminsiz kalmışımdır bu ara diye. Yolda su birikintisi görünce aklıma gelen ilk şey dosdoğru koşup içine zıplamak oluyor, diğer herkes kaçıyor.
Zamanı algılayamıyorum. Bir kara deliğe düşsem geri aynen böyle 10 yaşındaki bir çocuk gibi görünerek çıkacağıma eminim (çıkacağıma da eminim yani o derece).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...