
Çeşitli Antik dönem tarihçilerinin bahsettikleri savaşçı kadınların Atina'ya saldırılarından yola çıkan Pressfield, bu konudaki diğer pek çok şöhretli ismi de(Antiope,Hippolyta,ve şu sıralar Henry Cavill'in ete kemiğe büründüreceği Theseus gibi.) hikayesinin ana yerlerine yerleştirerek alternatif bir tarih yazıyor belki ama bu o kadar da kötü birşey değil. Kitabın sonunda kendisinin de söylediği gibi gerçekte var olduklarını söyleyemediğimiz gibi, var olmadıklarını da söyleyemiyoruz.
Kitabın içerisinde yaratılan destanla birlikte kaybolurken, bir yandan da Pressfield'ın tarafsızlığını koruma çabalarında yer yer delikler açtığını görebiliyor insan.Bir kadın olarak ister istemez Amazonların tarafında düşünürken insan,yazarın da düzdüğü methiyelere,kadınların özgürlüğüne dair attığı söylevlere de kaptırıveriyor kendini.Bir yerde artık öyle bir hale geliyor ki durum, kadınla erkeğin eşitliği-eşitsizliğinden, yerleşik yaşamın göçebe yaşamla savaşına,uygarlıkla vahşiliğin ayrıldığı çizgiye dolanıyor.
Öte yandan Pressfield'ın o döneme ait, her adımda aktardığı detaylar inanılmaz. O anlatırken Atina'nın her bir taşını, çift ağızlı baltasını sırtından çeken her bir Tal Kyrte kızını, uçsuz bucaksız bozkırda özgürce koşturan atları, hilal şeklindeki kalkanları gözünüzle görüyor, elinizle dokunsanız hissedecekmiş gibi oluyorsunuz. Bazı eleştirilerde kitabın olayı fazlasıyla kanla ve vahşilikle aktardığına dair şeyler belirtilmiş ama sonuçta öyle bir dönemi (ya da en azından öyle olduğu sanılan bir dönemi-hiçbirimiz gidip görmediğimize göre bilen olabilir mi?) anlatmak için kullanılabilecek yöntemlerden birinin de bu olduğu su götürmez. Hem zaten Spartacus:Blood and Sand'i bile izlemiş bir canlı türü olarak artık hiçbir şeyden kanlı diye bahsedilebilineceğini sanmıyorum.
"Kana kan, Demire demir" ve "Eleuthera, Hürriyet demektir."