Sense&Sensibility, Austen'ın 1811'de yayınlanan ilk romanı. Elinor ve Marianne Dashwood adlı iki kız kardeşin hayatlarını merkeze alarak, aşkta ve ilişkilerde, yaşamda zıt karakterlerin duruşlarını, tepkilerini anlatıyor. Babalarının ölümünün ardından, üvey erkek kardeşleri tarafından neredeyse kovulmuş kadar olup, yaşadıkları hali vakti yerinde evden ve yaşamdan ayrılmak zorunda kalan Dashwoodlar, bir anne ve üç kızkardeşten oluşuyor. Elinor ve Marianne yakın yaşlarda (18-20 civarı), en küçük Margaret ise 10'lu yaşlarının başında. Yeni yerleştikleri oldukça fakir sayılabilecek yerde, yeni insanlarla ve aşkla tanışıyorlar. Erkek karakterlerimiz Edward Ferrars, John Willoughby ve Albay Brandon. İlk başta sıkıcı gelse de ilerleyen bölümlerinde oldukça güzel hale gelen bir hikayesi var S&S'in. Özellikle benim gibi ara ara Elinor'la aranızda bağlantılar kuruyorsanız, daha da ilgi çekici olabiliyor.
Pek çok uyarlamasından son ikisini; Ang Lee'nin 1995 yapımı sinema filmini ve BBC'nin 2008'deki tv dizisini karşılaştıracağız:
|
Elinor'larımız |
1995'teki Elinor'umuz Emma Thompson şahane bir oyuncu olmasına ve karakteri inanılmaz oynamasına rağmen benim için bir türlü Elinor gibi görünmedi. O senede neredeyse anneleri yaşında ve olgunluğunda görünüyor. Keşke sadece senaryoyu yazıp, geri çekilseymiş. Ya da bir 15 yıl önce Elinorluğu deneseymiş.
Bunun yanında 2008'deki Hattie Morahan müthiş. Hem görüntüsüyle, hem de çizdiği Elinor portresiyle. Sayfalardan fırlayıp, önünüzde kanlı canlı, tüm o ciddiliğiyle ama içinde fırtınalar esen haliyle Elinor'u önünüzde buluyorsunuz. Gözleri her bakışında bir şey anlatıyor, duruşu her sahnede kuralları gösteriyor. Tek kelimeyle muhteşem.
|
Marianne'lerimiz |
1995'in Marianne'i Kate Winslet karakterin yaşına uygun görünüyor, canlılığını oldukça iyi yansıtıyor. Filmin içinde yerinde bir Marianne seçimi gibi. İlk baştaki pervasızlığını da sonraki değişimini de iyi bir şekilde hissettiriyor.
2008'in Marianne'i de Charity Wakefield. İlk bakışta seneler öncesinden ilham alınmış, Kate Winslet'in yeni bir versiyonu bulunmuş gibi görünüyor. Ama izlemeye devam ettikçe, onun da neredeyse Winslet'inkini katlayan oyunculuğuna hayran kalıyorsunuz.
Edward Ferrars meselesi ayrı bir sorun. Kitaptan dolayı herkesin kendi kafasında yarattığı bir şekli vardır Ferrars karakterinin ama sinema filminde Hugh Grant sayesinde tamamen sümsük ve zerre ilginçliği olmayan bir karakter haline gelmiş durumda. Ama tv dizisindeki Dan Stevens resmen Edward'a yeniden kan veriyor. Öylesine olağanüstü duygu dolu, derinliği olan, düşünceleri olan bir karakter ortaya koymuş ki Stevens, kitabı okurken o kadar da etkilenmediğiniz bu aşk, dizideki en etkileyici hikayeye dönüşüyor.
Willoughbylerin ilki Greg Wise, 95'te iyi bir iş çıkarmış olsa da pek göze batmıyor. İkincisi Dominic Cooper ona göre 2008'de daha canlı ve duygulu bir Willoughy portresi çizmiş.
|
Albay Brandon'larımız |
Ve en doldurulması zor karaktere geldik. Albay Brandon, her iki uyarlamada da resmen izleyeni kendinden geçirtecek performanslarla hayat bulmuş durumda. 1995'te Alan Rickman'ın o müthiş Brandon'ınına karşılık, 2008'deki David Morrissey mucizesi var. İkisi de gururlu, doğrucu ve acı çekmiş, aşık Brandon ruhunu o kadar başarılı bir şekilde sunuyor ki hangisi daha iyi karar vermek söz konusu bile olamaz.
|
Dashwood kardeşlerimiz |
Hikaye açısındansa Emma Thompson'ın film senaryosu biraz tutuk ve durağanken, dizinin süre avantajından da dolayı Andrew Davies'in senaryosu kitaba oldukça bağlı olmasının yanında bir o kadar da akıcı ve eğlenceli.
Sonuç olarak ben izlenmesi için 2008 tarihli BBC versiyonunu tercih ederim ve öneriyorum. Sinema filmi de belki Kate Winslet ve Alan Rickman için izlenebilir. Ama önermem. Ang Lee'nin kafasına domatesler fırlatmak isteyebilirsiniz.
Blogunuzda dolaştıkça daha çok ortak nokta buluyorum, Akıl ve Tutku'yu okuduğumda ve sonrasında Jane Austen'ı daha derinden incelediğimde kendisinin derin bir hayranına dönüştüm. İzleme fırsatım olmamıştı ne filmi ne de dizisini ancak bu yorumlardan sonra sanırım derhal diziye başlayacağım :)
YanıtlaSil:D Ben de dolaşıyorum edebiyatkirazçiçeği'ni henüz bitiremedim ama. Valla ben böyle bir başlayıp saatlerce Jane Austen'dan kitaplarından uyarlamalarından konuşabilirim o yüzden zor tutuyorum şu an bir dolu bir şey demeden kendimi :) Ama bu bbc yapımı olan gerçekten güzeldi sense and sensibility için. Zaten şöyle bir bakınca aslında kitabı bana dizi sevdirdi diyebilirim. İlk okuduğumda pride and prejudice'tan sonra bir yavan bir böyle ruhsuz gelmişti. Dizideki anlatımı gördükten sonra karakterlere inebildim. Emma'da da öyledir mesela benim için, onun da film değil yine dizi hali bana kitabı, hatta Emma'nın kendisini sevdirmişti.
Silİndirmek istedim ama bulamadım uygun linkini, online izleme yolunu deneyeceğim en kısa zamanda. Ben ilk Pride & Prejudice filmi ile tanışmıştım jane Austen ile ve filmi sevmekle sevmemek arasında kalmıştım ne yalan söyleyim. Sonra kitaplarına başladığımda kendimden geçtiğim, tam bir hayrana dönüştüğüm ortada :)
SilDili mi anlattıkları mı yaşadıkları mı hayatı mı kişiliği mi bilmiyorum sebep ne ya da bunların hepsi mi ama cidden inanılmaz keyif veriyor Jane Austen okumak, aynı düşüncelere sahip birileri olduğunu daha görmek de çok mutlu ediyor cidden :)