26 Aralık 2020 Cumartesi

Wonder Woman 1984 (2020) --> Ama ben biliyordum başıma geleceği


 Hakikaten bu kadar heyecanla, umutla bekleyince, bu kadar yükselince, üzerine bu kadar eğlenceli ve bir dolu şey geliyormuş gibi gösteren tanıtımlar yapılınca anlamam gerekiyordu. Bu kadar beklentimi yükseltmemem gerektiğini, yoksa önüme ne getirirlerse getirsinler yetinemeyeceğimi bilmem gerekiyordu. Nitekim öyle de oldu.

Batman v Superman: Dawn of Justice (2016) faciasındaki tek güzel şeydi Wonder Woman'ın ekranda birden bire, o manyak müziği eşlinde belirmesi. Nefesim kesilmişti, hiç beklediğimi bile bilmediğim bir şeydi Gal Gadot'un dimdik Wonder Woman'ı. Sonraki sene gelen Wonder Woman (2017) filmini de o yüzden deli bir hevesle bekliyordum yine. Ama ilk defa göreceğim bir şey olacağı için yine de bu seferki kadar yükselmiş değildim herhalde ya da o film hakikaten acayip iyiydi ki ne kadar yükselmiş olursam olayım, beklentimi gene de karşılamıştı gibime geliyor. Yani son bölümüne, hikayeyi bağlamalarına kadar en azından. O zamanlar şöyle yazmışım hatta:
Sanki tek bir Wonder Woman gelecek ve tüm bu kötülüğün, dünyanın karanlığının ilacı olacakmış gibi, öyle umut ettik yani. Tamam film o kadar da devasa bir yere ulaşmıyor, önce onu söyleyeyim. Aksine o kadar naif, o kadar sade bir anlatımı var ki bir süper kahraman filminden çıkmış gibi olmuyorsunuz. Bir tuhaf bir hafiflikle baş başa kalıyorsunuz film bitince. Bir Man of Steel izledikten sonra ya da bir Avengers, Captain America filmi izledikten sonra o koltuğa yapıştıran, kafanızı ağrıtan, boynunuzun tutulmasına yol açan ağırlıkla dolu keyif gibi değil; bir başka bir keyiflilik, bir hafiflik. Yavaş çekimde neredeyse kare kare takip edebildiğiniz savaş sahnelerinin estetikliğinden, güzelliğinden mesela tekrar tekrar izlemek istiyor insan. Diana'nın bu dünyaya ilk defa düşen masum köylü halleri ya da, oraya buraya savrulan Thor gibi kahkahalar attırmıyor ama gülümsetiyor, çok daha doğal duruyor. Tüm diyaloglarında kararlılık dolu sonra, her türlü yere çekilebilecek, saçma yerlere gidebilecek, klişeye gömülebilecek konular hakkında gayet tadında, kararında, akıl dolu, mantık dolu diyaloglar izliyoruz. Hikayenin ana mesajına, asıl kahramanına yönelik bir film izliyoruz. Bir dolu olay, karakter, mesaj birbirine girmiyor. Dört bir yandan teknolojiler, aletler, kötüler, kahramanlar uçuşmuyor. Kafamızı arap saçına döndürmüyor Wonder Woman. Uzun zamandır izlemediğimiz bir şeyi yapıyor, sade bir hikaye ve ışık dolu bir kahraman sunuyor. (Yazının tamamı şurada)



O filmin hemen ardından açıklanmıştı bu ikincisinin geleceği. Ben gene beklentinin umut dolu saflığıyla takip etmeye koyuldum gelişmeleri. Sonra dünya başımıza geçti, her şey birbirine girdi ve film her defasında bir kere daha ertelendi. Sonunda bugünlerde hem sinemalarda vizyona girmesine hem de sanırım HBO max mı öyle bir platformda gösterilmesine karar verdiler. Bu sabah kalktığımda ilk işim o yüzden interneti kontrol etmek oldu, şansıma ki şaşırdım da bu kadar çabuk düşmesine, buluverdim hemen ve izlemeye koyuldum.

Ama dedim ya çok yükselmişim. Çünkü film aslında o kadar da kötü olamaz. Kötü değildi zaten ama, bir şeyler...Böyle ifade edemediğim bir yetmemişlik. Oysa 2 saat 31 dakikalık devasa bir süreye sahip bir hikaye izletiyor film. Yetmemişlik duygusu hikayeden de değil de, dedim ya anlamlandıramıyorum. Sanki böyle her şeye bir sebep bulalım diye uğraşmışlar gibi. Her şeyin bir nedeni olsun, her şey için bir mesajımız olsun, her şeye dokunalım. Ama hiçbir şeyi abartmayalım. 70 yıl önce kaybettiğini bildiğimiz sevgilisinin ruhuna kanlı canlı başka bir adamın bedeninde rast gelsin ama iki dakika şaşırmasın. Topuklu ayakkabı üzerinde bile doğru dürüst duramayan kadın, birden bire herkül olduğunu fark etsin ama sorgulamasın, şaşırması üç saniye falan sürsün. Aslında dönüp bakınca bu 2 buçuk saati eee o zaman neyle doldurdular, ne izledim ben diye merak etmiyor da değilim. Hayır sıkıldığımdan değil (tamam tamam arada üç beş sıkılır gibi oldum yalan yok) izlerken de, o kadar vakti de geçirecek şeyler olmamış gibi geliyor.



Anlayacağınız bu böyle ilki gibi duygu yoğunluğumdan buralara döktürdüğüm, ara ara açıp favori sahnelerimi izlediğim, müziklerini döndürüp durduğum bir film olmayacak. Sanki film, 3 yıldır ara ara ortalığa saldıkları fotoğraflar, tanıtım videoları ve oyuncuların reklamlarından ibaretmiş gibi geliyor şu an. Sanki tüm o beklediğim süre içinde gördüğüm şeylerdi aşırı heyecanlı ve keyifli olanlar. Filmin kendini izlerken ne o 80ler ışıltısı kaldı, ne komedisi vardı. Sadece, her zamanki gibi, açılıştaki Amazon ülkesi sekansında etkilendim sanırsam. Bir de - spoiler vermeden bunu nasıl söyleyeceğim ki - Diana'nın bir şeylerden vazgeçmesi gerektiğinde bir boğazım düğümlendi - ama o tamamen benim kişisel sebeplerimden. Neyse işte. Çok şey beklemiştim. Bu lanet senenin bitişini değiştirir diye beklemiştim. Aklımı artık şu çekik gözlü çocuklardan uzaklaştırır, biraz ferahlarım belki demiştim. Olmadı. Zaten bir şeyler dilemenin handikapı da bu değil mi? Mutlaka yan etkileriyle birlikte geliyor. Sihirli lambayı ovalayıp, dileğini dilerken o dileğin yanında neler olacağını da hesaba katman gerekiyor. Uzundur beklediğin bir filmi artık izleyebilmeyi diliyorsun, film geliyor ama hiç de beklediğin gibi çıkmıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...