13 Eylül 2018 Perşembe

Madeline C.Zilfi'den "Osmanlı İmparatorluğu'nda Kölelik ve Kadınlar (1700-1840)"

Kadınlar ve gayri müslimler, dönemin erkek Müslüman üstünlüğünün iki temel dayanağıydı. Bu iki dayanak toplumsal bakımdan birbirine denk değildi. Kadınlık biyolojik bir kategori olarak anlaşılıyor, dönemin teknolojileri dikkate alındığında da kalıcı olarak görülüyordu. (...)Dini aidiyet, "Müslüman olmama" sıfatı, iradeyle terk edilebiliyordu; ihtida (din değiştirip İslam'a geçmek) sık rastlanan bir şeydi ve özellikle de böyle yapan erkekler Müslüman cemaatinde coşkuyla karşılanıyordu. Avrupa'nın gayri müslimler lehine (erkekler için doğrudan, kadınlar için onlara bağlı kişiler olarak dolaylı yoldan) müdahaleleri nedeniyle gayri müslimler, ister Müslüman, ister kendileriyle aynı dinden olsun, gelenekçilerin dayatmalarından giderek daha çok kaçınabiliyorlardı. Kadınların ise kendilerine kadın olarak diplomatik dokunulmazlık sağlayacak yabancı bir hamileri ya da doğdukları ülkelerin yasalarına ve geleneklerine başkaldırmalarını destekleyecek savaş gemileri yoktu.
Aslında bu cümleler durumu özetliyor. Osmanlı İmparatorluğu'na dair onlarca yıl bir dolu savaş ve anlaşmayla dolu tarih derslerinin içinde boğuşup duruyoruz ama hiçbir hocamız veya hiçbir ders kitabı bize o anlaşmaya mührünü basan padişahın annesinin ve onu büyütenlerin, doğduğu yerden zorla alınıp, hiç bilmediği bir şehirdeki bir sarayın içine hapsedilmiş, tüm kimliğinden tüm benliğinden vazgeçirtilmiş köleler olduğundan bahsetmiyor. Ya da o sayfalarca süren, anlata anlata bitiremedikleri savaşları kazananların, fetihleri yapanların, ailelerinden çocuk yaşta kopartılmış ve yıllarca sadece askeri eğitim verilmiş köleler, onlara uygun görülen isimleriyle devşirme erkekler olduğunu hiçbiri söylemiyor. Bu şekilde devşirilip, padişahın kölesi, kulu haline getirilmiş olmasına rağmen, yıllar sonra basamakları tırmanıp da o kölelik ettiği padişahın yanıbaşında bir paşa olduktan sonra - kendisi de zaten bir köle değilmiş gibi - konağına köşküne köleler doldurup, aynı muameleyi onlara edenlerle ilgili tek bir satır bile yazmıyor ders kitaplarımız. Amerika'daki kölelikle, Avrupa'daki kölelikle ilgili bir dolu film, dizi izliyoruz ama koskoca bir imparatorluğun neredeyse tamamen kölelerle yürütülmüş olduğunu aklımıza bile getirmiyoruz. 1846'da Sultan Abdülmecit'in yayınladığı fermanla Osmanlı'da köleliğin kaldırılmış olduğuna dair tek bir satır bilgi hatırlamıyorum ben bir türlü bitmek bilmeyen okul yıllarımdan. Gerçi bu da tam bir kaldırma değil, sadece sarayın neredeyse yanıbaşındaki Esir Pazarı'nın kapanmasına ve köleliğin el altından ama yine de açık seçik bir şekilde devam etmesine neden olmuş bir ferman bu. Çünkü sanırım bu koskoca kitapta da anlatmaya çabaladığı gibi Zilfi'nin, kölelik konusu bu coğrafyada, o filmlerde izlediğimiz durumundan çok daha farklı bir şekilde algılanmış yüzyıllarca. Kölelik anlayışı, bir kısmı dinden de kaynaklanan bir çok etkenle şekillenmiş.
İşte Zilfi büyük oranda bu anlayış farklılığını ve bakışı anlatmaya çalışıyor. Kitabının başlığında belli bir dönem belirtiyor, 1700-1840 arasını seçmiş. Tarih derslerinin olabilecek en sıkıcı şekilde anlatıldığı bizler için ise şöyle bir çerçeve oluşturabilirim bu zaman aralığına: Karlofça Antlaşması'nı hatırlıyorsunuz değil mi az buçuk, hah işte onun hemen ardından başlatıyor yazarımız zaman aralığını. Mısır'da Mehmet Ali Paşa'nın iyiden iyiye güçlendiği, Rusya ile habire savaşlara girilip çıkıldığı, hani şu Yeniçeri Ocağı'nı kaldıran II.Mahmud'un saltanatının bitişiyle de bitiriyor. Yani en azından böyle bir sözde bulunmuş ama kitaba başladığınızda fark ediyorsunuz ki Zilfi'nin hiç acıması yok; en başından anlatıyor her şeyi. Osmanlı'da köleliği anlatabilmek için kadınları anlatmak gerek diyor, onları anlatmak için toplum yapısını, onun için erkekleri anlatmalı diye Osmanlı'nın nasıl kurulduğundan, İstanbul'dan tutun da İslam'ın yapısına kadar her şeyi başa sarıyor. Aslında çok güzel ve yerinde, doğru tespitlerde de bulunmayı ihmal etmiyor:
Erken modern standartlar çerçevesinde kozmopolit bir kentti ama herkesi kaynaştıran bir yer değildi. İstanbul'a göç, yeni gelenlerin çoğu için hayatlarını değiştiren bir deneyimdi ama her şeyi değiştirmiyordu. Kentte yaşamak, buraya göç edenlerin beraberlerinde getirdikleri farklı kökenleri, toplumsal hal ve tavırları silmeye pek yetmiyordu.(...)Başkentin yerlisi bile olsalar nüfusun çoğunluğu kentli köylünün arketipiydi. Sözde kentliydiler ama memleketinde bıraktıkları aile fertlerine, köy cemiyetlerine, örf ve adetlerine derinden bağlıydılar.
Hatta bu tespitlerinin zamansızlığı yani zamandan, çağlardan bağımsız oluşu karşısında insan acı acı gülümsemiyor değil:
İmparatorluğun sınırlarının daralmasına, kaybedilen ya da savaştan zarar gören vilayetlerdeki mansıp, timar ve arpalıkların ortadan kaybolmasına rağmen, merkezi sistem 18.yüzyılda ve II.Mahmud'un hükümranlığı sırasında yeni mezunlarla şişmeyi sürdürdü. Merkezi sistem bunu yaparken aslında tutamayacağı sözler vermiş oluyordu.
Bunların yanında konuya dair güzel özetleri oluyor mesela ki o yıllar süren tarih derslerimizi de böyle anlatmayı seçmiş olsalar acaba koskoca bir millet olarak Osmanlı tarihini bu kadar öğrenmemiş halde olur muyduk diye merak ettiriveriyor:
16.yüzyıl hasekilerin, 17.yüzyıl valide sultanların devriyse, 19.yüzyıl da hanedan mensubu kız kardeşlerin devriydi.
Ancak tüm bu güzel satırlara, yerinde düşüncelere ulaşabilmek için kocaman bir karmaşa yığınının içinde kaybolmadan, yolunuzu şaşırmadan ve ipin ucunu kaçırmadan ilerlemeniz gerekiyor. Çünkü Zilfi her ne kadar bir zaman aralığı belirtmiş olsa da (ve bu aralığı hiçbir şekilde sallamamış olsa da) insan yine de bir kronolojiye uymasını, diyecek neyi varsa artık onu belli bir sırada söylemiş olmasını umuyor. Ama umduğumuzla kalıyoruz. Yazarımız olaya gayet felsefi ve akademik bir açıdan yaklaştığından olsa gerek konu başlıklarını da ona göre belirlemiş. Kronolojiden ziyade, anlamsal bütünlüğü oluşturma gayretiyle çeşitli açılardan ele alıyor geneli itibariyle Osmanlı'yı ve köleliği. E hal böyle olunca da her bir başlık altında tüm bir Osmanlı dönemini her defasında başından ama farklı bir konu etrafında okuyoruz. Bu durum bana bu yüzden hep dönüp dolaşıp aynı şeyi yazıyormuş ve ben de onu okumak zorunda kalıyormuşum hissi verdi. Maryland Üniversitesi'nde tarih profesörü olan Madeline C.Zilfi (http://history.umd.edu/users/mzilfi) tamam bu konuda çılgıncasına otorite bir insandır belki ama inanın koskoca kitap boyunca hep aynı şeyi söyledi bence. Arada güzel bilgiler verdi, vaaay öyle miymiş dediğim şeyler gösterdi falan ama asıl anlatmak istediği şey olan kölelik ve kadınlar hakkında söylemek istediği açık seçik bir şey yok gibiydi, lafı dolandırıp durdu sanki.
Osmanlı tarihi hakkında profesör olmuş bir insana da lafı dolandırıyor diye çamur attığıma göre sessizce uzaklaşabilirim sanıyorum çocuklar buradan. Ama hakikaten ya, ne umutlarla ne heyecanla aldım ben bu kitabı, içine düştüğüm batağa bak. Ne olaydı şöyle keyifli bir kitap yazaydın be hanım teyze he ne vardı..


Ben kitabı 7.cadde'deki İş Bankası Kültür Yayınları'nın yerinden almıştım. Arada bunaldığımda kendimi orada, o ufacık ama tıka basa kitapla dolu yerde buluveriyorum. Bir güzel yanı da büyük oranlarda indirim uygulanıyor olması oradan alırken kitapları. Bu yüzden mesela arka kapağında belirlenen fiyat 28 tl ama ben çok daha az bir şeye almıştım-tam hatırlayamıyorum gerçi.

2 yorum:

  1. Yabancı devletlerdeki sömürgecilik eleştirilirken Osmanlıda kölelik hiç anlatılmıyor.Merak edip araştırmamıştım, paylaşımınız için teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aynen benim de bu kitabı görene kadar hiç aklıma gelmiş bir konu değildi. Yararlı olduysa ne mutlu bana :)

      Sil

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...