Birlikte çalıştığım zeki ve yetenekli bir kadın, bana Ortabatı'da yaşayan büyükannesini anlatmıştı. Büyükannesi için gerçek anlamda iyi zaman geçirmek, Chicago trenine binmek ve başında kocaman bir şapkayla Michigan Avenue'da bütün dükkanların vitrinlerine bakarak dolaşmak ve şık bir hanımefendi gibi yürümekti. Rastlantı eseri ya da kaderin bir cilvesi sonucunda bir çiftçiyle evlendi. Buğday tarlalarının ortasına taşındılar ve duruma en uygun büyüklükteki o zarif, küçük çiftlik evlerinde duruma en uygun sayıdaki çocukları ve duruma en uygun kocasıyla çürümeye başladı. Bir zamanlar sürdürmüş olduğu o "önemsiz" hayata ayıracak zamanı yoktu artık. Çok fazla "çocuk" vardı. Çok fazla "kadın işi" vardı.
Yıllar sonra bir gün mutfak ve oturma odasının yerlerini sildikten sonra, en güzel ipek bluzunu giydi, uzun eteğini düğmeledi ve iri şapkasını iğneledi. Kocasının çiftesini ağzının tavanına dayadı ve tetiği çekti. Onun önce neden yerleri sildiğini yaşayan her kadın bilir. Aç kalan ruh o kadar acıyla dolu olabilir ki, kadın artık onu taşıyamaz.
Yıllar sonra bir gün mutfak ve oturma odasının yerlerini sildikten sonra, en güzel ipek bluzunu giydi, uzun eteğini düğmeledi ve iri şapkasını iğneledi. Kocasının çiftesini ağzının tavanına dayadı ve tetiği çekti. Onun önce neden yerleri sildiğini yaşayan her kadın bilir. Aç kalan ruh o kadar acıyla dolu olabilir ki, kadın artık onu taşıyamaz.
[Az önce Wondrous World of Wonderland'de okudum ben. Ama oraya da Clarissa P. Estes'in Kurtlarla Koşan Kadınlar'ından ulaşmış. Bir cuma sabahı için ne kadar uygun oldu bilmem ama ikinci paragrafa geldiğimde işyerinde oturduğum sandalyede resmen zıpladım, irkildim, hiç beklemiyordum. Halbuki bunun geleceğini çok bilmeliydim.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder