william shakespeare etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
william shakespeare etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Ekim 2014 Çarşamba

Ankara DT'nin yeni sezonundan, "Shakespeare Zorda"

Sahnemiz, oyun başlamadan hemen önce
"Elizabeth Dönemi İngilteresinde Globe Tiyatrosu en görkemli çağını yaşamaktadır. Ancak, William Shakespeare'in tek işi oyun yazmak değildir. Kardeşi Judith sahneye çıkan ilk kadın olmak için, Lord Essex kraliçeyi devirmek için, Kempe; Hamlet'e bir soytarı sahnesi yazdırmak için uğraşmaktadır. Shakespeare Zorda'dır çünkü ilk kez kahraman olarak değil, ''canlı'' bir insan olarak sahneye çıkmıştır. Şahane tiratlar kaleme alan yazar, şimdi tüy kalemiyle kendine bir bıyık çizmek için mürekkep aramaktadır."
Devlet Tiyatroları sitesinden
DT'nin sitesinde oyunun konusunu böyle anlatmışlar, ben de koşarak gittim tabi. Tiyatro işinde çok yeniyim daha, ilk aşkım ilk göz ağrım sinemaydı hep ve tiyatroya belli bir mesafeden yaklaşıyordum. Ama Shakespeare'e ölürüm, bu yüzden kırdım ilk zincirleri zaten. Venedik Taciri ile başladım, sonra tesadüfler, güzel insanlar ve Cyrano de Bergerac'a, Kösem Sultan'a uzanan müthiş bir yolculuğa çıkmış oldum. Sinema hala başka benim için ama tiyatro, kesinlikle enfes bir yolculuk.
Devlet Tiyatroları sitesinden
O yüzden Ankara DT'nin bu yılki programını ilk gördüğümde hemen atladım Shakespeare Zorda'ya (Macbeth'i görmemişim ya, nasıl görmemişim neden görememişim vah bana). Akün Sahnesinin dekoru bu kez Globe Tiyatrosuna dönmüştü, "Ölüleri Gömün"deki şok edici halinden oldukça farklıydı, Sunay Akın'a fon olan sadeliğinden uzak. Oyun ilk başladığında hakikaten de Elizabeth dönemi Londrasında Globe Tiyatrosunda William Shakespeare ve oyuncularının arasındaydık. Onlar tüm ihtişamıyla Kraliçe Elizabeth'in karşısında tir tir titrerken iyice moda girmiştik, sonrasında Judith Shakespeare'i, William'ın kızkardeşini bulduk karşımızda. Evlendirilmesine karşı çıkarak, kaçmış gelmiş, sahneye çıkmak istiyordu. E peki biz ne hatırlıyoruz, Shakespeare In Love'daki Gywneth Paltrow'u hatırlıyoruz tabiki. Engel olmaya çalışıyoruz Judith'e, yapma etme vakti değil diyoruz. Kraliçe'nin de kılık değiştirerek tiyatroya çamaşırcı olarak girmesiyle olaylar tam bir Shakespeare komedisine dönmeye başlarken pat! oyun kesiliyor. Sıraların arasından bir kadın oyunu durduruyor ve şunu şöyle yapın böyle yapın diyor. Meğerse bu izlediğimiz, günümüzde geçen bir oyun provasıymış. Biz tam noluyor nasıl yani diye kafalarımızı sallayıp anlamaya çalışırken, onlar yeniden 1600lere dönüyor ve oyuna devam ediyorlar. Bir süre sonra pat! gene kesiliyor 1600ler, bu sefer de arka taraftan birinden ses geliyor, oyunculara gerçek adlarıyla sesleniyor ve direktifler veriyor. Kendi aralarında gülüyorlar, bu arka taraftaki yönetmene sesleniyorlar...İkinci kere meğerse, bu günümüzde geçen prova da günümüzde geçen bir oyunun provasıymış. Biz artık tamamen şaşkına dönmüş durumdayız, yerimizde oturuyoruz ama kim olduğumuzdan, ne izlediğimizden, şimdi ne olacağından emin değiliz. Bir moddan öbür moda girip çıkıyoruz, karşımızdaki herkesin en az 3 ismi ve karakteri var, her birinin anlattığı dert farklı ve her birinde ayrı bir olay dönüyor.
Devlet Tiyatroları sitesinden
Açıkça söyleyeyim, benim gibi bir tiyatro çaylağı için oldukça kafa karıştırıcıydı. Ne düşüneceğimi bilemedim. Belki benim acemiliğimden ama bence oynaması oldukça zor bir oyundu izlediğim ve o müthiş oyuncular öyle güzel kalktılar ki bunun altından. Ama ben inatçı bir tutucuyum sanırım, oyuncular ve oyunculuklar şahane olsa da ben o 1600ler Londrasında olmak istedim. Ordan her çıkışlarında oyun bana kötü geldi.
Ve tüm bu karmaşanın ortasında, oyunun en güzel tarafı müziklerdi. İki taraftaki balkon dekorlarında canlı canlı oyunun müziklerini yapan hem oyuncu hem orkestra üyeleri o iki saatin en güzel dakikalarını yaşattılar bize.
Bir sonraki hedefim Macbeth. Tabi Hedda Gabler'i, Bernarda Alba'nın Evi'ni ve Aklımdaki Kadınlar'ı unutmadan.

17 Mart 2013 Pazar

Bir Shakespeare Oyunu : Venedik Taciri

İlk Shakespeare'imi - tiyatro sahnesinde - geçen hafta görmüş oldum. Yıllardır tiyatro bileti kovalıyordum, her sezon bir Shakespeare oyunu var mı nerede ve önden bilet var mı diye. Geçenlerde artık kesinlikle şans olduğunu inandığım bir şekilde istediğim bileti buldum. Haftalardır Cüneyt Gökçer sahnesinde oynanmakta olduğundan bilet bulsam bile gidemeyeceğim (çünkü sahnenin olduğu yer evime çok ters kalıyor, toplu taşıma araçlarıyla gidip gelemeyeceğim şekilde) Venedik Taciri'nin Küçük Tiyatro sahnesinde de oynayacağını görüp bilet baktım hemen, en ön olmasa bile ikinci sıradan gayet de ortası sayılabilecek bir yerinden koltuk bulunca iki bileti kapıverdim.
Venedik Taciri henüz metnini okumadığım Shakespeare'lerdendi, bu yüzden içim tam rahat değildi ama olsun en azından görmüş olacaktım. Hem olayların nasıl gelişeceğini, sonunu bilmeden izlemek de çok keyifli olacaktı diye düşünerek gittim oyuna. İlk izlenimim çok da herkesi memnun edecek seviyede olmadığıydı açıkçası. Nereden kaynaklandığını anlayamam ben tabi ama o tüm salonun beklediği hissi vermedi. Yanımda oturanlar mesela arada çok da iyi olmadığını konuşuyorlardı kendi aralarında. Hem zaten oyun sırasında böyle bir an gelir kendinizi oyunun dışında, salonu hissederken bulursunuz ya, o anda algıladığım da oydu işte. Bir şeyler tam değildi.
Bilemiyorum belki Portia'nın olması gerektiği kadar iyi oynanmış olmasından, oyuncunun hem Portia olarak inandırıcı olmamasından - Portia'nın gerektirdiği etkiden yoksun olmasından - hem de erkek kılığında bir avukatı canlandırması sırasında sesini bile değiştirmeye gerek görmeden sadece kamburunu çıkarmasının yeterli olduğu düşünmesinden olabilir.
Gene de tüm bunlar, Tamer Levent'in olağanüstü Shylock'undan aldığımız zevki gölgeyemedi. Metni okumasam bile Shylock'tan en azından bir miktar hoşlanmamamız gerektiğini düşünmüştüm oyundan önce. Ama Tamer Levent'in Shylock'u resmen sizi diğer tüm karakterlere lanet ettiriyor, adaletin bu mu dünya diye bağırmak istiyorsunuz onunla birlikte. O kadar iç acıtıcı o kadar güzel oynuyor ki, tüm Venedik'e savaş açasınız geliyor.
Arap prensi ve onu olduğu sahnelerin güzelliği de ayrı bir konu. İlk çıkışı ile birlikte herkesi kendine hipnotize etti, bir o kadar da görkemliydi. Bunda kostümlerin de payı olabilir tabi.
Dekorların hızlı geçişlerle değişmesi, bu geçişlerdeki müzikler de şahaneydi açıkçası. Şimdiye kadar çok az oyun izledim ama dekorların bu şekilde değiştiğini görmemiştim, oldukça eğlenceli bir yol aslında.
Venedik Taciri şu sıralar hem Küçük Tiyatro'da, hem de ay sonuna doğru yine Cüneyt Gökçer sahnesinde oynamaya devam ediyor.
http://www.devtiyatro.gov.tr/programlar-sehirler-ankara-detay-bolum_oyunekibi-venedik-taciri7.html

(Resimler tiyatronline ve devtiyatro.gov.tr'den.)

Oyundan bahsetmişken filmi de hatırlamış olalım. Sonraki adımım onu izlemek olacak.

24 Ekim 2012 Çarşamba

Shakespeare'le 3 oyun : Kuru Gürültü, Windsor'un Şen Kadınları ve Antonius&Kleopatra

Ben Shakespeare'e trajedilerle başladım. Romeo and Juliet, Hamlet, Othello, Macbeth, Julius Caesar diye devam ettim. Aralarında bir Hırçın Kız'ı okudum, 10 Things I Hate About You izlemiş olan herkesin en azından bir kez merak edeceği Shakespeare oyununu. Zaten Shakespeare ile tanışmam da büyük oranda filmler sayesinde oldu, bu örnekte olduğu gibi. Pek sevdiğim Julia Stiles'ın filmografisi neredeyse yarı yarıya Shakespeare uyarlamalarıyla doluyken (ki uyarlama-esinlenme olmayan filmlerinde bile onunla ilgili birşey bulunur: Prince&Me'de doktor olmaya çalışan Paige, Shakespeare dersi almak zorunda kalır ve çamaşırhanede beyaz atlı Danimarka prensiyle Shakespeare'in o anlaşılmaz dizelerini çözmeye çalışır.) ve daha pek çok romantik komedinin, gençlik filmi olarak adlandırılan çeşitli yeniden çevrimlerin esinlendiği nokta onun oyunlarıyken, üstüne bir de Shakespeare In Love gelmişken çok zor zaten merak etmemiş olmam.
Bu yüzden ara ara birkaç tanesini alır gelir peşpeşe okurum. Bu sefer de gittim kütüphaneden Kuru Gürültü (orijinali Much Ado About Nothing), Windsor'un Şen Kadınları (orijinali Merry Wives of Windsor) ve Antony&Kleopatra (bunun orijinali belli) yı aldım geldim. Ve Shakespeare komedilerini tecrübe etmiş oldum.
Kuru Gürültü'yü Kültür Yayınları'nın ekim 2002 tarihli ilk baskısından Sevgi Sanlı'nın çevirisiyle okudum. Oyun metninden önce oldukça detaylı bir bölüm yer alıyor bu baskıda Shakespeare'in hayatı, o dönem tiyatroları, oyunları ve Shakespeare metinlerinin yazıldıkları dönemden günümüze nasıl algılandığı, nasıl eleştirildiği ve nasıl okunması gerektiğine dair. Remzi'nin baskılarında da bu tür bir giriş oluyor ya da diğer Shakespeare baskılarında ama Kültür'ünki bir ayrıydı açıkçası. O kadar doyurucu ve açıklayıcıydı ki oyun için olmasa bile sırf o bölüm için bile okumaya değerdi.
Ki bu da benim için çok önemli. Çünkü Shakespeare'in oyunlarını anlayabilmem için öncesinde-sonrasında böyle bir incelemeye girişmem gerekiyor her defasında. Oyunu, anlatmaya çalıştıklarını, göndermeleri, karakterleri her şeyi tam manasıyla algılayabilmem için oturup bir güzel araştırmam, okumam gerekiyor. O oyun sadece kitaptaki 100-200 sayfada kalmıyor, yüzlerce sayfa olup çıkıyor. Bunun üstüne en izlemeye değer uyarlamalarını oturup izlemek ve değişik bakış açıları edinmek gerekiyor. En azından ben Shakespeare'in hakkını, okuduğum herhangi bir şeyin hakkını böyle verebileceğimi düşünüyorum.
Kuru Gürültü, metni ilk defa 1600'de yayınlanmış, tarihi kayıtlara bakılarak da büyük olasılıkla 1598-1599'da yazıldığı düşünülen bir komedi. Adı oldukça açıklıyor durumunu esasında, "Much Ado About Nothing"-->hiçbir şey hakkında az biraz gürültü, yaygara. Shakespeare oyundaki komediyi romantik öğelerin karmaşasından, yanlış anlaşılmalarla sağlamış. Oyun Sicilya sahilinde Messina'da geçiyor. Messina yöneticisi gibi birşey olan Leonato'nun kızı Hero, Leonato'nun kardeşi Antonio'nun kızı Beatrice esas kızlarımız. Aragon prensi Don Pedro'nun arkadaşları Padua'lı Benedick ile Floransalı bir kont olan Claudio da esas oğlanlar. Claudio Hero'ya aşık oluyor, Benedick ile Beatrice ise birbirlerinden ölesiye nefret ederken aşık oluveriyorlar. Don Pedro'nun kardeşi Don John ise kötü adamımız ki Hero ile Claudio arasındaki olayları karıştırmak, evliliğe engel olmak türünden şeytanlıklar yaparak bunu gösteriyor. Komediyi büyük oranda Beatrice ile Benedick'in atışmaları sağlıyor. Ama işin ilginç bir tarafı var, diğer hikaye komik gibi görünse de - ya da ne bileyim Shakespeare döneminde öyle düşünülse de - oldukça trajik. Çoğu eleştirmenin dediği şekilde oyunun esas hikayesi Hero ile Claudio'nun ilişkisi gibi görünse de Beatrice ile Benedick'inki daha bir ayrı. Çoğu yerde sahneyi onların hikayesi çalıyor. Bana bile Claudio'nun aşkı zerre kadar inandırıcı gelmedi. Hatta bunun üstüne Shakespeare'in Hero'ya bir kişilik vermemiş olmaması eklenince insan ister istemez diğer iksinin zeka dolu atışmalarına yöneliyor. Beatrice'e bayıldım bu arada. Günümüz uyarlamalarındaki Hırçın Kız'ın Katherine ve Petrucchio'sunun oyundakiler olmadığını direkt bu Benedict ve Beatrice olduğunu düşündüm ben. Çünkü filmleri dizileri izledikten sonra bir heves oyunu okuduğumda hiç de beklediğim gibi Katherine ve Petrucchio bulamamıştım, meğerse onlar Benedict ve Beatrice'miş.
Beatrice: Sana usulüyle kur yapılmazsa kusuru müzikte ara. Prens fazla sıkıştırıyorsa hizaya getir. Ölçüyü kaçırmasın, o sana ayak uydursun. Beni iyi dinle Hero, cilveleşme, evlilik ve pişmanlık İskoç dansına benzer. Bir adım ileri beş adım geri. Cilveleşme bölümü kıvrak, sıcak ve tempoludur. Düğün ağır aksak, aheste beste, usule uygun. Üçüncü bölümde sen pişman, o pişman, sallan yuvarlan, beller bükülmüş, bacaklar titrek, mezarı boylayıncaya dek.
Kuru Gürültü Shakespeare'in okuduğum değil ama anladığım ve en azından bir miktar güldüğüm ilk komedisi oldu böylece. 1993'teki Kenneth Branagh versiyonu şahane görünüyor, izleyeceğim. BBC'nin 2005'te yaptığı 4 parçalık Shakespeare Retold serisinin bir bölümünde de oyunun değişik bir versiyonu var, izlenmeye değer. (En azından Macbeth uyarlaması çok ilginçti, James McAvoy'un oynadığı) Bir de Joss Wheadon'ın gördüğüm kadarıyla neredeyse Angel ekibiyle çektiği 2012 uyarlaması varmış, bu modern zaman uyarlaması dedikleri türden.
Oyunun tüm metnini - ingilizce - buradan okuyabilirsiniz.

Windsor'un Şen Kadınları'nı Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları'nın temmuz 1985'te yaptığı ikinci baskısından Haldun Derin'in çevirisiyle okumak zorunda kaldım çünkü kütüphanede o vardı. Kuru Gürültü'yü okuduğum baskıya tamamen ters bir şekilde daha ilk sayfadan oyun metni başlıyor. Oyun içinde de delicesine açıklamalar, dipnotlar yer alıyor. Hemen hemen herşeyin açıklamasını koymuşlar. Tamam latince kelimelerin falan ne olduklarını yazmaları dipnotta güzel birşey ama içinde hiçbir gariplik bulamadığını bir cümlenin dipnot verilerek aslında şöyle yazıyordu ama biz böyle dedik şöyle de denebilirdi olarak yazılması baya bir kafa bulandırıcı olabiliyor. Ayrıca çevirinin çok saçma bulduğum bir yanı vardı: Papaz olan Sir Hugh Evans karakteri Gallerli olduğundan konuşmasının değişikliğini belli edebilmek için e'leri i olarak yazmışlar. O kadar okunması güç olmuş ki anlatamam. Bilmiyorum sonraki çevirilerde de böyle mi bu durum ama bir Galler aksanını bu şekilde göstermeye çalışmaları saçma bence. Bir de bu oyun benim için hakikaten bir mücadele şeklinde geçti. İlk 2, 2 buçuk perde boyunca neler döndüğünü, kimin kim olduğunu, hangi gezegende olduğumu falan anlayamadım. Tekrar tekrar okudum, gene anlamadım. Ama zorladım, her cümleden sonra zorladım kendimi devam etmeye. Sonuçta 3.perdenin sonuna doğru birkaç ışık çaktı beynimde. Yavaş yavaş olayın içine girdim, ufaktan yakaladı beni karakterler ve en önemlisi Windsor'un akıllı mı akıllı, eğlenceli mi eğlenceli iki kadınıyla - Ford'un ve Page'in karılarıyla - tanışıp, gülmeye başladım. Ha tabi Bayan Quickly'inin hakkını yememek lazım.
Orijinal adıyla The Merry Wives of Windsor 1597'de yazıldığı düşünülen ilk defa da 1602'de yayınlanan bir komedi. Kanımca zamanına göre oldukça yenilikçi bir metne sahip, ayartmaya çalıştığı iki evli kadın tarafından bir güzel rezil edilen Falstaff'ın hikayesini, sevdiği adam dışında etrafındaki diğer herkes tarafından başka başka adaylarla evlendirilmeye çalışılan Anne Page'in yaptıklarını ve çeşitli karakterlerin salaklıklarını, kandırmacalarını, sevimli maceralarını anlatıyor oyun. Bana yenilikçi gelen taraflarıysa şöyle. Biri, Page ve Ford'un eşleri öyle yanlış anlamalara, mahkum edilmelere düşmüyorlar. Direkt kendilerini kandırmaya çalışan Falstaff'ı anlayıp, onu rezil edecek oyunlar düzenliyorlar. Kur yapıyor, flört eder gibi numara yapıp dayak da yemesini, çamaşır sepetine de girmesini sağlıyorlar. Diğeri, Anne Page öyle aşkımdan öldüm bittim, ay aman benim halim ne harap, nolur annecim babacım beni ele vermeyin yapmıyor. Aksine tüm oyun boyunca gayet neşeli, sevimli, herşeyin içinde. Ama alttan alttan da kendi işini halletmiş oluyor, oyunun sonunda sevdiği adamla kaçıp evleniyor, el ele geliyor herkesin karşısına herşeyi hallediyor sevimli sevimli. İşte okuduğum şimdiye kadarki 10 Shakespeare oyununda okuduklarımdan sonra bana değişik gelmesinin sebepleri bunlar.
Film olarak fazla bir geçmişi yok oyunun. En azından ele avuca gelir şekilde. Bir 1982 tv uyarlaması, bir de 2011 filmi var gibi görünüyor. Kenneth Branagh yeni bir versiyonla gelmezse, izlemem ben.

(Hı bir de oyunu araştırırken pek güzel bir şeye rastladım, aynı isimde bir kadın müzik grubu. http://www.mwow.net/ adresinden bakın, dinleyin. Yale Slavic Chorus kadar etkilemedi beni ama, hoş, pek hoş.)

Antony&Kleopatra ise yüzyıllardır antik Mısır ve Kleopatra hakkındaki önyargımızı oluşturan oyun. Herşeyin çıkış noktası. Shakespeare 500 yıl önce öyle bir Kleopatra çizmiş ki, öyle bir Kleopatra anlatmış ki kendisi gelse kanlı canlı karşımıza çıksa gene de inanmayız, değilsin sen Kleopatra deriz. O derece.
Bunda nihayet bir Remzi Yayınevi basımı bulabildim kütüphanede. Nisan 2002'deki ilk basımı vardı Bülent Bozkurt çevirisi olan. Remzi'nin işi temizdir, önce bir güzel açıklamasını koyar, sonra gayet muntazam bir çevirisi yer alır oyunun. Kapağı, basımı tek tiptir, basittir, tam okumak içindir. Ama ne yalan söyleyeyim Kültür'ün basımının tadı damağımda kalmadı değil. (Yalnız kitap kütüphane kitabı olduğu için önceki okuyucularının izini taşıyordu biraz, gayet gayretli bir arkadaş metinle baya uğraşmış. Eğlendim gerçi ben, hoş oluyor böyle.)
İki komedi üst üste okuduktan sonra temellerime döndüm Shakespeare'de. Kategorileştirmede trajedilerinin içinde geçiyor oyun ama tarihi trajedi de denebilir sanıyorum. Öyle birşey varsa tabi. Neyse adından da anlaşılacağı gibi, VII.Kleopatra ile Marcus Anthonius arasındaki ilişkiyi, bu ilişkinin oluşturduğu fonda Octavianus'un imparatorluğa giden yolunu anlatıyor.
Dendiğine göre Shakespeare oyun metnini ilk yüzyılda yaşamış Yunan tarihçi Plutarch'ın yazdığı ve sonrasında 16.yy.da Thomas North'un yaptığı çeviriden, Lives adlı esere dayanarak yazmış. Yani esasında böyle bir Kleopatra meydana gelmiş olmasının tek suçlusu bizim Shakespeare olmayabilir. Oyun ilk defa 1623'te basılmış, uzmanları ne zaman yazıldığı konusunda pek anlaşamıyor gibi görünüyor, 1603-1607 arasına yerleştirilen çeşitli tarihler var.
belliki eğlenmiş
Oyun diğer trajedileri büyük sesler getirmiyor etrafta, öyle gümbür gümbür gelmiyor okurken. Ancak böyle sahneler ilerliyor, perdeler geçiyor, savaşa gidiyorduk, donanmayı salıyorduk falan derken heyecana kapılıyoruz. Yoksa öyle bir Macbeth değil, fırtınalar esmiyor sayfalarda.
oyunla baya uğraşmış bir okuyucu
Film uyarlamaları 1908'den beri yapılıyor ama öyle akılda kalacak, bu yüzyıla tek şanı yürüyecek bir tanesi yok gördüğüm kadarıyla. En bilinen Kleopatra ise tabiki 1963 yapımı Cleopatra'daki Elizabeth Taylor.
Aşağıda da son olarak bunca Shakespeare konuşmanın üzerine oyunların oynandığı tiyatronun yeni halinden az biraz görüntü var. Öyle bitireyim lafımı, Dionysos'a saygılarla.

So many books, so little time

Mesela.  En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk ...