Orası çok basit. 16 yaşındaki lise öğrencisi ineğimiz Jenny, onu hayatlarından adeta vazgeçmişçesine Oxford'a hazırlayan annesi ve babası, Jenny'nin kuralcı edebiyat öğretmeni ile okul müdüresi, bordo arabalı zengin centilmen David, David'in ne idüğü belirsiz iş ortağı ve onun saf-salak durumundan hallice sevgilisi. Ve tabi 1960ların başında İngiltere, Paris. Müthiş dönem müzikleri ve kıyafetleri eşliğinde.
Esasında çoğu kez işlenmiş ve bilindik bir konuyu işlemesine rağmen, oldukça güzel anlatılmış olması; tüm filmin tıkır tıkır işlemesine, istenen mesajın içten ve karakterlere de yapıldığı gibi izleyenin beynine de tecrübe ettirilerek kazınmasına, oyuncuların su gibi akmasına sebep olmuş. Önce ilk yarıda tereddütle de olsa göklere çıkarıp sizi, ikinci yarıda aynı hızla olmasa da adım adım yere geri atıyor film. O ilk zamanlardaki mutlu eden, herşey ne kadar da peri masalı dedirten durumda bile insanın içinde hep bir 'aha şimdi adam psikopat çıkacak, ah ah vah vah şimdi kötü birşey olacak' vesvesesi sürmüyor değil tabi. Sonuçta biz de biliyoruz ki hiçbir şey bu kadar güzel olamaz ve insanın hayal ettikleri için - jenny'nin de dediği gibi- kestirme bir yol yok. Filmde bu durum her iki tarafa da saygılı olunacak bir şekilde gösteriliyor. Yani hem hayatı yaşamak istediğini düşünen gencimiz açısından hem de ona eğitimin ve emek göstermenin bir şekilde gerekli olduğunu kabul ettirmeye çalışan okul tarafındakiler açısından. Haklı olan kim peki diye bir tereddüt bırakmıyorlar filmin sonunda gerçi, kendi açılarından.
Başroldeki Carey Mulligan'ı görünce en başta bir tanıdıklık hissi oluşması ise normal. Bir süre sonra ister istemez insanın aklında bir kikirdeyip kıkırdayan Lydia ve Kitty Bennet görüntüsü beliriyor. Zaten yanıbaşından ayrılmayan bir Rosamund Pike - Jane Bennet da - varken, romantik gözler, elleri belinde söylene söylene gelecek bir anne Bennet olsun veyahut da leylek boynu önde bir kemik torbası Elizabeth olsun görmeyi umuyor her an. Heyhat, onların yerine bilmiş kızıyla düzeyli bir şekilde atışan baba figüründe döktüren bir adet Alfred Molina ile komikliği insanı acımaya vardıran saf salaklığı yer aldığı her sahneyi çalan bir Rosamund Pike elimize sunulmuş. Pek de güzel olmuş. Hülyalı bakışlarıyla Romeo misali ortada gezinen Peter Sarsgaard'a hiç birşey demiyorum. İçim bir tuhaf oluyor. Ağlasam mı elime odun alıp dövsem mi bilemiyorum. Onu aklımdan silmek istiyorum. Öyle diyeyim.
Carey Mulligan ayrıca en iyi kadın oyuncu Oscar ödülüne adaydı, tabiki Sandra Bullock'a kaybetti. An Education en iyi film olmalı mıydı peki? Daha iyileri vardı herhalde. Kötü olduğu anlamına gelmiyor, kesinlikle, çok iyiydi. Ama almadı ödülü doğal olarak.
Of Jenny off !
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder