29 Ocak 2012 Pazar

24 Ocak.

- Efendim.
- Yavrum. Napıyorsun?
- Hiiç. Çalışıyorum işte anne. Noldu?
- Bir izin alabilecek misin sorsana, erken çıkabilir misin?
- Niyeki?
- Baban aradı az önce. Büyükbaban vefat etmiş de.
- Hı..
- Hadi yavrum bir sor da sen. Abin de yengenle gelecek bize, onların arabayı buraya bırakıp, bizimkiyle gideceğiz.
- Tamam anne, dur sorayım.
(...)
- Anne tamam. Çıkıyorum ben şimdi. Otobüse binince ararım.
- Tamam yavrum.
Telefon konuşması ile işyerinden çıkmam arasında geçen o 15-20 dakika boyunca oradan oraya koşturdum. Herkese, soranlara, izin istediklerime, rastladıklarıma, selamlaştıklarıma "büyükbabam vefat etmiş de" dedim. Ne olduğunu düşünmedim. Sadece söyledim. Bazılarının yüzüne bakarken boğazım düğümlendi, engel oldum. Dilim döndü, gözlerim yaşardı ama derdimi anlatıp kendimi sonunda dışarı attım.
Salı akşamıydı. Hava kararmıştı. İşyerinin dışındaki o uzun kaldırımda kimse yoktu. Yolda doğru düzgün araba bile yoktu. Aklıma gelen tek şey, ilk defa bu kaldırımdan servise yetişmeye çalışmadan, deli gibi koşturmadan yürüyebileceğimdi. Buz tutmuş, karlı taşların üzerinde yavaş adımlarla ilerledim. Yerler buzdu, etrafım kardı ama hiç üşümedim. Birden durdum yarı yolda sonra. Biletim yoktu ki hemen karşıdan otobüse binebileyim. Durağa gidip, paralı otobüse bindim. 2 lira uzatıp "öğrenci" dedim. Parayı alan amca 2.10 liralık tam bileti kesip uzattı. Elim bozukluklarıma gitti, bir yandan da "üstünü tamamlayayım o zaman" dedim amcaya. O bakmıyordu bile, eksik falan vermiş olmamı umursamıyordu, öğrenci dediğimi de duymamıştı. "Hı noldu?" falan deyince gülümsedim, dediklerimi tekrar ettim. "Ha tamam" dedi, öğrenci bileti kesip, paramın üstünü verdi. Orda dikilip, tutunmuşken ve otobüsün akşam trafiğinde şehrin merkezine girmesini beklerken yaşlı bir amca bindi otobüse. Yutkundum, gözlerime hücum eden yaşlara ne yapacağımı bilemedim. O yaşların neden geldiğini de bilemedim. "Başka bir şey düşün." dedim kendime. Aklımda beliren ilk düşünce, ilk görüntü, Harry Potter ve Azkaban Tutsağı'nda Harry'nin Marge Hala'yı şişirip, uçmasını sağladığı sahneydi. "Marge Hala" döküldü dudaklarımdan ve sakinleştim.
Sonra Kızılay'dan eve giden otobüse bindim ve açıp, birkaç zamandır bitiremediğim kitabı okumaya başladım. Eve varana kadar başımı kitaptan kaldırmadım. Durakta indiğimde bembeyaz bir yola adım attım. Yeniden kar yağmaya başlamıştı ben yoldayken, göz gözü görmüyordu ve ben gene üşümedim. Eve yürüdüm. Boğazıma yine birşeyler oluyordu, "Marge Hala" dedim. Düzeldi.
Eve girdim, annemle havadan bahsettim ve duş aldım. Bavulumu topladım, yemek yedim, abimler geldi ve muhabbet ettik. Kimse ağlamıyordu, kimse kendinden geçmiş değildi. Normaldik, aklımız başımızdaydı ve yola çıktık. Akşamın 9 buçuğuydu.
Araba buz gibiydi. Donmaya başladığımı hissettim. Yol boyunca kar hiç durmadı. Daha büyük ve daha sık yağdı her kilometreyle birlikte. Zincir ikide bir sorun çıkarıyordu, silecekler donup camı kardan arındırmıyordu. Ertesi gün saat 11'e kadar abim her yarım saatte bir arabayı kenara çekip, o karın altında silecekleri buzdan temizledi, zincirleri sıkıştırdı ve her defasında üşüdü, ıslandı. Bu işlem kimi zaman bomboş bir vadi içinde yolun kenarında oldu, kimi zaman da gecenin o vaktinde terk edilmiş gibi olan yıkık bir benzincide. Abim yorgundu, hastaydı. Abim üzgündü. Bense çok üşüdüm, başımı annemin omzuna koydum ama gene de üşüdüm.
Köyün o bildik çamurlu, kıvrımlı yolunu çıktık öğlene doğru. Normalde her yaz 6-7 saatte aldığımız yol, harmanın çamurlu çimenlerine ayak bastığımda 12 saatin üstünde sürmüştü. Harman insanlarla doluydu. Üzgün, şaşkın insanlarla. Deli gibi ağlayan yoktu, kendini yerlere atan yoktu. Üzgün insanlar vardı, ince gözyaşları döken kuzenlerim vardı, dimdik ama yorgun duran halam vardı. İyice yaşlanmış gibi duran babam vardı. Ruhlarını kaybetmiş gibi duran amcalarım vardı. Bir de yamuk duran incir ağacının önüne çekilmiş küçük römorkun üstüne konulmuş tahta bir tabut vardı. Üstü açıktı, örtülerle örtülüydü. Ama küçüktü, inceydi. "Marge Hala" dedim kendi kendime. İmam elinde megafonla konuştu. Teyzeler gelip sarıldı. Babaannem römorkun yanında, plastik bir sandalyede oturuyordu. Hiç sesi çıkmıyordu, ağlamıyordu, sadece gözleri yerde oturuyordu. İnce ince yağmur atmaya başladı. Herşey yemyeşildi yine. Tabutun üstündeki örtü bile.
Marge Hala. Marge Hala. Marge Hala.
(Resimler, salıdan cumartesiye bir büyükbaba cenazesi yaşarken gördüklerimden.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...