Muhibbe Darga, Anadolu'da Kadın kitabının Önsöz'ünde bir konferans kitapçığında geçen bir sözü aktarıyor: "Sadece kadın konusunda konuşmak gerekliliğini duymak bile bir kadın problemi olduğunu göstermeye yeter..." Konferansın adı Modern Toplumda Kadın'dır. Düşünsenize kadının toplumdaki yeri ile ilgili cümleler dolusu konferanslar veriliyor, kitaplar yazılıyor ama erkeğin yeri ile ilgili hiçbirimiz böyle oturup da düşünmeyi aklımızın ucundan bile geçirmiyoruz. Kimse erkeğin yerini, halini, nedenini sonucunu araştırmayı düşünmüyor. Böyle bir ihtiyacımız yok, böyle birşeyi merak etmemize gerek yok. Çünkü zaten biliyoruz, çünkü zaten tüm algımız erkekler üzerine. O kadar normalleştirmişiz ki bu durumu bu algının tamamen erkek bir dünyadan oluştuğunun farkına bile varmıyoruz. Böyle şeyler söylüyorum diye hemen erkek egemen toplum vıdı vıdı hörö hörö şeklinde şeylere girişiyorum veya öyle düşünüyorum zannetmeyin. Erkeklerle bir derdim yok kadınlarla da. Sadece durup siz de düşündünüz mü diyorum. Hiç bu durumun farkına vardınız mı? Erkekler baskın çıktı egemen oldu ezdi geçti bilmem ne demiyorum, zaten insanların eşit olmadığının - dahası eşit de doğmadığının - farkında olacak kadar uzun süredir yaşıyorum bu dünya üstünde. Eşit değiliz, biyolojik olarak da düşünce açısından da. Öyleyse tüm tarihe bakıp da tamamının erkeklerden oluşmasından çıkarabileceğimiz sonuç, aslında hükmetmeye sahip olmaya tarih yapmaya uygun olan erkekler midir? Neden tam tersi olmamış, neden hükmeden kadın olmamış, neden güç kadının elinde olmamış?
En ilkel insandan yola çıkarsak sanırım cevap fiziksel güç. En azından benim için çıkış noktası bu. Herşeyi sadece kaba kuvvetle, kaslarla açıklıyor değilim ama ilk etapta üstünlüğü sağlayanın bu olduğunu düşünüyorum. Fiziksel gücü elinde tutan saygıyı görmüş olmalı, korku beraberinde kontrolsüz bir saygı getirir çünkü. Fiziksel gücün de fabrika ayarlarımızda erkeklere bahşedilmiş olması iki tarafın da suçu değil sonuçta. Belki erkekler de ellerindeki bu güçle ne yapacaklarını bilemediler ilk başlarda, hala da bilmiyor olabilirler orası ayrı. Bizi - ve bu yazının konusu olarak da beni - ilgilendiren daha en başta 1-0 yenik başlayan bir cinsin, kadının bu dünyanın neresinde, nasıl durmuş olduğu.
Tarih boyunca hükmeden kadınlar olduğunu az çok biliyoruz. Kleopatra'yı en pembe olanlarınız bile biliyordur sanıyorum. Geri kalanlarınız için ise Puduhepa, Hatçepsut gibi isimler birşeyler ifade ediyor olmalı. Amazonlar, hepinizin malumu. Bu isimlerin hepsine baktığımızda fark ettiğiniz birşey de var; Kleopatra, ancak gücü elinde tutan bir erkeğin yanında olduğunda varlığını sürdürebildi; Puduhepa tek başına Hitit İmparatorluğunu yönetmedi, kralın yanında imzası vardı antlaşmada. Amazonlar, savaşçı kadınlar ise gerçeklikleri hala tartışma konusu olan bir mitten öteye geçemeyen kadınlar. Merkel günümüzde Avrupa'nın güçlü liderlerinden biri olabilir ama arkasında seçimli bir demokrasinin desteği olmadan hiçbir kadının "güçlü" görüldüğü için lafının dinlendiğini göremiyoruz.
Kadının hep arka planda güç sahibi olduğunu gördüğümü söyleyebilirim. Ama siz de buna karşılık bunun gerçekten güç sahibi olmak olup olmadığını sorgulayabilirsiniz. Sonuçta kimin dedikleri oluyorsa yöneten odur. Bu anlamda tarihteki birçok kadının tarihin gidişatına, yönetime etkisi olduğunu söyleyebiliyoruz. Gerçekten yönetip yönetmediklerini ise sayfalarca tartışabiliriz.
Yönetip yönetmemek gene de insanın içindeki iktidar hırsından, güç tutkusundan birşey götürmüyor. Erkek ya da kadın doğmak, bir çobanın çocuğu ya da bir sultanın çocuğu olarak doğmak insanın ruhunu değiştirmiyor. Eşit doğmuyoruz evet ama bulunduğumuz koşula uygun ruhlarla da doğmuyoruz. Doğduğumuzda içimize üflenen o ruh, çevresinden bağımsız vücuda gelmiş oluyor ama sonrasında içine atıldığı o çevre onu gerçekten neyse ona daha da çok itiyor.
Geçen akşam Cüneyt Gökçer Sahnesi'nin görkemli perdelerinin ardından karşımıza çıkan, şaşırtıcı müzikleri, şahane kostümleri ve mükemmel oyuncularıyla böyle bir hikayeydi işte. Nerede ve kim olarak doğduğuna kendi karar vermemiş bir ruhun, bir dünya imparatorluğunun hengamesinin ortasına atılmasıyla nelere yol açtığının hikayesi. İnsanın nasıl yozlaştığının, nasıl çıkarcı olduğunun, en basiti hayatta kalmak dürtüsünün ne denli güçlü olduğunun hikayesiydi. Kösem Sultan, Mahpeyker...Sadece bir kadının hikayesi gibi dursa da erkeklerin de iktidarın da bir halkın da hikayesiydi. Seyircinin de alkışladığı kısımlarda olduğu gibi, bugünün de hikayesiydi.
Turan Oflazoğlu'nun yazdığı oyunu Murat Atak yönetiyor. Bu sezon devlet tiyatrolarının sahnelerinde. İçinizi burkacak, midenize bir taş oturtacak, tüylerinizi diken diken edecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder