10 Mayıs 2011 Salı

Steven Pressfield'dan "SON AMAZON" : Tal Kyrte, Son Özgür Kadınlar

Son Amazon (Last of the Amazons), Steven Pressfield'ın Savaş Dalgaları ve Ateş Geçitleri romanlarından sonra bir kez daha Antik Yunan'a göz alıcı bir yolculuk gerçekleştirdiği romanı.Bilge Kültür Sanat'ın çıkardığı kitabın Türkçesi Sinem Sancaktaroğlu Bozkurt'tan.
M.Ö.1250 dolaylarında bugünkü Yunanistan,Türkiye ve Kırım ile Rusya'nın güneyini içerisine alan bir coğrafyada, sayfalar üzerinden de olsa bozkırın kadınlarıyla birlikte at üstünde uçmanıza sebep oluyor kitap. Yunanlıların Amazon ismini verdiği ancak kendilerine Tal Kyrte (özgür ulus) diyen bu özgür kadınlardan biri olduğunu tahmin ettiğimiz Çiroz Ana'nın anlatımıyla başlıyor Pressfield destanına. Çiroz Ana'nın etrafında olan kızlara hitap ettiği konuşma, diğer bir Amazon kadınının öyküsünü aktarıyor. Atina'da savaş esiri olarak kalmış ve bir ailenin iki kızına dadılık yapmış Selene'nin kaçması ile onu yakalamak üzere peşine düşen bir Yunan birliğinin Atina'dan Amazon topraklarına yolculuğuna konuk oluyoruz sonra. Ancak bu sırada da birlikteki eski kıdemli askerlerin aracılığıyla da bir yandan Selene'nin de katıldığı Atina kuşatmasına dair o destansı öyküyü de dinliyoruz.
Çeşitli Antik dönem tarihçilerinin bahsettikleri savaşçı kadınların Atina'ya saldırılarından yola çıkan Pressfield, bu konudaki diğer pek çok şöhretli ismi de(Antiope,Hippolyta,ve şu sıralar Henry Cavill'in ete kemiğe büründüreceği Theseus gibi.) hikayesinin ana yerlerine yerleştirerek alternatif bir tarih yazıyor belki ama bu o kadar da kötü birşey değil. Kitabın sonunda kendisinin de söylediği gibi gerçekte var olduklarını söyleyemediğimiz gibi, var olmadıklarını da söyleyemiyoruz.
Kitabın içerisinde yaratılan destanla birlikte kaybolurken, bir yandan da Pressfield'ın tarafsızlığını koruma çabalarında yer yer delikler açtığını görebiliyor insan.Bir kadın olarak ister istemez Amazonların tarafında düşünürken insan,yazarın da düzdüğü methiyelere,kadınların özgürlüğüne dair attığı söylevlere de kaptırıveriyor kendini.Bir yerde artık öyle bir hale geliyor ki durum, kadınla erkeğin eşitliği-eşitsizliğinden, yerleşik yaşamın göçebe yaşamla savaşına,uygarlıkla vahşiliğin ayrıldığı çizgiye dolanıyor.
Öte yandan Pressfield'ın o döneme ait, her adımda aktardığı detaylar inanılmaz. O anlatırken Atina'nın her bir taşını, çift ağızlı baltasını sırtından çeken her bir Tal Kyrte kızını, uçsuz bucaksız bozkırda özgürce koşturan atları, hilal şeklindeki kalkanları gözünüzle görüyor, elinizle dokunsanız hissedecekmiş gibi oluyorsunuz. Bazı eleştirilerde kitabın olayı fazlasıyla kanla ve vahşilikle aktardığına dair şeyler belirtilmiş ama sonuçta öyle bir dönemi (ya da en azından öyle olduğu sanılan bir dönemi-hiçbirimiz gidip görmediğimize göre bilen olabilir mi?) anlatmak için kullanılabilecek yöntemlerden birinin de bu olduğu su götürmez. Hem zaten Spartacus:Blood and Sand'i bile izlemiş bir canlı türü olarak artık hiçbir şeyden kanlı diye bahsedilebilineceğini sanmıyorum.
"Kana kan, Demire demir" ve "Eleuthera, Hürriyet demektir."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

So many books, so little time

Mesela.  En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk ...