16 Mart 2015 Pazartesi

eh artık Outlander hakkında konuşmamızın zamanı geldi

Hakikaten geldi. Çünkü ilk sezonun ikinci yarısını 4 nisandan itibaren izleyebileceğiz ve o zamana kadar size bu diziden - hala haberiniz yoksa - bahsetmem gerek.
Gerçi aklıma üşüşen milyonlarca düşünceden hangisini önce söylemeliyim, hepsini nasıl sıraya koyup buraya yazmalı, düzgün paragraflar oluşturmalıyım bilemiyorum çünkü bu dizi hakkında hissettiklerim elimi ayağımı titretmeye başlıyor her defasında. Evet o derece. Çok sevdim be. Hem de nasıl sevdim. Gene de heyecanıma bir kontrol uygulayıp, bahsetmeye çalışayım.
Outlander esasında 1952 doğumlu Amerikalı yazar Diana Gabaldon'ın yazdığı bir kitap serisinden uyarlama. İlk kitap "Outlander-Yabancı" Amerika'da 1991'de yayınlanmış. En son geçen sene 8.kitap yayınlandı. Sırasıyla
- Dragonfly In Amber-->Kehribardaki Yusufçuk
- Voyager-->Yolcu
- Drums of Autumn-->Güz Davulları 2 kısım halinde
- The Fiery Cross-->Ateşin Çağrısı 2 kısım halinde
- A Breath of Snow and Ashes-->Kar ve Kül 2 kısım halinde
- An Echo in The Bone
                                                                          - Written in My Own Heart's Blood
olarak yayınlanmış durumda kitaplar. Bizde Epsilon tarafından çevirileri yayınlanan kitapların Türkçe olarak basılmış olanlarını yanına yazdım. Herhalde devasa boyutlarından olsa gerek, Epsilon kitapları ikiye bölmeyi uygun görmüş. Diana Gabaldon devam eden seriye ek olarak kısa hikayeler, novella denilen kitaplar da yazmış.

Peki ne anlatıyor Gabaldon bu koca destanda? En azından ilk kitap Yabancı'nın sayfalarını araladığımızda kendimizi ilk olarak 1945'te buluyoruz. 27 yaşındaki İngiliz, Claire Randall korkunç II.Dünya Savaşı'nda cepheden cepheye koşmuş, hemşire olarak savaşın tüm dehşetini yaşamıştır. Savaşın bitişiyle, üniversitede tarih profesörü olan eşi Frank Randall ile bir araya gelirler ve bu uzun yıllar süren travmatik deneyimlerinden sonra ikinci bir balayına çıkarak her şeyi düzeltmeyi umarlar. Balayı için seçtikleri yer İskoçya'daki Inverness dolaylarıdır. Frank sessiz sakin bir tarihçi olmasının yanında, aile ağacını çıkarmaya tutkundur. Bunun için hem balayını geçirip, hem de ailesinin kökenlerinin izini sürebileceği bu yere gelmiştir. Çift, İskoçya'nın muhteşem doğası içinde bir yandan sakinliğin tadını çıkarırken, bir yandan da kendi uğraşılarıyla ilgilenebilmektedir. Frank 18.yy.daki atalarıyla ilgili önemli bilgilere ulaşırken, Claire de değişik çiçeklerin ve bitkilerin peşinde etrafı değerlendirmektedir.

Yine bir çiçeğin peşinde Claire bir gün kaldıkları kasabanın yakınındaki Craigh Na Dun adı verilen dikili taşlardan çemberlere gelir. Ortadaki büyük taştan gelen seslere kulak verirken, dayanamaz taşa dokunur ve kendini birden 1743 yılında aynı noktada bulur. İlk başta ne olduğunu anlayamaz tabi, olanca şaşkınlığıyla ormanda koşarken kendini İngiliz askerleri ile İskoç asilerin arasında yaylım ateşinde bulur. Kocasına tıpatıp benzeyen, esasen de Frank'in atalarından biri olan Kara Jack Randall ile yüzyüze gelir ve onun pis dehşetinden Mackenzie klanının asi adamları sayesinde kurtulur. Claire ne yapacağını bilemez halde kendini bu savaşın ve İskoç yaylalarının onurlu klanları arasından kurtarıp, evine geri dönmenin yollarını arar.
Düşünebiliyor musunuz! İskoçya! Zaman yolculuğu! Ama tüm bunlar olup da ortaya berbat bir şey de çıkarabilirdi Diana Gabaldon. Ama ilk iki kitabı okuduğum kadarıyla söyleyebilirim ki olağanüstü bir anlatımı da var. Sadece bir aşk üçgeni ya da mantıksız bir zaman yolculuğu anlatmıyor Gabaldon, tüm bir ulusun tarihini, kişiliğini onlara yaraşır şekilde önümüze seriyor. Yarattığı karakterler, etten kemikten gerçek insanlara dönüşüyor. Son yıllarda karşılaşmak zorunda kaldığımız o "young-adult" kitaplarındaki zoraki güçlü kadın karakterlerin aksine Gabaldon bize en gerçek güçlü kadın karakteri veriyor: Claire. Claire'in gücünü tüm o satırlardan buram buram kokluyorsunuz. Olağanüstü bir dövüş makinesi veya silah ustası gibi şeyler değil Claire, hayatta kalmak, evine geri dönebilmek, sevdiklerini kurtarabilmek için mücadele ediyor hep ve hiç vazgeçmiyor. Hep ayakta kalıyor.
Gabaldon'ın ilk iki kitapta odaklandığı zamanlar 1745'teki Jakobit Ayaklanması'nın öncesindeki yıllar. İskoç klanlarının Stuart hanedanını İskoç tahtına geçirmek için İngilizlere karşı ayaklanmasını tüm detaylarıyla içerden okuyoruz. Craigh Na Dun'da başlayan hikayemiz Mackenzie klanının şatosundan Fraser çiftliğine, Wentworth hapishanesine, Fransa'da bir manastıra ve hatta Paris'e, 18.yy.ın görkemli Fransız burjuvazisinin ve kraliyetinin göbeğine dek uzanıyor. Yani en azından ilk iki kitapta. Sonrasında daha neler neler var ama ben kendimi tutup, bakmıyorum.
Peki dizi bunun neresinde? Starz'ın yayınladığı dizide şimdilik 8 bölüm yayınlandı. Bu muhteşem anlatımı mahvedebilirlerdi ama onlar da ortaya şahane bir şey çıkardılar. Her bir saniyesine özenilmiş bir iş duruyor karşımızda. Olabilecek en mükemmel oyuncu seçimleriyle Claire, Jamie, Frank-Jack Randall karakterleri adeta ortalığı yıkıp, geçiyorlar. Bear McCreary'nin tüyleri diken diken eden müzikleriyle her bir bölüm, kitabın sayfalarından direkt çekiliyor gibi canlanıyor gözlerimizin önünde. Anlatılan her iki dönemin - 1930lar 40larda geçen hikaye ile 1700lerdeki ana hikaye - kıyafetleri, atmosferi her şey o kadar güzel ki. Dahası hikayedeki her bir noktayı gerçek tarihe, mitolojiye, efsanelere dayandırabiliyorsunuz, her bir ayrıntının arkasında Gabaldon'ın ilmek ilmek işlediği araştırmalarının hayalgücüyle işlenmiş tadı var.
Ya olmadı gene olmadı. Beceremedim istediğim gibi anlatmayı. Çok saçma yazdım, bu ne şimdi. Oysa çok güzel anlatmak istiyordum, aynı hissettiklerimi size de hissettirmeyi istiyordum. Ama çok sevdim be, o kadar sevdim ki anlatamadım işte :)

Diana Gabaldon'ın web sitesi: http://www.dianagabaldon.com/
Epsilon Yayınevi'nde Outlander serisi
Dizinin kostümlerini hazırlayan Terry Dresbach'ın web sitesi: http://www.terrydresbach.com/






Şimdiye dek izlediğim belki de en büyülü sahne (şarkının tam hali burada):



Ve muhteşem açılış jeneriği:

15 yorum:

  1. güzel yazmışsın ama insan bir şeyi çok sevince ve onun üzerinde yazınca en iyisini yapmak hakkını vermek istiyor ve hiç bir zamanda kendini yeterli görmüyor sanırım. bir kaç dizi-film var blogda bahsetmek istediğim ama istediğim gibi tanıtamayacağım diye çok korkup bazen isimlerini bile geçirmiyorum.
    outlander'i bende çoook severek izledim. genelde tarihi dizilerden uzak dururum ama outlander çok güzel ve akıcı. ve açıkça söylemem gerekir ki bende bir jamie hayranıyırım.
    bu arada blogunda son zamanlarda zevkle okuduğum nadir bloglardan. çoğu yazını okumaya çalışıyorum ama azına yorum atıyorum kusura bakma. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. çok teşekkür ederim ne demek azına yorum atıyorum bence bu kadarı bile yani okuyup bir iki birşey söylemek istemen ve üşenmeyip altına yazman bile çok değerli benim için. ben de aynı şekilde senin blogunu okumayı seviyorum, bazen çok ara veriyor gibi olsan da ;)
      ben jamie'nin hayranı mıyım emin değilim çünkü sam heughan'ı mı o halde beğeniyorum yoksa kitapta okuyup bu kadar da olmaz mükemmellik diye düşündüğüm jamie'nin karakterini mi seviyorum ona karar veremiyorum sağlıklı bir şekilde. ama sanırım en çok claire'e hayran kalıyorum, onun o güçlü dimdik duruşuna, aklına, dayanıklılığına.

      Sil
    2. uzun ara veriyor gibi olmamın nedeni hem yazmaya konu bulmakta zorlanmam hem de yazmanın gerçekten benim için uğraştırıcı bir süreç olması. ne kadar fark ediliyor bilmiyorum ama bende düzen ve düzenli görüntü hastalığı var. yazıyı yazarkende sonra üzerinde düşünürkende çok uğraşıyorum. bazen görsel seçmesi bile saatler sürüyor. çoğu zamanda beğenmiyorum ortaya çıkardığım şeyi. :) misal senin dawson's creek dizdiğin methiyelerin birazını bende dizebilmek isterdim. :)
      Hikayeci(kullanıcı adın çok güzel) sen yazmaktan usanma hiç bir zaman. ve de harry potter hakkında yaz. hayranı olduğunu anladım çünkü. :)

      Sil
  2. merhaba diziye başladım ama 2. sezona geçince fark ettim ki Claire ın Jamie ye taşlardan geldiğini anlattığı yeri kaçırdım. büyük kopukluk oldu. izlediğim bölümlerde aradım ama bulamadım lütfen beni aydınlat.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. 11.bölüm The Devil's Mark'ta, Jaime Claire'i cadı mahkemesi sonundaki karmaşadan çekip çıkarıp, ormanda bir yerde konuşmak için oturduklarında anlatıyor. Bölümün hemen hemen 40.dakikasından itibaren.

      Sil
    2. çok teşekkür ederim harika bir dizi vize falan demeden izletiyor bravo :DD

      Sil
  3. Mükemmel bir yazı olmuş ve harika özetlemşsin düşüncelerini. Ben henüz bu mükemmel dizinin 2.Sezon 10.bölümümdeyim .Dizi sayesinde İskoç ve İngiliz tarihine merak sardım. Nette Jakobitleri araştırırken yazınızı buldum. Bu dizinin bir kitap serisinden uyarlama oluşuda ayrı bir güzellik. Keşke elimden telefonu bırakıp kitap okumaya zaman ayırabilseydim belkide ilk Outlenderın kitabına başlardım.Diziye başlarken zamanda yolculuk ilgimi çektiği için başlamıştım ve daha çok bilim kurgu bekliyordum ama bir dönem dizisi, tarih ve kültür yönü ağır basan bir dizi buldum ki böylesi çok daha iyi oldu kanımca. İyi ki Gabaldon bu harika eseri yazmış ve iyiki Starz bu esere yakışır bir diziyi bizlere kazandırmış...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim yorumun için. Bu yazıyı yazalı neredeyse 3 sene olacak şimdi baktım da, dizide de 3.sezonun 12 bölümünü geride bırakmışız. Açıkçası bu yazıyı yazdığım zamanki kadar gözlerim yuvalarından fırlamış şekilde bakmıyorum artık diziye, ama kesinlikle kötüleştiğinden falan değil 3.sezonda artık hemen hemen hiçbir şeyle ilk defa tanışmıyor oluşumuzdan sanırım. Görüntüler, çekimler, hikaye anlatımı, karakterler ve oyuncular hala mükemmel gidiyor. Ama Gabaldon'ın yazdığı kitaplar bir noktadan sonra beni sıkmaya başladı. İlk kitabı kesinlikle okumalısın, hatta hiç zaman kaybetme. Ama ikinci kitapta yavaş yavaş kendini belli etmeye başlayan sıkıntı üçüncüde iyice ortaya çıkıyor, Gabaldon fazlasıyla tekrara düşüyor, hem karakterlerde hem hikaye anlatımında. Yani bence artık o yazmasın, sadece dizi olarak sezonlarca sürsün, dizi çok daha mükemmel çünkü.

      Sil
  4. Cevap için teşekkürler. Az önce ikinci sezon finalini tüylerim diken diken olmuş bir şekilde izledim. 90 dakikalık uzun bir sezon finali yapmışlar ama heyecan ve meraktan olsa gerek yarım saatte bitti gibi geldi. Büyük ihtimalle Lostu izlemişsindir yada konusunu biliyorsundur. İnanılmaz bir Lost tadı aldım sezon finalinden ki Lostun büyük bir hayranıyımdır. Outlander benim için şimdiden Losta yakın bir yerlerde en sevdiğim ikinci dizi olmayı başardı. Şimdiden 3.sezonu merak etmeye başladım. Flash forward yapıp 1968 e gittiklerinde cadılıktan yakılan Gellisi bulacağını tahmin etmiştim. Anlamadığım konu Outlender gibi 3 sezondur oynayan harika bi dizi neden çok ünlü olamadı? Yani bir Game of Throns, Walking Dead kadar bilinmiyor. Netflixin ergen dizisi diye tabir edilen dizileri bile daha popüler ve haklarında daha çok konuşuluyor. Bu durum bana çok garip geldi doğrusu. Çok izlenen, popüler olan mutlaka daha iyidir anlamına gelmez tabiki ama ne biliyim bu kadar güzel bi dizinin de hakkı yeniliyormuş hissine kapıldım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hakkı yenmek gibi değil de sanırım oralarda, Amerikalarda, her şey lobi-çevre-ortamcılıkla dönüyor. Yapanları edenleri çekenleri bu tür ortamların çok da sahibi insanlarsa eğer sanırım Game of Thrones gibi dünyaya mal oluyor diziler. Ama çoğu dizi için böyle bir lobi yaratamıyor yapımcıları haliyle. Yani Outlander da ne kadar çok iyi bir yapım da olsa onu yapanların Amerika'da uygun bağlantıları, gerekli ortamları, arkaları yok o kadar da kanımca. Yani tabiki vardır yoksa bu kadar bile diziyi yapamazlardı da hani o Lost'tur GoT'tur onlar gibi değil en azından.
      Demişken Lost..Evet hepimiz hayran olduk sanırım Lost'a ama şimdi bunca yıl sonra Lost deyince tüm hayranlarında acıklı bir tebessüm, bir yarım sırıtış, bir arada kalmışlık beliriyor ister istemez. Benim de düşüncelerim aynı. İzlerken aman yarabbi böyle bir şey nasıl olur diye ağzım açık izledim ama o son sezondan ve finalden sonra kelimelerim bitiyor, yapacak bir şey yok :)

      Sil
  5. 3.sezon 4.bölümü az önce bitirdim. Dizi çok güzel gidiyor ama az bölüm üm kaldığı için üzülüyorum. 3.Sezon finali bu pazar Amerikada yayınlandı ve yeni sezonu mecbur bekleyeceğiz. Sizin Outlander gibi çok beğendiğiniz mutlaka izle diyebileceğiniz diziler varsa bilmek isterim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Valla tam olarak Outlander gibi çok diziye rastlayamıyorum maalesef. Bu yüzden çok daha farklı "genre"lerde olan ama kendimden yola çıkarak düşündüğümde Outlander'ı izlemekten keyif aldım eh bunları da keyifle izledim o zaman tavsiye edebilirim diyeceklerim olabilir.
      Legend of The Seeker
      Terminator:The Sarah Connor Chronicle
      Freaks and Geeks
      Mozart in The Jungle
      Northern Exposure
      Da Vinci's Demons
      Bu saydıklarımı hakikaten beğenmiştim. Bir denemende fayda var (Özellikle Da Vinci hem aynı kanalın yapımı olduğundan hem de yine tarihi olduğundan ton-atmosfer-anlatım-sinematografi olarak Outlander'a daha yakın.).

      Sil
  6. Sayın Hikayeci dizi önerileri için teşekkürler. Da Vinci Demonsı kuzenim izliyordu ve tavsiye etmişti. Da Vinci sizinde tavsiyenizle bir adım öne çıktı şimdi benim için. Bu arada Outlender son sezonu bitirdim. Genel olarak son sezon iyi olsada şahsen biraz hayal kırıklığına uğradım. Üçüncü sezon dizinin ana konusundan uzaklaşıp aniden gelişen günlük olaylarda yaşanan maceralara döndü ve bu hoşuma gitmedi. Hele sezon finalini hiç beğenmedim. Nerede ikinci sezonun finali nerede bu. Umarım yeni sezonda biraz daha usturuplu bi senaryo yazarlar. Outlanderı bitirip Stranger Thingsi izledim. İzlemesi keyifli ve heyecanlı olsada asla bi Lost, Outlander veya Breaking Bad olamaz. Şimdi Twin Peaks diye bi diziye başladım ama vakitsizlikten izleyemiyorum. İlk iki bölüm gayet güzeldi. 1990 senesinin dizisi. Şimdilerde aynı oyuncu kadrosu ile devamı çekiliyormuş yıllar sonra. Çok güzele benziyor tavsiye ederim. Ben dizilerden çok asıl bu günlerde kitaplara merak saldım. Genelde hep dünya klasikleri özelliklede Rus edebiyatını okumuşumdur, çocukkende Jules Verne dışında pek okumazdım. Niyeyse roman deyince sanki en makbulu klasikler ve Tolstoy, Dostoyevskilermiş gibi gelir bana. O yüzdende başka kitaplara pek bakmam. Ama yanlış bi düşünce tabi. Bu günlerde şöyle fantastik, gizem ve heyecan dolu bi kitap okuyum istiyorum. Böyle akıl oyunları, bilim kurgu, macera olsun ve okuduktan sonra iyiki okumuşum diyebiliyim. Bu anlamda varsa bi kitap öneriniz memnuniyetle duymak isterim.

    YanıtlaSil
  7. Merhaba. Ben diziyi izlemeye yeni başladım gerçi 3 sezonu da bir solukta izleyip bitirdim. Çalıştığım için pek tv izlemeye vaktim olmuyordu. Yaklaşık iki hafta önce Netfilixte gördüm diziyi konusu hemen ilgimi çekti ve iki haftada 3 sezonu da izledim. Kitaptan uyarlama olması daha da çok hoşuma gitti. Diziye o kadar bayıldım o kadar takıntı haline geldi ki benim için dizi hakkındaki düşüncelerimi paylaşmak istedim ve blog açtım. Bugün diziyle ilgili araştırma yaparken bu yazıya denk geldim ve bayıldım gerçekten hislerime tercüman olmuşsunuz benim gibi bu kadar sevenlerin olması yalnız olmadığımı hissettiriyor. Sanıyorum siz önce kitabı okuyup sonra diziyi izlemişsiniz. Bende kitapları okumak için can atıyorum. Umarım 4. sezonda biran önce başlar :)

    YanıtlaSil
  8. o kadar etkileyici bisiyden bahsediyoruz ki artik dizinin kendisi bile diziyi açiklamaya yetmez..O yuzden kendine istedigim gibi aciklayamadim diye kizmasin kimse.Ah bu arada yazi icin tesekkurler,elinize saglik

    YanıtlaSil

beatha

 Vay. En son tam bir ay önce yazmışım. Yuh bana. Oysa bu bir ay içinde çok defa yazmalıyım dediğim oldu. İçimden böyle yazma isteğiyle taşar...