5 Ekim 2016 Çarşamba

ne biçim teknoloji

Selçuk Erdem (kaynak:Karikatüristan)
Panjurları açmayı sordum yan odadaki ev arkadaşıma ama kapatmayı bulamadım iyi mi. Hayır bir de onu sormaya utanıyorum şu an. Google'da mı arasam?!

3 Ekim 2016 Pazartesi

Winter Aid'den The Whisp Sings

Turistik Roma ve Burun Karıştıran Avrupalı

Yine depresyonun dışında ne yapıyorum diye başlarsam..Ne bileyim, normal işte. Dışarıdaki, yan odadaki, asansörde karşılaştığım insanların başka bir dili konuşuyor olmasının dışında çok bir değişiklik yok. Bir de markette her aradığımı bulamıyorum, o var. Ya da tuvalet biraz meşakkatli, onlar yani değişiklikler. Bir de Spotify bana özel hazırladığı bu Haftalık Keşif listesinde hakikaten öldürüyor beni. Sanki akıllıca yazılmış bir algoritma değil de karşımdaki, ruhumla konuşup, oturup sonra bana şarkı listesi hazırlamış, al bakalım otur dinle saatlerce tavana bakarak kal yağmurun çılgınca yağışını izle demiş gibi. Bir de insanların kafası hakikaten çalışmıyor. Çalışmıyormuş yani, son günlerde onu gördüm. Aydınlatıcı bir keşif oldu benim için. Yani tamam çok akıllı insanlar var, kafası zehir gibi insanlar var, uzun yıllar boyu karşılaştım onlarla ama insan topluluğunun geri kalanı ciddi ciddi kıt kafalıymış. Normalde böyle bir duruma sevinirim, ehehe zekiyim sizden gerizekalılar diye bakardım ama bu keşfi yapışımın peşisıra ulan o zaman ben niye hala bu haldeyim madem kafam bunlardan çok çalışıyor neden bir yerlere gelemedim depresyonu çöktü üstüme.
Tamam Roma güzel, bir şey demedim. Yani her bir köşeden bir sanat fışkırıyor. Her bir bina ya Roma imparatorluk-cumhuriyet vs.döneminden ya da Rönesans'tan hatta Orta Çağ'dan falan ama hayat aynı. Yok tamam, gene vızıldanmayacağım.
Şehri size şöyle özet yapayım ki belli mi olur belki bir gün lazım olur. Roma, Tiber Nehri ve Termini'dir. Ciddiyim bakın. Her yol bir şekilde Termini istasyonuna çıkıyor. Termini otobüs, tren, tramvay, metro hatlarının kesiştiği bir nokta. Bir de Tiburtina var aynı şekilde ama o merkezin daha uzağında. Roma'ya dair turistik olan ne varsa bu Termini ile Tiber Nehri arasında kalan alanda. Yani en tepede Tiber'in yaptığı yayın içinde Villa Ada'yı saymaz Villa Borghese'den başlarsak aşağı doğru Termini ile Tiber arasındaki alanda kalarak ilerlediğinizde Piazza di Spagna (İspanyol Merdivenleri'nin olduğu meydan), Trevi Çeşmesi, Pantheon, Piazza Navona, Piazza Venezia, Altare della Patria, Campidoglio, Capitoline Tepesi, Roma Forumu, Palatine Tepesi, Kolezyum ve Tiber'in hattını takip etmeye devam ettiğinizde, Caracalla Hamamı, Caius Cestius Piramidi şeklinde bitirebiliyorsunuz. Piazza Spagna ve Trevi Çeşmesi'nin olduğu bölgeden Tiber'e doğru burnunuzu dikiltip yürüdüğünüzde önce Sant'Angelo Kalesi'yle karşılaşıyorsunuz, sonra da zaten Vatikan. Ordan gelişine aşağıya yürüdüğünüzde de Trastevere ki pek otantik pek şirin bir yer. İşte bir turist için Roma bu kadar basit. Ha birkaç bardır pubdır şey edeyim diyorsanız onlar da ergenler ve üniversite gençliği için San Lorenzo bölgesinde ki Sapienza Üniversite'sinin hemen üst bölgesi. Sapienza da Termini'nin diğer yanı zaten. Bakın yine Termini. Yaşınız az daha büyükse piramit bölgesine, Tiber'e doğru yanaşıyorsunuz, canlı müzikli pahalı yerler oralarda. İşte olay bu, bu kadar.
Haa çılgınlar gibi müze var ona birşey diyemem. Adım başı müze. Kusturana kadar müze. İyi güzel hoş da, sergilenecek bu kadar ne var diye soruyor insan bir noktadan sonra. Gerçi ben daha sadece bir tanesine girdim para verip sanırım, Piazza del Popolo'nun kenarındaki Leonardo da Vinci Müzesi'ne girdim geçende, öğrenci kimliğinizi gösterip 8 euro'ya girebiliyorsunuz. İçerde hemen hemen orijinal hiçbir şey yok. Yani defterlerindeki tüm aletlerin çizimlerine göre maketlerini yapmışlar onlar var. Bir de ünlü tablolarının daha büyük boyutlu resimleri var. Kocaman bir Mona Lisa ya da Annunciation ile karşılaşabiliyorsunuz. Bir de işte iki odacıkta iki ayrı belgesel izleyebiliyorsunuz. Bir tanesi şu Milano dükü için yapmaya çalıştığı ama savaş çıkınca güme giden at heykelinin hikayesini anlatıyor, öbürü de pek tabiki Son Akşam Yemeği'ni karakter karakter inceliyor (Bu arada Floransa'da bir dolu son akşam yemeği tablosu varmış çeşit çeşit sanatçıdan, o dönem pek popüler bir konu olsa gerek. Ve Floransa'da sırf bunun bile bir turizmi varmış, gidip görünce anlatacağım.). Bu müze dışında birkaç müzeye daha girdim sanırım denk geldikçe ama hep bedava giriş olanlardı. Bir de her ayın ilk pazarı burada Roma'daki ulusal müze ağına dahil müzeler ve arkeolojik alanlar ile Floransa'daki müzelere giriş bedava. Bunu da not edin, çok yararlı bir bilgi. Ama sadece fakirseniz. Paranız varsa, ne bileyim benim gibi kıytırık bir 3.dünya ülkesinden gelmiş bir öğrenci falan değilseniz gelip de boşuna o sırayı doldurmayın. Yeminle lanetlerim bakın ha. Zaten pis cimri cahil cühela Çinliler yüzünden bir saat sıra bekliyorsunuz, içeri girince de habire ayağınıza dolanıyorlar, bir de siz gelip deli etmeyin insanı. Haa bir başka aydınlatıcı keşif daha, insan burada içindeki ırkçıyla tanışıyor, önce korkuyor ama sonra el sıkışıp, anlaşıyor. Şu an Çinliler'den mi İspanyollar'dan mı daha çok nefret ettiğime karar veremiyorum ben mesela. Hintli kardeşlerimi bile sevmeye başladım. Hatta Bangladeşliler can be can resmen.
Bir de herkes ama herkes, her bir Avrupalı, hiç istisnasız burnunu karıştırıyor. Öyle belli belirsiz, sakına sakına falan da değil ha. Sokuyorlar ulu orta parmaklarını burunlarına, kurcalayıp çıkarıyor bir de bakıyorlar sonra. Yüz yüze bakarken, birini dinlerken, biriyle konuşurken, gülerken, eğlenirken, ciddi bir şey yaparken..Her durumda. Ama işte ilginç bir şekilde yolda kurallara uyuyor arabalar, yayalara her türlü öncelik veriyorlar, yola adım attığınız anda duruyorlar, kolay kolay korna çalmıyorlar ve sıraya giriyor. Düşünsenize, sıraya giriyor insanlar!
Roma'dan bu akşamlık bu kadar. İki ev arkadaşım da dışarıda olduğundan yazabileceğim bir başka akşama kadar Ci Vediamo Amici!

1 Ekim 2016 Cumartesi

kendini gittiğin her yere taşımak

Yani hakikaten çok mutsuzum. Durduğum noktadan yola çıkıp, taa buralara kadar geldim ama burda da mutsuzum. Ve ne anladım biliyor musunuz? Kendimden kurtulmadığım sürece, kendimi gittiğim her yere taşıdığım sürece mutlu olamayacağım. Düşünsenize, Roma'dayım nerdeyse 1 aydır. Önümde bir 4 ay daha var ama benim gecenin şu saatinde şu şehirde, gökyüzünün altında, hissettiğim tek şey mutsuzluk. Kocaman bir mutsuzluk. Şu an hayatım daha da anlamsız, daha da boş, daha da bitmiş görünüyor, her zamankinden de daha. Hiçbir ucundan toparlayamayacağım bir noktaya savrulmuşum da o noktada çöküp kalmışım gibi. Öylece, boş bir çuval gibi yerdeyim. Hiçbir düşüncem, hiçbir planım, hiçbir hedefim yok. İçim bomboş ama mutsuzluk çok ağır.

24 Eylül 2016 Cumartesi

Roma'dan Part I

Şimdi Eyy Romalılar vatandaşlar yurttaşlar! Diye çığırdıktan sonra sesimi azaltıyorum ve birazcık bahsetmeye başlıyorum. Ama bu böyle çok karmaşık bir yazı olacak çünkü belli bir sırada, düzende bahsetmeyeceğim. Kafam ona müsait değil şu an.
Türkiye'de yaptığım işlemlerden arada bir biraz bahsettim ama belki bir toparlama yazısı da ona yaparım. Şimdi ben naptım, erasmusa başvurdum, seçildim, uçağa bindim. Bir kere eylül sıcağında Roma'ya indiğinizde sizi ilk karşılayan nem ve sıcaklık. Hatta beni azıcık da yaz yağmuru karşıladı ama bu ikisinin yanında onun lafı bile olmadı. Ankara'nın bağrından kopup gelince (tamam karadenizliyim ama 20 senedir orta anadalunun çorak bozkırında kavruluyorum) bu hava insanın suratına çottadanak çarpıyor. Bir de sabahın köründe binmiş oluyorsunuz Esenboğa'dan, uykusuz, yorgun bir halde Roma'ya iniyorsunuz. Fiumicino'ya. Bir de Ciampino var ama bu uluslararası uçuşlar sanırsam hep Fiu'dan. Fiu dediğim havaalanı deniz kenarı, Ciam dediğim de şehrin öte yanında. Fiu'da bir kere çılgıncasına bir kuyruğa giriyorsunuz. Pasaport kontrolden geçmek için. Böyle basık, havasız, izbe bir ortamda, tepenizde havalandırma boruları, böyle milyon tane insanlar bir arada. Eğer baygınlık geçirmez de o sırayı atlatıp, pasaport kontrolden geçerseniz - ki daha burada ilk dakikada italyan insanının rahatlığıyla yüz yüze geliyorsunuz- nihayet bavullarınızı alabilirsiniz. Bavulları da aldık biz ama (biz dediğim bir başka erasmusçu arkadaşım ve ben) sorunumuz büyüktü. Şöyle ki, havaalanından şehre en ucuz ulaşım yöntemi otobüs. O otobüslerin de en ucusu terravision, 4 euro. İnternetten iniş saatimizden bir-bir buçuk saat sonrasına olan otobüse bilet almıştık. Ama pek sevgili sabiha gökçen havaalanından 3 saat kalkamadığımız için, herşeye geç kaldık. Biletimiz yanmasın diye Fiu'ya iner inmez hemen bir sonrakine falan kaydırdık bileti. Ama bu sefer de çıktılarını almamız gerek, çünkü internet sitesinde çıktısız otobüse binemezsiniz diyordu. Ben de her kuralı ciddiye alan en birinci insan olduğum için bunu da ciddiye aldım. Havaalanında güvenlik görevlisine sordum, o da information desk'ten yapabilirsin dedi. Neyseki orda hemen mail atınca bize çıktılarımızı verdiler ama bu sefer otobüsün kalkış yerini arıyoruz ama çok az vaktimiz var. Otobüslerin hepsi 3. terminalin ilerisinden kalkıyormuş. Git git bitmedi. Sonra bir baktık biz tam yaklaşıyoruz, terravision kalktı gitti, hem de tam bizim biletteki saate 5 dakika varken. Laaan diye bavullarla yuvarlana yuvarlana koşturuyoruz ama gitti otobüs. Hemen orada bilet gişeleri var otobüs şirketlerinin. Bir tanesi açık ve önünde güvenparktaki dolmuş sırası var. Bizim terravisin gişesi açık değil. Önüne gidip camdan içeri bakınırken bir kadın geldi, oturdu kulağında telefon, bilgisayarda hem konuşuyor hem birşeyler yapıyor. Dikkatini çekebilmek için camı yumruklamamdan sonra beni baya bir bekletti ve sonunda bana döndüğünde derdimi anlatamadım mı! Kuramadım ya cümle resmen. Demeye çalışıyorum ki bizim bilet buçuk ama demin otobüs gitti, bizim otobüs mü biz ne etcez. Kadın otobüs şurdan kalkacak gidin gidin diyor ısrarla. Çökmüş halde durağa bir gittik, millet doluşmuş otobüs bekliyor. İşte İtalya'da ilk ders: İtalyanlar hiçbir şeyi saatinde yapmaz. Kuralına uymaz ve amaaan modundalardır. Buçuktaki otobüs 20 dakika sonra geldi ve bir saat sonra kalktı. Tabi otobüs gelince önce bir herkes ellerindeki devasa bavulları otobüsün bagajına tıkıştırmaya çalışıyor, sonra da otobüse doluşmaya. İkinci ders: İnsanların bu hayvansı tarafından haritada sola doğru giderek kurtulamazsınız. Eğer Türkiye'de yaşamaya evrimleşmiş, bu konuda gayet başarılı bir insansanız inanın İtalya'da da şahane yaşarsınız. Ama benim gibi 30 yıldır Türkiye'deki hayatta doğru düzgün yaşayamayan bir insansanız aynen Ankara neyse Roma da öyle gelir. Sonraki adımda bir teyzenin benim biletim yok vereyim parasını bineyim dediğine ve çıktılarımızı kontrol eden kadının da tamam bekle şunlar binsin önce hallederiz dediğine şahit olduktan sonra zerre şüphem kalmadı, burası Türkiye'ydi.
Otobüsle Termini denen istasyon şeysine geliyorsunuz. Burası şehrin göbeğinde, tüm metro ve otobüs ve tren hatlarının buluştuğu nokta. Üstüne de işte dükkanlar açmışlar. Ama hemen dibinde resmen siyahi gettosu var. Böyle duvar boyunca sıralanmış hırsız ve katil kılıklı insanlar ürkütücü bir şekilde gelen geçeni dikizliyor. Ama dedim ya İtalyanların kafalar bir milyon. Hiçbir şey olduğu yok, sadece korku tüneline girmiş gibi oluyorsunuz o kadar. Termini'de indiğinizde de bavulunuzu kendiniz sırtlandıktan sonra işte sorun, nereye gideceksiniz? Bizim hemen ev sahibiyle buluşmamız gerekiyordu evi görmek için. İnternetten konuşmuştuk adamla ama anlaştığımız saatten bir saat sonrasında biz ancak Termini'ye geldiğimiz için acayip paniktik. Evi bulduğumuz yere Giardinetti treniyle gidiliyor görünüyordu, bu yüzden onun kalkış yerini aramaya başladık. Termini'nin en sonunda. Sarı köhne bir tren kendisi. Azcık sarsılsa tüm contaları atacak, dağılacak öyle bir şey. Nostaljik diye kaldırmıyorlarmış. Bindik ama o bavulları trene nasıl kaldırdık, kimse nasıl kılını bile kıpırdatmadı anlatamam. An-la-ya-maz-sı-nız! Hele trenin sürücü, baktı baktı yanımızda dikilip, biz büyük bavullarımızı içeri kaldırmaya çalışırken, resmen dikildi. Sonra yürüdü geçti yanımızdan yerine çıktı. İki tane 50 kiloluk bir buçuk metrelik zavallı kız, 200 kiloluk yükü trene çıkarmaya uğraşıyor ve kimse dönüp bakmıyor biliyor musunuz? En son ineceğimiz durakta bembeyaz saçlı bir teyze indirdi büyük bavulumu. O derece. Evet.
Ev sahibimiz ayrı bir ilginç. Böyle tam elinde evrak çantası, gömleği pantolonu ütülü, saçları beyazlamış ama sırım gibi dikilen, böyle herşeyi kuralına kitabına göre yapan, kendisinden milliyetinden ülkesinden acayip gururlu yani diyeceğim de birşey demeyeyim. Paolo amca bize italyanca konuşturtmaya çalışıyor ısrarla. Paolo amca bize italyan sanatının mimarisinin en güzel örneklerini tanıtmaya çabalıyor, biz sormasak da. Ama hakkını yemeyeyim, o kadar sersefil, perperişan bir halde düştük ki karşısına başkası olsa kaçardı. Ama hakikaten, o akşam eve gelip de Paolo bize evi gösterirken belki de hayatımın en zor saatlerinden bazılarını yaşıyordum. Sıfır enerji, sıfır moral kalmıştı ben de, üstüne bir de tüm yük benim omuzlarımdaydı. Yani arkadaşımın ingilizcesi de italyancası da yok. Ben adamla ingilizce anlaşmaya çalışıyorum ama benimkisi dizi film ingilizcesi. Böyle ciddi işlere uygun değil. Kaldı ki türkiyede bile hiç böylesine ciddi işlerle uğraşmadım ben. Ne ev tuttum, ne fatura yatırdım, ne de başka birşey. Her zaman ailemin sımsıkı kanatları altında, lay lay lom. Paolo'nun ingilizcesi de italyancası süper haliyle. Benim kafam da olmuş yüz milyon, ölmek istedim o an. Buharlaşayım istedim ya. Çöküp ağlayacaktım, yapamıyorum ben yapamıyorum diye. Hem kendimin hem bir başkasının sorumluluğunu yükleniverdim bir anda. Buraya geldiğimden beri bu böyle ama o ilk günde, ilk anda ezildim, suyum çıktı. Adam da şaşırdı biz bu gece burdayız alıyoruz evi deyince. Bakmaya geldik herkes gibi zannetmiş. Anahtarı falan verdi ama şaşkın ve şoka girmişti.
evin balkonundan Roma'nın merkezine doğru, ama ne manzara :)
Şimdi 19 gün sonra o günkü halimi yeniden hatırlayınca, hakikaten büyümüşüm diyorum. İnsan bir anda büyüyüveriyor.

22 Eylül 2016 Perşembe

Roma'dan yorgunlukla

Burdayım, Roma'dayım. Sadece ses vermek istedim çünkü hala açıp da buraya yazabiliyor muymuşum diye parmaklarımı, klavyemi, zihnimi bir yoklamam gerekiyor gibi geldi. Eylülün 5'inden beri burdayım, Roma'nın merkezinden uzak sayılabilecek, göçmenlerle dolu bir mahallesinde 3 odalı bir evin bir odasındayım. Bu 16 günde neler yaşadım, neler gördüm, ne hissettim... Ah bir bilseniz ne çok istedim her akşam oturup da klavyenin başına anlatayım hepsini. Ama öyle bir sele kapılıp gitmişçesine geçirdim ki günleri. Ama yavaş yavaş bir düzene oturacak diye umut ediyorum. Yoksa çok daha cangıllı mı olacak bilmiyorum tabi ama, halledeceğiz. Bir şekilde bu sorumsuzca bıraktığım boşluğu telafi edip, üstüne bir de günlük düzeni oturtacağım ve umarım, umuyorum hep beraber manyakçasına hatırlanacak günler yaşayacağız. Siz orada ekranın başında, ben burada kilometrelerce ötede.
Vallahi bakın ya, halledeceğim. O iş bende.

Mayıs '25 - Yeni Çıkanlardan Beğendiklerim

1. BOYNEXTDOOR (보이넥스트도어) - I Feel Good ve 123-78 Boynextdoor'u ilk dinlediğimde hımm çok mu neşe dolular acaba bana göre diyerek bir ger...