"Janie's first dream was dead, so she became a woman."
Bir kadınla, bir kitapla tanıştım bugün.
Geçmişte yaşadıklarım bana şunu öğretti : Hepimiz bu dünyaya, hayatımızı en iyi şekilde yaşamak için geliyoruz ve inanın bana, hayat saklanarak, umutsuzluklarla, pişmanlıklarla harcanamayacak kadar kısa. Dertler ve sıkıntılarla boğuşurken her gün, bir öncekinin aynısı gibi görünmeye başlıyor. Oysaki her yeni gün kendi mucizelerini de beraberinde getiriyor. Hem de en beklenmedik anlarda...Böyle yazınca arka kapağında, aynı şeyleri bana da hissettirmesi umuduyla doğumgünü hediyesi olarak geldi bana Bir Yumak Mutluluk. İsminin ve içeriğinin vaat ettiği kendi mutluluğumuzun desenlerini örebileceğimizi ve örmemiz gerektiğini görmemiz haliyle bu durumda. Debbie Macomber kendi deyimiyle en sevdiği iki uğraşı, örmek ve yazmayı birleştirip, kolay, anlaşılır cümlelerle, kafa karıştırmayan, düzgün ilerleyen bir olay örgüsüyle oku-mutlu et kendini kitabı yazmış. Tabi bu okuyup, mutlu olma durumu normal insanlarda işe yarayan birşey. Ben maalesef unutup, bir heves daldım kitaba. Ama olmadı. Mutlu olmadım.
Tarihsel bir anlatının aslını olaylar oluşturur; bunlar okurun zihnini ana konudan farklı güzergahlara sürükleme ayrıcalığına da sahiptirler; işte bunun için, halk meydanında asılan yüz kişiyi, diri diri yanan iki papazı, akıp giden kuyrukluyıldızı ve yüz şövalye turnuvasına bedel tasvirleri bu sayfalarda dillendirdik. (Carlo Tenca, La ca'dei cani)Eco'ya sevgim sonsuz. Böyle dünya gözüyle bir karşılaşsak boynuna atlayıp "Ya sen ne müthiş bir insansın amca" diyeceğim, o derece. Bir insan nasıl hem bu kadar çok şeyi bilip, hem bu kadar çok meseleyi düşünüp, kafa yorup, gerçeklerle hayalleri ilmek ilmek kurgulayıp böylesine biçimli, delicesine bir akış içerisinde anlatabilir? Tarihe bu kadar hakim, insan düşüncelerine, toplum yapılarına bu kadar aşina olmak mümkün müdür?
"Bizim gibi okumuş yazmış insanların kendilerini evrenin düzeninde gerekli bir unsur olarak görmesi, cahillerin batıl inançlarına eşit. Dünya düşüncelerle değiştirilemiyormuş. Az düşünce üreten kişiler daha az hataya maruz kalıyorlar, onlar herkesin yaptığını izliyorlar, kimseyi rahatsız etmiyorlar, başarıyorlar, zenginleşiyorlar, iyi pozisyonlara ulaşıyorlar, milletvekilleri, şöhretli edipler, akademisyenler, gazeteciler oluyorlar, ödüllere, nişanlara boğuluyorlar. İşlerini böyle iyi yürütene aptal denir mi? Aptal benim, yel değirmenleriyle savaşmaya kalkan ben." (diyor Joly mesela Simonini'ye.)Eco'nun anlatısında kendisinin de kitabın sonunda belirttiği üzere Simonini dışındaki tüm isimler, gerçek kişilikleri yansıtıyor.
Kimdi bu Proust, France, Sorel, Monet, Renard, Durkheim? Proust'un yirmibeş yaşında, neyse ki basılmamış kitapların yazarı bir kulampara olduğunu söylüyorlar; Monet ise bir ya da iki tablosunu gördüğüm ve dünyaya çapaklı gözlerle bakan bir ressam bozuntusu. Askeri mahkemenin kararlarını tartışmak bir yazarla ressama mı kaldı? (diye yakınıyor Simonini bir yerde de, bunlar ve Freud gibi kişiliklerle aynı tarihin sayfalarında geziniyor yani.)Simonini ise okuduğum en eğlenceli karakterlerden biri. Bana bol bol Woody Allen'ın Whatever Works'ündeki Boris'i hatırlattı.
Gaviali bana son uyarılarda bulunuyor:"Şuna dikkat edin, buna dikkat edin." Yok artık; daha o kadar bunamadım. (diye bitiriyor günlüğünü örneğin.)
![]() |
Efenim bu da mevzu bahis Eski Yahudi Mezarlığı |
Halka umut vermek için bir düşman gereklidir. Birileri yurtseverliğin, ayaktakımının son sığınağı olduğunu söyledi : Ahlaksal ilkeleri olmayanlar genellikle bir bayrağa sarınırlar, soysuzlar da daima ırklarının saflığıyla övünürler. Ulusal kimlik, mirastan yoksun kalanların son pınarıdır. (...)Nefreti uygar bir tutku olarak beslemek gerekir.(...)İnsanın kendi sefilliğine mazeret bulabilmesi için nefret edecek birine gereksinmesi vardır. Nefret insanın en kadim tutkusudur. Anormal olan durum sevgidir.(...)İnsan birini bütün bir ömrü boyunca sevemez; bu olanaksız umuttan, zina-ana katli-dosta ihanet doğar...Oysa insan ömür boyu birinden nefret edebilir. Yeter ki nefretimizi körüklesin. Nefret yüreği ısıtır. [diyor Raçkovski de bir konuşmasında Simonini dinlerken]Sayfalar arasında 3 anlatıcının kalemiyle birlikte Eco'nun kendi arşivinden gerçek tarihi resimler de görüyoruz bir yandan. Resmen olay ve düşünce cümbüşü şeklinde geçen koca bir kitabın ardından Eco "Ama bir kez daha düşününce, Simone Simonini, başka pek çok kişinin eylemini üzerine yansıttığım bir kolaj ürünü bile olsa, bir şekilde bu dünyada var olmuştur. Hatta gerçeği söylemek gerekirse, hala aramızda yaşamaktadır." diyor.
En son müzik dinlemenin içinde kaybolmuşum gibi görünüyor değil mi? Bir ayı geçmiş en son yazalı. Aslında baya hızlı ve çetrefilli bir 34 g...