Neden bu kadar mutsuz olduğumu bilmiyorum. O kadar uzun zamandır mutsuzum ki gerçek anlamda mutlu olmanın nasıl bir şey olduğunu unuttum, hatta hiç bilmiyorum. Ciddiyim, ben her anlamda mutsuz bir insanım. İstediklerime, hayal ettiklerime sahip olamadığım için mutsuz olduğumu bildiğimi hesaba katarsak belki de mutsuzluğumun nedeninin belli olduğunu düşünebiliriz. Ama asıl sorun da orada başlıyor işte : Neden tüm o düşlediklerimi istediğimi, neden onları düşlediğimi dolayısıyla içinde olduğum hayattan neden bir türlü zevk alamadığımı, tüm bunların bana neden yeterli gelmediğini bilmiyorum-ki bu da mutsuzluğumun temelindeki bilinmezliği oluşturuyor.
Gençlikle birlikte gelen paketin hediyesi herhalde bu mutsuzluk. Çocukluk hep bir bekleme, bir "anlamasan da devam et günü gelecek nasıl olsa" durumu. Büyüdüğümüzde, çok değil, şöyle bir 15 hadi olmadı bir 18 olduğumuzda her şeyin bir anda çözüme kavuşacağını sanıyoruz. Bir anda şimşekler çakacak ve tüm cevaplar önümüze konacakmış gibi. Ama o büyük duvara işte orada tosluyoruz, ortada bir cevap olmuyor. Israrla büyütülmeye çalışılıyoruz, itekleniyoruz, son hızla o duvara doğru sürükleniyoruz. Çarpana kadar duvarı göremediğimiz için büyük bir umut içinde oluyoruz, cevaplar var, onları öğreneceğim diye. Çarptığımızda ya bilincimizi kaybediyoruz ki biz onlara şanslı unutkan çoğunluk diyoruz, ya da duvarın dibine yığılıp kalıyoruz yaralanmış, bedbaht olmuş bir halde. O yığılanlar, o azınlık, zamanı orada ayağa bile doğrulamayarak geçiriyor sonra. Unutamadıkları için diğerleri gibi, hiçbir şey olmamış gibi devam edemedikleri için daha da hırpalanıyorlar. Her şey çarpıyor üstlerine, yaralarını daha da kanatıyor, kırıklarını daha da iyileşmez yapıyorlar.
http://www.jamesgreer.net/ |
Müzik çoğu zaman tek olmasa da en iyi avuntuları oluyor. Çünkü müzik tüm diğer uyuşturucuları barındırıyor içinde, söylemek istedikleri sözleri, bağırmak istediklerini, ciğerlerindeki havanın çıkarken yaydığı sesi, çığlıklarını, gözyaşlarını hepsini. Evet, müzik onları ayağa kaldırmıyor, duvarı yok etmiyor, kırıkları iyileştirmiyor belki ama ondan sonra gelecek diğer tüm darbeleri örtüyor, duyulmaz, dokunulmaz yapıyor.
James Greer'in bu azınlıktan biri olup olmadığını bilmiyorum. Dergide yazarlıktan, rock grubunda çalmaya, albüm yapmaya, turlarda dolaşmaya, film senaryoları yazmaya ve kitapları ile ödüller almaya kadar uzanan birçok şeyi içeren biyografisine baktığımda da anlayamıyorum. Tek bilebildiğim, o duvar dibinde kalmış, sonunda da ayağa kalkabilmiş birini, o azınlıktan birini ve onun hikayesi içinde onun gibi olan diğerlerini anlatmak için yazdığı bu kitabı. Evet, Kurt Cobain ayağa kalkabilmişti. O nisan günü, onun ayağa kalkıp o duvara karşı dikilme şekliydi, kendi yoluyla.
94'te ben 7 yaşındaydım. Diğer pek çok şey gibi, o nisan olan şeyin de farkında değildim. Ortaokul yıllarımda, Blue Jean ve diğer dergilerle tanıştığım gibi radyoyla, mtv ile, albümlerle de tanışmıştım. Anlayabilecek yaşta değildim henüz onu ilk gördüğümde. İlk dinlediğimde. Kafam fazlasıyla Backstreet Boys, Spice Girls, Britney Spears ve diğerleri ile doluydu. En büyük çıkmazlar o çocuk benden hoşlanıyor mu, ah keşke Nick gibi olsalar, şu formayı niye giyiyoruz ki gibi şeylerdi. Hayaller hep vardı o konuda şüpheniz olmasın. Sadece o kadar uzak bir gelecekte olmaları gerekiyor gibi geliyordu ki endişelendirmiyorlardı henüz. Nasıl olsa olacaklardı, herşey umut dolu, herşey olasıydı. Dolayısıyla Kurt'ün bu yaptığını aklım almıyordu, neden diyordum, nasıl, ne için?
İşin kötüsü artık biliyorum. Kitapçıda tamamen öylesine bakınırken raflara, gözlerimin elektrik çarpmışçasına takılıp kalmasına, ellerimin kendiliğinden o kitaba uzanmasına sebep de buydu zaten, biliyor olmam. Yalnız yayınevinin prodüksiyon zekasını da yabana atmamak lazım. Kocaman kırmızı harflerle "Bir Kurt Cobain Romanı" yazıp koyarsanız oraya sadece benim gibileri değil, daha nicelerini mıknatısla çekmek gibi olur. Sadece onunla kalsa gene iyi, arka kapakta da kapağı tamamen kaplayan Kurt'ün yüzüyle karşılaştığınızda iş bitmiş oluyor. Oysaki bu normal kapağın dışına geçirilmiş bir ikinci kapak. Kitabın asıl kapağında daha öznel, daha kişilik sahibi bir durum var : Nevermind'in kapağının biraz eskitilmiş, biraz renkleriyle dokusuyla oynanmış hali üzerinde yazarın ismi, kitabın ismi ve bu "bir kurt cobain romanı" olayı en küçük puntoyla yerleştirilmiş. Esasında kitabın orijinal ismi "Die Verwandlung". Almanca'dan çevrildiğinde dönüşüm gibi bir anlamı var. İngilizce'de ise Artificial Light olarak yayınlanmış. Toplamda 253 sayfa ve Versus Kitap tarafından şubat 2011'de yayınlanmış.
Greer'in anlattığı aslında tam olarak bir Kurt Cobain romanı olmaktan öte 90'ların alternatif ve punk rock ortamına biraz içerden, biraz bir şehrin tarihinden, biraz da kurgu olduklarını bildiğimiz ama o kadar da kurgu olmayabilecek karakterlerin düşüncelerinden bir bakış. Greer'in kurgusu bizi Kurt'ün son günlerini Ohio Dayton'da Albion isimli bir konakta oradaki gençlerle geçirdiği, oralı bir kütüphaneci olan Fiat Lux'tan onu vurmasını istediği alternatif bir gerçeklikle buluşturuyor.
Defterlerden oluşan kitapta Kurt'ün ölüsü yanında eline kağıt kalem alan Fiat asıl anlatıcımız olarak kah kendi hayatından, geçmişinden, arkadaş grubundan ve Kurt'ün gelmesinden beri olanlardan bahsederken kah pek çok konu hakkındaki fikirlerini paylaşıyor. Fiat dışında eski bir rock grubu elemanı olan Trip'in rock müzik ve Kurt'ün ölümü üzerine yazmaya çabaladığı kitaptan bölümler ve uçağın mucidi Wright kardeşlerden Orville'in son günlerine dair kendi ağzından anlattıklarını okuyoruz. Gerçekte ne olmuştu, bunları kim yazdı, kim anlatıyor pek de anlaşılmıyor. Sonuçta hepsinin ortak bir derdi anlatmaya çalıştığını görüyorsunuz, hepsi sorularına cevap arıyor, hepsi kendini söyleyemediklerini anlatmaya çalışıyor.
Biz maalesef hala o duvarın dibinde mükemmeli arıyoruz.İnsanların çoğu bizim gibi değil; hayatlarını sağır, sessiz ve mutlu bir şekilde geçiriyorlar. Üstelik bu çoğunluk, müzik dinleyen azınlığı toy ve çocuksu buluyor-ki bu konuda onlara tamamen katılıyoruz. İnsanlarla sohbet etmekte zorlanıyoruz; çünkü bir yanımız sürekli rüyalarımıza giren o mükemmel sesi duymaya çalışıyor; şimdiki şarkıda, olmazsa ondan sonrakinde gelecek diye bekliyor. Aslında o sesi asla duymayacağımızı biliyoruz. Duyarsak ne yapacağımız da meçhul, çünkü (tahmin ettiğiniz gibi) o sesi bulmaya çalışmak, sesin kendisinden daha önemli. Kusurlu bir dünyanın en güzel yanı, bir şekilde umudunuzu koruduğunuz sürece (bunu yapabilmek için umutlu şeyler bulmak gerekiyor, ki hiç de kolay bir iş değil) her şey tam tersini işaret etse de mükemmeli aramayı sürdürüyor oluşunuz.
bu kitabı birkaç kitapevine sordum. onlarda yoktu. nerden bulabiliriz?
YanıtlaSilben d&r da yeni cikanlar rafinda gorup de almistim.belki netten de siparis edilebilir hatta oyle daha kolay bulunur baska bir yerde rastlamadim cunku
SilYa fiat lux bir sır var bulacaksiniz diyor kitabı kac kere okudum bulamadim fikriniz var mi
YanıtlaSilben bu dediği sırrın kitabı okuyup bitirdikten sonra aslında kurt'ü yaşamaktan ya da bu dünyada katlandığımız bu hayattan vazgeçiren şeylerin, belki de bizi aynı zamanda bu hayata bağlayan şeylerin neler olduğunu anlamamız gerektiği olduğunu düşündüm. biraz karmaşık söyledim ama tekdüze bir şekilde açıklanamayacak bir durum bence. sır bu, demeye çalıştığı. kurt aslında intihar etmedi, onu biz öldürdük, bu hayat, bu esasında tek tek bireyler halindeyken çok güzelken düşüncelerimiz, bir araya gelip oluşturduğumuz bu insan topluluklarının, bu kalabalıkların meydana getirdiği zorunluluklar, anlayışlar, bu birbirimize dayattığımız hayatlar. bence fiat'ın sonunda bulmamızı istediği buydu.
SilFiat Lux gercek bir kişimi?Nette fotoraflarini.bulamadim
YanıtlaSilBildiğim kadarıyla - ve kitapta da yazarın açıkladığı kadarıyla - gerçek bir kişi değil, sanırım bu yüzden bulamadın. Yani bu isimle başka biri, gerçek biri var olabilir belki ama o kişi kitaptaki kişi değildir.
SilHayır fiat lux bir isim bile değil. Eski Ahit'e göre tanrının ışığı yaratırken söylediği ışık olsun anlamındaki sözdür.Yazar bunu kitaptaki karakterin takma adı olarak kullanmış
Sil