10 Ağustos 2018 Cuma

Andrew Hughes'dan John Delahunt:Bir Cinayetin Hikayesi

19.yy.'ın ortalarında Dublin. Üniversite öğrencisi John Delahunt küçük bir çocuğu vahşice öldürme suçu yüzünden idamını bekliyor soğuk hücresinde. Bu ürpertici bekleyiş sırasında da hikayesini yazmaya, anlatmaya başlıyor bulduğu kağıtların arka yüzlerine, boşluklarına. Onu bu suça iten, daha doğrusu bu hapishane hücresine kadar getiren olayların başlangıç noktası olarak kabul ettiği olaydan başlıyor. O zamanlardaki polis teşkilatının ihbar servisine karışmasından, pisliğe bir kere bulaşıldı mı nasıl bir daha temizlenemeyeceğinden devam ediyor. Çocukluğunda ailesinin iyi olan durumunun yıllar içinde bozulmasının ardından genç bir adam olarak içine düştüğü sefaletin ona yaptırdıklarıyla harmanladığı hikayesini tüm detaylarıyla anlatıp, son giysilerinin içinde asılacağı platforma doğru gidiyor, vedasını ediyor.
Andrew Hughes - ben çok
ciddi bir yazarım pozu bu herhalde, kaynak
Andrew Hughes tıpkı bu ilk romanının baş kahramanı gibi Trinity College'da eğitim görmüş, İrlandalı bir yazar. Dublin'deki Fitzwilliam Meydanı'ndaki binaları ve orada yaşamış insanların hikayelerini araştırdığı dönemde resmen kader onu ulaştırmış Delahunt'ın hikayesine. Farklı farklı haberler, insanların yazdıkları, yasal belgeler o dönemde gerçekleşmiş böyle bir cinayeti ve yargılanmayı işaret edince iyice araştırmış ve Delahunt'ın hikayesini sonunda oturup, kendisi yaratmış. Tabi aslında yazarımızın kendi ifadesine göre romanındaki birçok nokta gerçek. Kişiler gerçek, davalar gerçek, sokaklar olaylar gerçek. Sadece aradaki boşlukları hayal etmiş, bir de bazen sonucu olmayan şeylere sonlar düşünmüş. Haliyle John Delahunt'ın gerçekten yazarın anlattığı şekilde mi davrandığını, neden her şeyin bu şekilde olduğunu bilemiyoruz.
Hikayenin tüm bir temelinin ve iskeletinin bu kadar gerçek olduğunu bilmek yer yer insanı ürpertiyor da. Üstüne bir de Andrew Hughes'un kalemi ayrı bir gerçeklikle dolu. Bakın bunu hakikaten beklemiyordum ben. Rafta görünce kitabı, kapağı çekici gelmişti önce, sonra arkasını çevirip Dublin 1841 falan görünce de direkt kapmıştım. Ve beklediğim heyecanı, gizemi, dedektifliği yüksek bir cinayet romanı bulmaktı karşımda. Hani çok takılmadan okur, okurken baya keyif alır ama fazlasını da beklemezsiniz ya. Bir de tabi kendine seçtiği arka planı da gözümde romantize ettiğim bir dönem ve mekan olunca güzel güzel okurum demiştim. Ama beklediğimden çok daha fazlası çıktı bu hikaye. Daha doğrusu Hughes'un anlattığı haliyle herkes kanlı canlı önümde belirdi. İçim ürperdi her defasında. Yok, öyle kötü bir şey olduğunda falan değil; her defasında okuduğum karakteri yanıbaşımda bulduğumdan. Yani fiziksel olarak kaşı gözü saçı şusu busu böyleydi demeden sırf düşündüklerini, hissettiklerini, mantıksal akışını anlatarak bir karakteri bu kadar somutlaştırabilmek...Hem her bir cümlede ürkütücü hem de her bir cümleyle birlikte keşke ben de böyle yazabilsem dedirtici.
John Delahunt'ın hikayesi son zamanlarda hevesle elime alıp, birkaç gün geçmeden bıraktığım kitapların arasında güzel bir değişiklik oldu benim için. Hikayesinin içinde süratle yol almak istedim çoğu zaman, arada gözümün önüne serdiklerinden iğrenerek kenara atmak da istedim. Ama hani denir ya dört başı mamur, yazarının ellerine sağlık bir hikaye. O yüzden bence deneyin. Deneyebilirsiniz yani, benden söylemesi.


Andrew Hughes'un web sitesi: https://andrewhughesbooks.com/
Goodreads'te -->https://www.goodreads.com/book/show/40775087-john-delahunt

Kitabı ben d&r'dan almıştım, temmuz 2018 tarihli ilk baskı, Emre Can Sarısayın çevirisi, Can Yayınları'ndan 365 sayfa. Arka kapağındaki fiyatı 28 tl. Nette en ucuz fiyat olarak KitapYurdu'ndaki 18,20 tl'yi gördüm ben şimdilik.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...