4 Aralık 2022 Pazar

약속하다

Çok çok güzel.
Ama nereden kaydettiğimi hatırlamıyorum.
Kimin olduğunu da bilmediğimden...
Sadece teşekkür ederim.

 Neredeydim? Nerede kalmıştım? Off vallahi buranın hayatımı belgelediğim yer olması gerekiyordu ama yetişemiyorum ki. Belgelemem gerekiyor çünkü böylece yaşanmamış olmayacaktı, yaşamamış olmayacaktım. Hafızamızı yitirebiliyoruz, anılarımızı kaybedebiliyoruz ama ürettiklerimiz, eninde sonunda yaşadığımız anlamına geliyor. Blogger veritabanının da silinmeyeceğine güveniyorum şimdilik, değil mi sevgili Google?

En son canhıraş Kasım'ın ilk gününde bir şey atabilmiştim. 29 Ekim'de yazdığımda güya defterime plan çıkarmıştım, yıl bitene kadar her gün bir yazı yazacaktım. Böylece anlatmak için biriktirdiklerimi bitirebilir, temiz bir sayfa ile yeni yıla başlayabilirdim. Geldiğimiz nokta ise bu. Bir ay geçmiş, ben ancak kafamı çıkarabiliyorum.

Annemler kışı geçirmek için benim yanıma geldi. Aslında bu güzel bir şey. Ama kendime vakit ayırmak ya da kendi işlerime bakmak için pek de güzel değil. Şimdi dışarı çıktılar da o yüzden yazabiliyorum. Tıpkı ortaokuldayken geceleri herkes yattıktan sonra, el fenerini alıp, yorganın altına girip, günlüğüme yazdığım zamanlardaki gibi. Gülüyorum ama komik değil. Tüm hayatım saklanarak geçmiş. Kendimi saklayarak. Gerçekte ne yaptığımı, ne düşündüğümü, nasıl hissettiğimi, nasıl biri olduğumu saklayarak. Bu yılla birlikte 35.yaşım da bitiyor ama ben hala çeşitli şekillerde kendimi gizlemeye devam ediyorum. Bir gün kendimi olduğum gibi, düşündüğüm gibi, hissettiğim gibi herkese - aileme bile - göstermekten çekinmeyeceğim bir duruma gelebilmiş olacağım diye umutla yaşıyorum işte.

Bu arada şöyle bir düşündüm de Ekim'in başında gayet iyi başlamıştım hayata ya. Tam her gün böyle evde pilates yapmaya başlamıştım sabahları kalkıp. Erkenden kalkıp, spor yapıyor, işe gidiyordum. Böyle bir iki hafta geçirmiştim, sağlıklıydım da, kafam da ferahtı. Sonra ne oldu biliyor musunuz? Abim bir gece arayıp, biz hastanedeyiz, sen gelip küçüğe bakar mısın dedi. Hah işte o noktadan itibaren her şey alt üst oldu. Takıntılı mıyım diye ben de kendimi eleştiriyorum ama hakikaten bunun takıntıyla alakası yok. Resmen direkt tarih o. O gece tiyatroya-gösteriye gitmiştim, eve mutlu gelmiştim, yatağa mutlu girmiştim. Sonrasında bu zamana kadar işte aylardır belimi doğrultamadım.Sağlığım bozuldu. Midem mahvoldu. Bağırsaklarım mahvoldu. Ateş basmaları başladı, regl olmuyorum aylardır. Baş ağrılarım başladı, hala boynum ve başım kötü. Doktor doktor gezdim. Ne plan yaptımsa bozuldu. Bence abartmıyorum bunu bu sefer. Tamam kardeşim ve ailesi, seviyorum falan ama onlarda bana kötü gelen bir şeyler var. Bir enerji, bir şey. Anlayamadığım ama beni çok kötü etkileyen bir şeyler var. Allah kahretsin ki uzak olamıyorum. Yani çok iyi olsunlar, keyifleri, mutlulukları, huzurları her şeyleri olsun ama aramızda kilometreler olsun ve böyle ayda bir kere falan telefonda görüşelim. Nolur ya? Ben şöyle dünyanın öbür ucunda, mutlu mesut yaşayayım ya, nolur?

Evrene yüksek öncelikli mesajlarımı ve dualarımı da gönderdiğime göre tamam, Ekim'in sonunda kalmışım anlatmaya oradan devam edeyim. 22 Ekim'di sanırım, Kore Kültür Merkezi'nin kuruluş yıldönümü etkinliğine gitmiştim. 23'ünde evde güzelce ders çalışıyormuşum (Açıköğretimde Tarih okuyorum ya onun için). O hafta işe gittim, bu tamam. Güneş tutulmasının olduğu haftaydı, heyecanlıydım, mutluydum. Böyle şeyler, biliyorsunuz, sevdiğim şeyler. 25'inde iş yerinde bir o yana bir yana koşturup güneş tutulmasını izlemeye çalıştım. Keyifliydi. 26'sında doktor randevularım vardı. Onlardan bahsetmişim "나는 아프다" yazımda. 26'sı çarşamba gününü uzun uzun anlatmışım. 27'si perşembe sabahı kötü olmama rağmen işe gitmiştim. Perşembe öğleden sonra yine kötü olunca - ateş falan - eve gitmiştim.28'i cuma da zaten yarım gündü, hiç gitmemiştim, evde baygın yatıyordum. O akşam yazmışım o yazıyı, buraya kadar anlatmışım detaylıca.

29'unda cumartesi günü, yataktan kalkabildim. İyi hissediyordum. Ohh dedim geçti. Neyse bu saçma sapan şey üzerimdeki, geçti. Evi topladım, kendimi topladım. Ekim'imin içine etti bu kötü enerji ama tamam, Kasım başlıyor, buna iyi başlayıp, iyi geçireceğim. En başta dediğim gibi film yazdım buraya, plan çıkardım. Ertesi gün kalkıp yazacağım yazıyı düşünerek ve yapacaklarımı hayal ederek mutlulukla yattım. Ama gecenin bir yarısı öldüresiye bir baş ağrısıyla uyandım. Normalde benim şöyle baş ağrılarım olur. Tatil sabahıdır, hafta içi kalktığım saatte uyanırım. Ama olmaz derim, madem tatil yat. Yatmaya devam ederim, biraz dalarım, birkaç saat sonra hafif bir ağrıyla uyanırım. Boynum ve ensemin arkası tutulmuş gibi olur. Başımın üstüne doğru hafif bir ağrı yapar. O anda kalkmam gerekir yataktan, yoksa ağrı daha fena yapar. Gün içinde de kaybolur o ağrı. Bazı günler geçmek istemez, gün ortasında bakarım ağrıyor, bir tane ağrı kesici içerim, bir saate geçer. Gene öyle bir ağrıydı o gece de ama bu sefer sabahı beklememişti. Gecenin ortasında uyandıracak kadar kötüydü. Yatakta oturdum, otururken bir derece hafifliyordu. Güneş doğana kadar oturdum yatakta. Kalktım sonra bir şeyler yiyeyim diye ama midem çok feci bulanıyordu. Bir şeyler atıştırdım, gece hap içmiştim gene içtim. Ağrı hafiflemedi. Tüm gün, o pazar günü bir yatakta bir kanepede oturup, bulanan midemle birlikte ağrıyan başımın geçmesini bekledim. Öyle bir ağrıyordu ki hiçbir şey, başka hiçbir şey düşünemiyordum. Ağrı kesici içmeye devam ettim ama geçmedi. Tüm gün oturup, acı çektim. Başımı yastığa koymayı bırakın, bir yere değdirince bile acıyordu ve ağrısı artıyordu. Ama öyle bir durumda insan yatmak istiyor, zaten tüm gece uyumamışım bayılacak gibiyim. Azap gibi bir pazar günü geçirdim, akşama doğru biraz hafifler gibi oldu ya da hayal ettim bilmiyorum, çünkü artık ayakta uyuyordum. Yatakta yastıkları dik tutarak yattım, biraz uyuyabilmiştim ki gece yine ağrıyla fırladım. 30'unu 31'ine bağlayan gece yine kabusa uyandım yani. Sabaha karşı, o ağrıyla arabaya atladım, acile gittim. Yol boş olduğu için şanslıydım, kendimde değildim çünkü. Acilde serum taktılar haliyle. Ama bundan nefret ediyorum. Bunun için işte ölecek gibi olsam bile acile gitmek istemiyorum. Serum takıldığı zaman tüm bedenim böyle içeride böcekler dolaşıyormuş gibi oluyor. Acayip bir huzursuzluk içindeyken o rahatsız yatakta uzanmak zorunda kalıyorum. Hareket etmem gerekiyor, kolumda serum olduğu için edemiyorum.  Üşümeye, titremeye başlıyorum, üstümü örtemiyorum. Serum yemekten nefret ediyorum. Bir de telefonu arabada unutmuşum. Yattığım yerde hem biyolojik olarak hem de psikolojik olarak huzursuzum. Sabah olacak annem arayacak ve bulamayacak diye. 7 buçuk muydu neydi çıktım herhalde hastaneden. Tüm vücudumda böcekler dolanırken. Başımın ağrısı da ufak ufak devam ederken. Doktor çok güçlü bir ağrı kesici yaptık dedi ama. Bir de bırakmıyorlardı beni. Geçmediyse şöyle yapalım, böyle yapalım diye. Gitmem lazım diyorum, telefonumu almam, işe gitmem lazım. Valla pazartesi sabahı işe gittim. 31 Ekim günü. Çok bir şey hatırlamıyorum, başım ağrıyordu ama sanki evin dışında olmak, etrafımdaki insanlar olması, muhabbet ediyor olmam falan iyi gelmiş gibiydi.

Ertesi gün, 1 Kasım'da dedim tamam bu ağrı geçmiyor, doktora gideyim. Nörolojiye. Gitmez olaydım. Doktora anlamaya çalıştım, bakın şöyle haftalar yaşadım, böyleydim. Kendisi biraz ürkütücü ve niyeyse tuhaftı. Benim anlattıklarımı hem dinliyor hem dinlemiyor gibi. Detaylı da muayene etti ama benim anlattıklarımın bir önemi yok gibiydi. Zaten öyle bir hali vardı ki sesimi çıkarmaya korktum. Beynimin bir şeylerini çektirdim o gün. MRG ile BT yazıyor. Sonuçlar çıkınca gösterdim, dedi ki bunlar temiz görünüyor ama bu ağrılar bizi korkutan türden ağrılar. Bu yüzden şunu şunu da çekeceğiz, onlar da temiz çıkarsa omuriliğinden su alacağız, damarların tıkalı olabilir, bunları çektirirken sana eşlik edebilecek birileri var mı onlara haber ver, bak bunlar acil hemen bakmamız lazım. Ne anlatıyor bu diye öylece bakakaldım. Yani bu yaşıma kadar her yerimden şüphe ettiğim, hasta zannettiğim oldu. Ama beynimden - yarım akıllı olmam dışında - şüphe etmemiştim. Nasıl yani diye içimden doktora bakmaya devam ettim. Haydi git yaptır diyerek yolculadı beni, odadan çıktım, tamam peki diyerek dümdüz asansöre bindim, hastaneden çıktım.

Hastaneden Kızılay'a kadar olan yolda yürümeye başladım. Ölüyorum herhalde dedim içimden. Buraya kadarmış. Cey'i aradım, onunla konuştum. Annemi aradım, iyiyim bir şey yokmuş bir şey vermedi dedim. Kızılay'a gittim, gaz yüklemem gerekiyordu, hastaneden çıkınca planım oydu normalde. Ama o durumda gaz niye yükleyeceğim diye düşündüm. Şu an hayatla, yaşamakla ilgili herhangi bir çaba göstermeme gerek var mıydı ki? Su içmeme gerek var mıydı, nefes almam gerek var mıydı? Derbeder bir halde yürüdüm. Gaz yüklerken de ayrı sorun çıktı. O haldeyken ben, makine paramı yuttu. Müşteri hizmetlerini aradım, bir dolu uğraştım. Titreyerek terliyordum, metronun altında doğalgaz yükleme kiosklarının başında uğraştım. Bir çantam düşüyordu, bir montum düşüyordu, bir yandan sucuk gibi terliyordum. 1 Kasım 2022 çok güzel bir gündü.

Neyseki o akşam bir dolu telefon konuşması sonrasında kendime gelebildim. Burnuma ve alnıma su kaynatıp, içine bir bitki yağım vardı ondan damlatıp, buharını tuttum. Başıma beremi geçirdim, yatağımı salona taşıdım. Televizyonu açıp, dikkatli bir şekilde uzanıp, yastığımı değiştirip, yattım. Günler sonra ilk defa birazcık da olsa uyuyabildim. 2'sinde ve 3'ünde işe gittim. O geceler de ağrım daha iyiydi. Hatta öğlenleri dışarı çıkıp, bir yerlere gittik. Kafamda tüm gün bere ile gezdim, evde de işte de. 5'i cumartesi önce bir kafeye gidip, ders çalıştım. O sabah da başım ağrıdı ama yılmadım. Üstüne o gün akşama doğru yine abimlere gitmek zorunda kaldım. Psikolojik olarak yine aşırı zorlayıcı bir gün geçirdim onlar yüzünden. Bana ne yaptıklarını cidden anlayamıyor olmaları çok acı. Neyseki pazar günü Tuğba'yla biraz dolaştık, hava ılıktı. Biraz detoks gibi oldu, kitap aldım iki tane. Pazartesi'den itibaren biraz daha normalleşebildim. Ay tutulmasının olduğu haftaydı, biz göremedik gerçi ama. The Crown'a başlayabildim mesela, gerçi sadece başlamış oldum, birinci bölümü izleyebildim. Hala duruyor. Darmaduman diye bir dizi başladı fox'ta, onu izledim falan.

O hafta perşembe cumayı yıllık izinden aldım, önceki yıldan kalanlardan. Haftasonu kuzenimin kınası olduğu için Ordu'ya gitmek zorundaydım. Bu biraz sıkıntı yaratmadı değil ruh halim üzerinde ama neyse. Cuma gidip, pazar döndüm. Dönerken annemlerle birlikte döndük. 18'i cuma günü yine yollardaydık, bu sefer de düğün için İzmir'e gittim. İzmir'deki haftasonumu anlatmayı ve bir ton yakınmayı çok isterim ama vaktim kısıtlı şu an. Ah ulan şunları günü gününe oturup anlatsan böyle olmayacak. Resmen şeye döndü, sevgili günlük bugün kalktım tuvalete gittim ödev yaptım yattım. Off neyse, yıllık izinden kalan üç günü de almıştım, 21-22-23'ünde izinliydim. 21'inde eve döndük. Düğün yüzünden kaçırdığım dünya kupasına yetişmeye çalışmakla geçti birkaç gün. Çok güzel maçlar izledim, Biraz da ders çalıştım. 24'ünde işe gittiğimde iş iyiydi. Ama 25'i cuma günü tüm gün sorunlarla uğraştım iş yerinde. 26'sı cumartesiye iyi başlamıştım. Kahvaltıya çok sevdiğim bir yere gittik, güzel güzel yedik. Ama sonra yine geldi kötü enerji. Abimler çocukları bize bıraktı. Ertesi gün ancak öğleden sonra gittiler.

Bu geçtiğimiz hafta da iş yerinde işlerle uğraşmakla geçti. Annem burada olduğu için en azından sağlıklı ve düzenli besleniyorum sanırım. Göbeğim biraz iyi gibiydi son bir hafta. Ama işte kendimi durdurabilsem her dışarı çıkıp bir şeyler yiyelim diyenle koşmasam süper olacak. Sadece bağırsaklarım ve midem için de değil, en son gelen kredi kartı faturam ödeyemeyeceğim boyuttaydı. Maaşımdan çoktu. Ekstreyi gördüğümde elim ayağım boşaldı, beynim buz kesti. Önümüzdeki 3-4 ay hiçbir şey harcamadan tüm maaşlarımı bu borca yatırmam gerekiyor. Hiç bu kadar saçma bir duruma düşmemiştim hayatımda. İşsiz oldum, maaşsız oldum, başka bir ülkede devletin verdiği ufacık parayla kaldım ama bu kadar saçmalamamıştım. Bir de Nisan'da Seul'e gideceğim ya, güya ona para biriktirecektim her ay kenara ayırıp. Oradaki otel paramı bile ödeyemeyeceğim bu gidişle. Annemler gelmese büyük ihtimalle evde sadece ekmek yiyecektim. Bu sefer abartmıyorum. Mali olarak mahvolmuş durumdayım.

Neyse ne diyecektim? Bu haftasonu vize sınavları var. Kendime eziyet etmek için gerçekten çok uğraşıyorum gibime geliyor. Sırf harç parasını yatırdım, ona üzülüyorum diye çalışıyorum. Niye ben de işimi kabullenip, normal bir hayat sürmüyorum anlamıyorum. Her gün işe git, gel güzelce evde otur kitap oku dizi izle. Haftasonları alışveriş yap, kendini süsle püsle, tiyatroya git, konsere git. Niye habire bir şeylere yetişmeye çalışıyorum, niye habire olduğum yerden daha ilerisine gitmeye çalışıyorum? Niye habire en yükseği hedefleyip, başka bir şey olmaya çalışıyorum? Niye habire bir şeyler öğrenmeye çalışıyorum? Niye habire başka bir hayatı elde etmeye çalışıyorum? Niye habire yazmaya, çok iyi bir yazar olmaya çabalıyorum? Niye okullar bitirip, tarihçi olmaya çalışıyorum? Niye instagramda iyi bir şeyler yapmaya çalışıyorum? Niye youtube videoları yapmaya çalışıyorum? Niye zayıflamaya, güzelleşmeye çalışıyorum? Niye çok zengin olmaya, çok başarılı olmaya çalışıyorum? Niye habire dünyayı ele geçirmeye çalışıyorum? İşe gidip gelsem, istediğimi yesem, hiçbir şey düşünmesem, kendimi habire zorlamasam ittirmesem öylece dizi izlesem, arkadaşlarımla takılsam olmuyor mu ya? Neden sadece yaşamıyorum?

4 Aralık 2022. Bundan tam 2 yıl sonra hala hayalimdeki, kafamın içindeki o görüntüdeki ben olamamışsam, o hayata kavuşamamışsam, kendimi öldürebilecek kadar cesarete sahip olmam için dua edin.

3 yorum:

  1. Bazen benden bu kadar, bitti, sahne sizin diyip çekip gitmeyi o kadar çok istiyorum ki.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Anlıyor olduğum ve tıpatıp aynı şeyleri hissetmiş olduğum için üzülüyorum. Ama güzel yanı - hafifletici yanı - bunun ara ara gelmesi. Öyle bir gelip gitmesi. Değil mi?

      Sil

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...