kim min jae etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kim min jae etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Şubat 2021 Salı

Do You Like Brahms? (2020) : 16 Bölümlük Rallentando'lu Bir Andante

 


Böyle hikayeleri gördükçe, böyle karakterleri izledikçe bir kere daha hatırlıyorum en başında neden bu Güney Kore dizilerini izlemeye başladığımı. Böyle hikayeleri başka bir ülkenin senaristleri anlatmayı seçmiyordu çünkü. Böyle hisseden karakterleri anlayıp da bize hissettirebilen oyunculara da başka ülkelerde rastlayamıyordum. İki sessiz insan, iki herkesin kendilerini ezmesine ses edemeyen insan, iki her şeye karşı kendi nedenlerinin ağırlığıyla her şeyi içlerinde yaşayan insan, bir gün onca gürültülü diğerlerinin arasında birbirlerini fark edip, birbirlerini o diğerlerine karşı korumaya, birbirlerine arka çıkmaya başlıyor.

Birisi, ismi bile "özür dilemek" gibi gelen Chae Song Ah. Ailesinin ve toplumun beklediği gibi, çok iyi bir üniversitede ekonomi/işletme gibi bir bölüm okuduktan sonra iş bulmak yerine hayalini kurduğu gibi keman çalabilmek için müzik bölümüne giren Chae Song Ah, eğitimlerine okuma yazma bile öğrenmeden önce başlayan diğer öğrenciler arasında sınıfın hep sonuncusu olmanın, birlikte okuduğu bu gençlerin hepsinden büyük olmanın, kendi arkadaşları yıllar önce hayatlarına başlayıp bir yerlere ilerleyebilmişken kendisinin hala üniversite sıralarında sürünüyor olmasının ezikliğini yaşıyor her gün. İçindeki, sadece keman çalmaya duyduğu aşkla, tüm bunlara dayanmaya çalışıyor.


Diğeri herkesin bir yere sürüklediği, herkesin üstünden başarı payı çıkarmaya çalıştığı, bir zamanların büyük yeteneği, piyanist Park Joon Young. Çocukken piyano yeteneği fark edilince birden bire kendini sahne ışıklarının altında bulan Park Joon Young, tüm çocukluğunu, gençliğini dünyanın dört bir yanındaki yarışmalarda stresle, yalnızlıkla, beklentilerin ağırlığıyla ezilerek geçirmiş. Fakir ailesinin tüm yükünü ve kendi geçimini sağlayabilmek için zengin Kyunghoo ailesinin himayesi altında olması da onu ayrı bir şekilde eziyor. En başında çok sevdiği piyanodan artık neredeyse nefret ediyor hale geliyor, nefes almaya sadece devam ediyor.


Bu iki kaybedeni birleştiren ise Brahms'ın öyküsü oluyor. 1800lerde yaşamış Alman besteci Johannes Brahms, hayatı boyunca aşık olduğu bir diğer besteci Clara Schumann ve Brahms'ın en iyi dostu Robert Schumann arasındaki aşk üçgeninin hikayesi, bizim bu iki sessiz kahramanımızın geçmişlerinden taşıdıkları ortak yükleri. Chae Song Ah'nın gizliden içinden sessizden hem aşık hem hayran olduğu adama, en yakın arkadaşı, kardeş gibi olduğu arkadaşı da aşık oluyor. Hatta bu ikisi, Chae Song Ah'nın önünde bir süre çıkıyorlar da. Ayrıldıklarında arkadaşının ağladığı omuz da oluyor Chae Song Ah, kendi aşkını öylece içinde yaşıyor. Park Joon Young'un da birlikte büyüdüğü en yakın arkadaşı ile aşık olduğu kız uzun yıllar çıkıyor. O da aşkını hiç belli etmeden, ikisinin yanında öylece yıllarını geçiriyor. Ve bizim bu iki Brahms'ımız, birbirlerini gördükleri anda anlıyor, birbirlerini hissediyor. Bir şey söylemelerine, konuşmalarına, dertlerini anlatmalarına gerek olmadan, sadece birbirlerini görmüş oluyorlar tüm hengamelerin, onları ezenlerin, hayatın ortasında. Diğerlerine karşı birbirlerine destek olmaya başlıyorlar diğerleri fark etmese de. Birbirlerini kurtarmaya başlıyorlar gün be gün, ufak ufak.

Do You Like Brahms, Güney Kore'nin SBS kanalında 31 Ağustos'tan 20 Ekim'e kadar yaklaşık birer saatlik 16 bölüm olarak yayınlandı. Bu, temelinde iki ezilen sessiz kahramanın hikayesi olan ama onların etrafında birçok başka hikaye de anlatan diziyi yayınlanırken eylül ve ekim boyunca haftalık olarak izlemiştim ben. Sessizce, usul usul başlayıp, sonra yine aynı sessizlikle içime içime vurmaya başlayan hikayeyi her hafta hem iple çekiyordum, hem de yine buruk bir gülümsemeyle dolduracak içimi diye hüzünleniyordum. Bu anlattığım iki ana karakterinin etrafında Güney Kore'deki müzik eğitimiyle, akademik ortamla ilgili de pek çok şey söylüyordu dizi. Diğer ülkelerde de çok değişik olduğunu sanmıyorum bu ortamların. Diğer üniversite bölümlerinde bile değişik değil büyük ihtimalle. Öğrencilerin belli bir hocanın arkasına takılıp, onun ekolü olmaktan başka çareleri yok. Hocaların kendilerini destekleyecek zengin ve nüfuzlu ailelere ihtiyacı var ki etkilerini sürdürebilsinler. Başarılı ve popüler olabilmek için sadece yetenek yetmiyor, tüm bunları denklemde doğru şekilde yerleştirmiş olmanız gerekiyor. Popüler olamadığınızda müzisyen olabilmenizin bir yolu kalmıyor.


Ya da bir şeyi çok seviyor olmanız, onun da sizi geri sevmesi, böylece de başarılı olabilmeniz anlamına gelmiyor. İçime en çok dokunan kısmı buydu hikayenin sanırım. Chae Song Ah, keman çalmayı çok seviyor, kemanını, müziği çok seviyor. Ama ne kadar çabalarsa çabalasın, ne kadar pratik yaparsa yapsın, diğerleri kadar iyi çalamıyor. Diğerlerinin 5-10 katı çalışmasına rağmen ortalama bir kemancı olabildiğini görüyor. Diğerlerine zarar vermezken, keman onun boynunda yaralar açıyor. Kendi deyimiyle o kemanını çok seviyor ama keman onu sevmiyor. Bu durumda hikaye bize o can alıcı soruyu yöneltiyor. Hayallerinin peşinden gerçekten de gitmeli misin? Senin o hayali seviyor olman, onun da seni seveceği anlamına geliyor mu? Onda başarılı olacağın anlamı geliyor mu? Tüm o 21. yy. çığırtkanlığının üstümüze çağlayanlar gibi çarpan mottolarını sorguluyoruz böylece. Ne olursa olsun hayallerinizin peşinden gidin!!! diye bağıran tüm dünyanın aksine, bu sessiz sakin hikaye belki de bir durup düşünmelisin diyebiliyor. Bir durup kendini sorgulamalısın diyebiliyor.


Ya da birinin size yaptığı iyiliklerin sizi gerçekten de bağlaması, bu iyiliklerin altında ezilmeniz mi gerekiyor diye sorabiliyor. Siz istemeden üstünüze yüklenen iyilikler yüzünden onları yapanlara koşulsuz şartsız itaat mi etmeniz gerekiyor? İyilikler de bazen iyi şeyler olmaktan çok, birer silaha, birer ağırlığa, birer sorumluluğa dönüşebiliyor. Bunu gerçekten anlayabiliyor musunuz bilmiyorum. Hayatım boyunca kimseden bir şey isteyemediğim için ben çok iyi anlıyorum çünkü. Çoğu insan yardım istemekten, iyilik istemeden hiç çekinmeden hayatlarına devam edebiliyor. Oysa ben her yapılan iyiliğin altında kalıyor olduğumu, birinden bir şey aldığımda - fiziksel bir şey de değil manevi bir şeyler ya da yardım bile olabilir - o kişiye karşı ezildiğimi düşündüğüm, hissettiğim için çok, çok iyi anlayabiliyorum.


Dizi tüm bu hikayelerini anlatırken arada sinirlerimi de bozmadı değil. Her şey böyle mükemmel ilerlerken, bu kadar dokunan şeyler anlatırken bir noktada Chae Song Ah'nın karakterinde sapmalar olmaya başladı mesela. Beklediğimiz gibi esas kahramanlarımız romantik bir ilişkiye başladıktan sonra esas kızımız gün be gün çirkef, kıskanç, nevrotik kız arkadaş moduna geçmeye başladı. Dizinin ilk yarısında birbirlerini bu kadar iyi anlayabilen iki insandan birinin durup dururken diğerinin hareketlerini, duygularını, düşüncelerini bu derece görmemeye başlaması, her şeyi sessizce anlatabilen bir karakterin sırf kıskanıyor diye çemkirmeye başlaması açıkçası hikayede benim için sapma noktalarını oluşturdu.



Bu esas kızımızı oynayan oyuncu Park Eun Bin'i ilk defa izlemiş oldum. Çocuk oyunculardan biri olarak bir dolu işi varmış ama hiçbirine denk gelmemişim demek ki 5 yıldır. Oldukça duru, sakin bir şekilde oynadığı karakterde gayet iyi görünüyordu. Esas oğlanımızı oynayan Kim Min Jae'yi ise sanırım ilk defa Goblin(2016)'deki o ufak rolde, flashbacklerdeki genç kral olarak izlemiştim ve oradaki o kısıtlı süresinde bile tüm haşmeti, ürkütücülüğü kanımı dondurmuştu. Oysa normalde alabildiğine şeker şerbeti bir çocuk. Burada anlatmayı çok istedim ama bir türlü vakit bulamamıştım bitirdiğimde, asıl Hit The Top(2017) dizisinde izledim, o dizi şahaneydi. Arada The Great Seducer(2018)'da da izledim ama o diziyi izlemeye devam edememiştim, pek çok izleyen de bırakmıştı zaten yayınlanırken. Ama asıl orada şahaneydi Kim Min Jae, adeta 2018 model Chuck Bass'ti. Direkt oyuncu değil aslında, ülkesindeki diğer pek çok oyuncu gibi önce lise hayatı boyunca "idol" olmak için "trainee" eğitimi görmüş bir rapçi. Hit The Top'ta bu yönünü de görebiliyoruz, dizinin soundtrackine de giren şarkısı bence şahane. Bu iki esas kahramanımızın yanında bu dizide tanıdığım bir başka oyuncu var ki tüm hikaye boyunca yer aldığı her bir sahnede diğer herkesi gölgede bırakan manyak bir oyunculuk gösterdiği için hemen takibe aldım. Kim Sung Chul, benim için hani böyle yakışıklı ya da güzel bulmadan sırf oyunculuğuna vurulduğum insanlardan biri oldu, bundan sonra işlerini izleyeceğime eminim.


Do You Like Brahms?(2020) içinde güzel müzikler olur, klasik müziğin dibine vururum, Kim Min Jae'yi severek izlerim diye başladığım ama anlattığı hikayelerle, karşıma çıkardığı karakterlerle içime oturan, içimi sorgulamalarla burup duran sevimli ama hüzünlü, gülümsetici ama buruk bir dizi olarak kalbimde yerini aldı.

So many books, so little time

Mesela.  En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk ...