Dünyamız ruh olarak adlandırılabilecek bir uzaylı türü tarafından istila edilmiştir. Küçük, gümüşi iplikler gibi görünen bu canlılar yaşamlarını sürdürebilmek için başka bir canlının bedenine ihtiyaç duymaktadırlar. Origin adlı gezegenlerinden, uzaydaki birçok farklı gezegene yayılmış, gittikleri her gezegende buldukları canlı türünün bedenlerini ele geçirmişlerdir. Ama bu ruhlar, bizim pek alışık olduğumuz istilacılardan değildir. Onlar gittikleri yere barış, düzen, sağlık, refah götürdüklerine inanmaktadırlar. Amaçları bir canlı türünü yok etmek değil, aksine o türün mahvettiği veya değerlendiremediği bir gezegende hakkıyla yaşanacak şekilde yaşamaktır. Barışçıldırlar, saftırlar, iyi niyetlidirler. Bir bedenin yaşamını tamamlaması onları başka bir bedene, belki başka bir gezegene geçmek için fırsat verir. Arılar gibi, aralarında nadir bulunan bir doğurgan dişinin sonunda hayatını tamamlayıp bölünmeye karar vermesiyle çoğalmaktadırlar. İnsan bedenine enseden açılan bir kesikten girerek, yerleşirler ve beyni, düşünceleri, bedeni ele geçirmiş olurlar. Bedenin sahibi olan ruh ise kendi bedeni içinde önce bitkisel hayata girmiş gibi kapana kısılır, ardından zamanla tamamen kaybolur,silinir gider.
Ama kardeşi Jamie ve aşık olduğu adam Jared'a deli gibi bağlı olan Melanie Stryder için bu kurallar geçerli olmaz. Onlar bu istiladan kaçabilen son insanlardır belki ve Mel'in Avcılar bedenini ele geçirdiğinde mücadeleyi bırakmaya hiç niyeti yoktur. Göçebe adını taşıyan ruh ise bu mücadelenin tam ortasında bulur kendini.
Harika değil mi? Fikir harika. Böyle bir dünya fikrinin ortaya çıkışı harika. Böyle bir ortamı düşleyebilmiş olmak harika. Ama işte ufak bir şanssızlığı var, Stephenie Meyer'in kaleminden çıkmış olması. Çünkü gayet de bildiğimiz üzere kendisi Alacakaranlık'taki cümlelerini kurmaya, o derinlikteki karakterlerini yaratmaya devam eden bir insan. Dünyamızı nasıl kullandığımıza dair mesajlar vermeye çalışıyor Meyer, aşkın doğası hakkında fikirler ortaya koyuyor, insan olmanın anlamını sorguluyor belki, bilincin, ruhun nedenini anlamaya çabalıyor bile sayılabilir hatta. Peynir ekmek gibi okunuyor, aksiyon oluyor, romantizm aşırı derecede Meyer tarzında arzı endam ediyor ama elimizde olacakmış olamamış, bir türlü ortaya çıkamamış bir psikolojik bilim kurgu kalıyor.
Göçebe (The Host) ilk olarak 2008'de, Türkçe olarak ise 2009'da, basılan 680 sayfalık bir tuğla. Alacakaranlık serisi gibi Epsilon işi. Meyer yarattığı diğer dünya gibi bu da vakit kaybetmeden sinemaya uyarlanıyor. Şimdilik mart 2013'e yetiştirilmek üzere Andrew Niccol'ün senaryosunu yazıp, yönetiyor göründüğü bir film çekiliyor (The Host - 2013). Meyer'in kendi sitesindeki The Host bölümünü de incelemek isterseniz şöyle : http://www.stepheniemeyer.com/thehost.html
Valla ben okudum, gayet de hızlı, kolay okudum. Umberto Eco kafamı bulandırırken ara vermiştim, aldım elime Göçebe'yi okudum da okudum. Başka biri yazsaydı belki Eco'dan bile daha çok yerdi beynimi ama bu haliyle sadece okudum.
Tabi bir de serde dişilik var, sonuçta Alacakaranlık'ta ağladığım zamanlar da olmuştu.
Gene de bence tek bedendeki o iki ruh birbirine aşık olsaydı...daha ilginç olmaz mıydı?
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
eylülde
Neden hep imkansızı istiyor ki canım? Oysa çok kolay olabilirdi. Elimi uzatsam alabileceğim mesafede duran şeyler. Çok kolay olabilirdi. He...
-
20li yaşlarındaki Kim Sol Ah (esas kızımız kendisi) bir tasarım şirketinde çalışıyor, tüm gün oturup müşterilere, firmalara, şirketlere f...
-
Joo Seo Yeon kızımız bir lisede beden eğitimi öğretmeni. Aynı lisede öğretmen olan Kim Mi Kyung'la tee ortaokul döneminden kankalar...
-
Çoook eskiden, şimdinin Polinezya diye adlandırılan adalarından birinde, ada halkının şefinin sevimli mi sevimli kızı Moana, babasının t...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder