10 Ağustos 2018 Cuma

Hayatım boyunca yaşadığım tüm dertlerin, sorunların kaynağı eziklikmiş. Artık bu noktada kesin bir şekilde adlandırabilirim. Eminim. Kendine güvensizlikle birleşen aman ali rıza bey ağzımızın tadı bozulmasıncılık, bunların üstüne şimdi beni kimse sevmezse insanlar bana cephe alırsacılık atıveriyoruz, hoop buyrun ben. Ama tabi yine en en en temelinde kendine sıfır güven. Hep böyle bir aman sevimli görüneyim, aman bıcı bıcı olayım da herkes beni sevsin, kimseye tehdit görünmeyeyim.
Hayır bir de neden, anlayamıyorum. Ne kadar zamandır böyle, hep mi böyleydim, tam olarak hatırlayamıyorum. Ama sanırım evet, hep sevimli bir insan olma çabasındaydım. Çünkü küçüklüğümde fiziksel olarak sevimli ve minik olunca, eh yaşım büyüse de kapladığım hacim değişmeyince bu durum daha da içselleşmiş gibime geliyor. Yani önceleri elimde olmayan sebeplerle - çünkü küçük ve sevimli bir çocuktum - , sonraları da eh madem görüntüm değişmiyor davranışları da değiştirmeyelim mantığıyla ilerlemişim gibi. Ama bu kafamın içini istesem de değiştirememek..işte o çok aşırı büyük sorun.
Çoook uzun zamandır kendime güven duymadığımı fark ettim geçen gece. Yani nasıl anlatayım? Mesela dizi izliyorum. Herkesin bir mesleği, uğraşı, bir işi bir şeysi var. Bir karakter haberci misal. O kadar şevkle, istekle haberlerin peşinden koşuyor, o kadar işini iyi biliyor ki o konuda karşısına kim çıksa acayip bir özgüvenle karşılık veriyor. Bu, her şeyine yansıyor. Tüm hayata, insanlara, her şeye karşı çok sağlam duruyor. Öyle bir içinden gelen istekle, azimle yapıyor ki ne yapıyorsa o an onu izlerken ben de haberci, gazeteci bir şey olayım istiyorum. Halbuki alakam yok, öyle bir isteğim yok normalde. Ama o karakterin yansıttığı öyle bir iç mutluluğu ki ben o mutluluğu istiyor oluyorum. Ben de öyle içimle barışmış, kendime güvenim tam olmuş bir halde hayatın içine karışabilmek istiyorum oluyorum.
Çünkü hakikaten çok uzun zamandır herhangi bir konuda yeterince iyi olamadım. Sadece şu an uğraşmak zorunda kaldığım lanet olasıca bilgisayar konusunda da değil, hiçbir konuda çok uzun zamandır kendime o kadar güvenecek, o kadar sağlam durabilecek kadar bilgili olamadım. Herhalde son 13 senemi her gün her dakika daha da az şey bildiğim için ezilerek geçirdim. Her bir gün daha da ezildim. Yalnızca nefret ettiğim bir konuda eğitim görmek zorunda kalmanın da neticesi değil, sevdiğim şeylerde de bir türlü bir şeyler bilmiyordum, hep en az bilen, hiç bilmeyen, yeni gelen, dışarıdan gelen, alakasız insan oldum. Tüm o ilkokul, lise dönemleri boyunca herşeyi bilen, herşeyi becerebilen insan olmaktan bir anda hiçbir şeyi bilmeyen, öğrenemeyen, kafası basmayan insana dönüşmek, sonra da bu insanı son 13 yıldır taşıyor olmak...sanırım her an daha da ezilmek insanın ruhunu böyle yok ediyor. Sonra da her önüne gelen istediğini diyor, istediğini yaptırıyor, istediği gibi eviriyor çeviriyor. Ben de gık diyemiyorum. Ses edemiyorum. İçimden eziliyorum, dışımdan eziliyorum. Sonra da gidip her akşam saatlerce kendime kızarak, kendime bağırarak küfrederek ağlıyorum.


Yaz diyorsun Murat abi ama yazmak artık sadece daha da ağlamaklı hale gelmeme sebep oluyor, napıcaz bilmiyorum.

2 yorum:

  1. Yazınızın içtenliği o kadar gerçek ki, bir an kendimi buldum okurken. Zaman zaman içimde bekleyen o azimli ve tutkulu kendimi bulmaya çalışırken, sizin de yazdığınız gibi benzer hisler bende duyumsuyorum. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Böyle, dediklerini okuyunca bir yandan hem sevindim "yalnız değilim yalnız değilim bu saçmalık içinde yalnız değilim" diye, bir yandan da üzüldüm, içim buruldu çünkü başka birinin daha böyle olmasını, bunları çekmesini, bu hissi biliyor olmasını istemezdim. Teşekkür ederim yazdığın için.

      Sil

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...