22 Eylül 2013 Pazar

"whispers of the beloved" ile bir kötü "Diana"

Hepimiz bir noktada bu seçimi yaptık bence : Ya içimizden nasıl geliyorsa o şekilde hissettiklerimizi düşündüklerimizi karşımızdakilere söyleyecek, gösterecek, olduğu gibi anlatacak ya da sadece durup hiçbir şey söylemeyecektik. Hiçbir tepki vermeyecek, kendimizi hiçbir tepki vermemek için tutacak ve yazarak, çizerek, notalara dökerek en dolaylı yol hangisiyse o şekilde ifade edecektik. İlk yöntem en güzeliydi, onu yapmaya seçenlerdenseniz çok güzel bir hayatınız oldu. Kolay demiyorum ama güzeldi, inanın. Hiçbir şey içinizde kalmadı, pişmanlıklarınız dağlar kadar büyük olmadı. Gerçek anlamda hiç yalnız kalmadınız, kendinize de insanlara karşı da dürüst oldunuz. Ama eğer ikincisini seçtiyseniz, mahvoldunuz. Hayatınız kocaman bir yalan. Yanınızda bir dolu arkadaşınız olduğu halde hep yalnız oldunuz. Çünkü kimseye gerçekten ne düşündüğünüzü söylemediniz, göstermediniz, haykırmadınız. Hepsini yutkunarak içinize attınız, kafanızı çevirdiniz, içinizden gelenlerin tam tersini söylediniz hatta, tam tersini yaptınız midenizi bir matkap oyarmışçasına acı sizi iki büklüm yaparken gene de mutlu durdunuz, öyle göründünüz. Hayatınız tamamen pişmanlıklarınızdan oluştu, aklınızın her bir köşesi unutmaya çalıştığınız acı verici keşkelerle dolu.
Lanet olsun ki ben ikinciyi seçmiştim. Salak salak dolanıyorum şimdi. Bir kere yalan söyledim mi dibine kadar gidiyorum, battıkça batıyorum. Bugün "Diana"yı izledim sinemada. Naomi Watts'ın milim milim ezberlediği Lady Di öylesine içinden geldiği gibi davranan, sevgisini göstermekten korkmayan, sevgisinin peşinden gitmekten hiç gocunmayan, olduğu gibi göründüğü bir kadın ki o perdeden elini uzatıp da suratıma okkalı bir tokat geçirseydi daha kötü olamazdım. Bağırıyordu Diana, haykırıyordu, kendini savaş alanının ortasına atıyordu, ağlıyordu, çaba gösteriyordu, kapılar suratına kapansa karşısındakiler onu reddetse de içindeki söylemekten vazgeçmiyordu. Hayatını gözlerimin önündeki perdede öyle bir yaşadı ki midemdeki delik daha da acıtır oldu her defasında.
Tabi bu Diana, Oliver Hirschbiegel'in ve Stephen Jeffreys'in bakış açısından izlediğim Diana'ydı. Hirschbiegel'in filmi çok da iyi değil gerçi, eldeki malzeme çok iyiyken film yapma olayını beceremediklerinden "olmamış" bir film.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

So many books, so little time

Mesela.  En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk ...