13 Ocak 2015 Salı

kötü cadının tarafında, "Maleficient (2014)"

Masallarla büyüyen bir çocuk olmadım. Lise çağımda hatta daha da sonrasında tam anlamıyla tanıştım diyebilirim. Hiçbir şekilde bir prenses gibi büyütülmedim, beyaz atlı prensin gelip kurtarmasını beklememi söyleyen kimse de olmadı. İzlediğim çizgi filmlerde şeker kız Candy atlıyor zıplıyor kement atıyor en sonunda da aşık olduğu çocuğun peşinden yollara düşüyordu; Şirinler Gargamel'e karşı amansız bir savaş içindeydi; Tsubasa ayağında top okuldan eve giderdi; Leydi Oscar bile erkek kıyafetleri içinde Fransa kraliçesini koruyan askerlere komutanlık ediyordu. Yani büyüyene kadar kafamda pek de pembe prenses düşleri vardı diyemem.
Sonradan, çook sonradan masalları keşfedip orijinaller metinlerinin peşine düştükten ve de Disney'in çocuklara anlatmayı seçtiği versiyonlarını izlemeye başladıktan sonra keşfettim prensesleri. Güzeldi belki de prenses olmak. Kafanın herşeye basmıyormuş gibi olması, her kötü duruma düştüğünde gelip kurtaracak yakışıklı - ve de zengin - bir prensin olması. Ve hep güzel olman, kahretsin çok güzel olman, en güzel olman. Mutlu sonların hep seni bulması, rüyalarının hep gerçek olması. Prenses olmak güzeldi, hiç çaba gerektirmiyordu. Sadece hülyalı hülyalı ortalarda dolaşıp, olayların senin etrafında ve senin üzerinden akıp geçmesine izin veriyordun (hatta bildiğin sen uyurken olup bitiyordu tüm masal). Hiçbir şey yapmana gerek yoktu, o prens ve o mutluluk hep seni buluyordu. Ha bir de mutluluk her zaman yakışıklı prensle evlenmen demekti. Artık ne kolay ne kerametli birşeyse, hep evleniyordun. Hayatındaki nihai amacın evlenmekti. Aşkı bulmaktı. Gerisi boştu.
Bir masal süresi içinde kendini böyle bir rolde hayal etmek zaman zaman rahatlatıcı olabilirdi. Günde bir doz sakinleştirici almak gibi. Tabi tüm bunlara aklınızın erdiği bir yaştayken. Daha okula bile başlamamışken bu masallarla büyütüldüğümü düşünüyorum da...hımm şimdikinden daha ezik, daha saf salak ve kendine güvensiz yetişemezdim herhalde. Yani benim için pek bir farkı olmazdı evet ama çoğu kız çocuğunun bu şekilde, prensesmiş gibi büyütüldüklerini düşünebiliyorum. Kötüler hep kötü, anlamsız ve sebepsiz kötü; iyiler de hep iyi, saflık derecesinde iyi. Dünyayı böyle algılamaları normal olurdu yani. Gerçi son dönemde hep bu anlayışın tersine bir şeyler yapmaya çabalıyorlar, belki de on yıllardır kurdukları masal dünyasında bir yanlışlık olduğunu düşünmeye başlamışlardır.
Film sektörünün son çabası, bu yerleşik saf prenses-onu kurtarmaya gelen yakışıklı prens-anlamsız kötü üçgenini yerle bir etmek. Ne kadar saf ve iyilik dolu masal kahramanımız varsa hepsini savaşan, çabalayan, aklı çalışan karakterler haline getirmeye çalışıyorlar. Kötü karakterlere bir ruh verip, kötülüklerine de sebepler yaratıyorlar. Ve tüm bu karmaşanın ortasında hiçbir günahı olmayan zavallı yakışıklı prenslerimize konu mankeni olmaktan başka çare kalmıyor. Ne öpücükleri, ne kılıçları, ne atları, ne de yakışıklılıkları bir işe yarıyor. Onlar sadece prenseslerimizin kendi içsel güçlerini keşfetmelerine ya da kötülerin karanlık taraftan aydınlığa adım atarken ödedikleri kefaretlere ilişiveriyorlar. Grimm biraderlerin, Andersen'in, Ezop'un anlattıkları her birşey yerle bir oluyor, detaylar birbirine giriyor, dünyalar birbirine geçiyor.
Bu formül zaman zaman tutuyor, bazen de saçmalıyor. "Snow White & The Huntsman"da olduğu gibi şaşaalı ama içi boş kalabiliyor. "Mirror Mirror"da bu mücadele eden Pamuk Prenses hayalinin ne kadar işe yaradığını bilmiyorum, izlemedim ama IMDb'den aldığı 5,6 puana baktığımda yaramadığını düşünüyorum. Meraklı kardeşlerimiz Hansel ve Gratel'i "Hansel&Gratel: Witch Hunters" adı altında cadı avına göndermek de belli ki mantıklı bir hesap olmamış (puan 6,1 ama devamını yapabilirlermiş-miş).
Ama animasyon tarafında işler daha tıkırında gibi görünüyor. Güçlü prenses imgelerine Disney her sene yenisini ekliyor. 1998'teki "Mulan" erkek kıyafetleri içinde savaşmaya gitmişti. 2009'da "The Princess and The Frog"da hayallerinin peşinde bir Tiana, 2010'da "Tangled"da kulesinden inip dünyayı keşfeden bir Rapunzel, 2012'de "Brave"de ok atan savaşan bir Merida ve en son 2013'te "Frozen"da birbirlerini kurtarmaya çalışan iki kız kardeş Elsa ve Anna'yı izledik. Tüm bu versiyonlarda prensler bir nevi sidekickti, kötülerse çok anlaşılabilir sebeplere sahipti. Disney ve yazarlar, prensesleri eli sopalı savaşçılara çevirmeye başlamışlardı. Peki neden? Birden bire ne oldu?
Söyleyeyim. O beyaz atlı prensini bekleyerek büyütülen küçük kızlar, gerçekten büyüdü ve ortada onları koruyan kollayan kurtaran yakışıklı prensler olmadığını ve dahası her zaman en güzelin onlar olmadığını, hayatın kötülüklerle dolu olduğu kadar biraz bir zorlamayla aslında kendi içlerinde de kötülüğe sahip olabildiklerini, dahası kötü cadının sebepsiz yere kötülük yapmadığını keşfeden kocaman kadınlar oldular. Ve kendi masallarını anlatmaya başladılar.
Bu kadınların arasında Angelina Jolie de var sanırım. Tabiki senaryoyu yazan Linda Woolverton ilk sorumlu en başta ama Jolie de küçükken Uyuyan Güzel masalında hep bu Maleficient'in, kötü cadının ona ilginç geldiğini söylemiş. Öyle ya bu peri durup dururken neden gelsin ufacık bebeğe böyle bir lanet yapsın? İşte "Maleficient"in yola çıkış noktası bu, kötü cadı neden güzeller güzeli Aurora'yı ölüm gibi bir uykuya yatırsın? Kimdir bu Maleficient, bir ruhu bir karakteri bir hayatı var mıdır?
Tüm bu sorularla alıyor eline film Maleficient'in hikayesini ve onun bakış açısından gösteriyor bize yılların Uyuyan Güzel masalını. Ama bunu diğer uyarlamalardakinden çok daha güzel, çok daha kaliteli bir şekilde yapıyor. Bir kere görüntü açısından o kadar şahane ki yönetmen Robert Stromberg'ün yaklaşık 30 yıldır görsel efekt yapımında çalıştığını öğrenince insan hiç şaşırmıyor. Senaryo teklemiyor, hikaye boşluksuz devam ediyor ve biz bir masalın içinde olduğumuzu bilsek de hiçbir şey sırıtmıyor, bir masal mantığı içinde karakterler o kadar güzel hallere bürünüyorlar ki. "Maleficient" bence her yönüyle çok da güzel olmuş bir film gibi görünüyor.
Keşke her yaptıkları uyarlama bunun kadar güzel olsa. Ne masallar izlerdik be.

Sonunda Lana Del Rey'in düşler içinde yüzdüren versiyonuyla, 1959 tarihli animasyonun Once Upon A Dream'i:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

So many books, so little time

Mesela.  En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk ...