5 Mayıs 2012 Cumartesi

Gül ağacına ne bağlasam bu gece?

kaktüs bile çiçek açtı, yaz mı gelecek
Güneşli başlayan gün Ankara'da şu an rüzgar ve yağmur festivaline dönüştü. Her yer ıslak, ağaçlar ıslak, toprak ıslak. Hem de bugün 5 mayıs. Yani Hıdırellez'in gecesi olacak gün. Böyle de saçma bir cümle kurdum farkındayım ama heyecanlıyım, ondan büyük ihtimalle.
Şu veya bu inancına göre falan diye bahsetmeyeceğim, bilmiyorum çünkü, doğru düzgün bilen de var mı emin değilim (Tamam belki kendi tezimden kafayı bir süreliğine kaldırıp, bunun üzerine bir akademik araştırmaya girişsem bulunabilir, bulunmaz değil ondan eminim). Sadece bildiğim, Hıdırellez'in bu kullandığımız Gregoryen Takvimi'ne göre 6 mayısa denk geldiği. Bu topraklarda - ve etrafımızdaki topraklarda - 6 mayıs ile Hızır günleri yani güneşli yaz günlerinin başladığına ve 8 kasıma kadar sürdüğüne inanılıyor. 8 kasımda da kış günleri yani Kasım günleri başlıyor.
Hayatım boyunca hatırladığım ilk -ve sanırım tek- Hıdırellez, 7 yaşımın 5 mayıs gecesi. Öncesinde sabah erkenden apartmandaki anneler ve kızları toplaşıp, sahile inmiştik (Kocaeli'deydik o vakitler, denizi gören, dahası denizle arasında ormanlık, bahçelik bulunan bir yerde oturuyorduk). Herkes eğilip, harıl harıl taş toplamaya sonra da bir kenarda onlardan şekiller oluşturmaya başlamıştı. Küçüktüm, ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Sadece dileklerimizi çizmemiz gerekiyordu o taşlarla. Annem büyük bir ciddiyet içinde ufak taşlar tutuşturmuştu, "böyle çatısıyla kapısıyla üniversite çiz hadi bak oraya hadi" demişti. Manyak mı bu kadın, gene napıyoruz biz ya diye düşünüyordum, sallamadım pek dediklerini, çizmedim de. Annem sonuçta benim için de abim için de dilediği ne varsa intizamla oluşturdu şekillerini o taşlık sahile. Diğer teyzelerle çocukları da. Bilseydim eğer o zamanlar, azıcık kafam çalışsaydı, annemin şekillerini ayağımla toz buz ederdim. O taşlarla, hepsiyle sahilin, kocaman piramitler çizerdim, denizler yapardım, tekneler, tapınaklar, ormanlarla kaplı dağlar, uçsuz bucaksız ovalar, dünyanın en yüksek tepelerini, en uzak köşelerini çizerdim, gökyüzünü yıldızları güneşi çizerdim, dünyayı dilerdim Hızır'dan. Özgürlüğü dilerdim o ufak sahilde o 5 mayıs günü.
gönül bu sevdadan tabiki vazgeçecek
Akşamı daha eğlenceli, daha işe yarardı benim için. Apartmanın yanındaki oyun parkıyla taşlık yol arasında kocaman bir ateş yakılmıştı. Oyun arkadaşlarımın hepsi, apartmandaki teyzeler, amcalar, abimin arkadaşı abiler,  barbie bebekleriyle oynadığım ablalar herkes oradaydı. Herkes atladı o ateşin üzerinden, ele ele, tek başına, çığlıklar atarak, bağırarak, gülerek, korkarak. Ben de atladım, ilk başlarda elimden tutup atlatanlarla, sonradan küçülen ateşe güvenerek yalnız atlamama izin verdikleri için tek başıma. Dilek dile demişlerdi atlarken, ne dilediğim hakkında hiçbir fikrim yok. Doğru düzgün bir şeyler dilememiş olmalıyım ki hayatım o noktadan sonra hiç de isteyeceğim gibi gitmedi.
Hıdırellez'in en güzel yanı bu dilek olayı zaten. Senede bir defa da olsa, sebepsiz bir şekilde, hiçbir inanca ya da kültüre bağlı kalmadan dileklerinizin gerçek olabileceğine dair bir umudunuz olmasını sağlıyor. En özel, en içten isteklerinizi yazıp gül ağaçlarına bağlayabiliyorsunuz, diplerine şekiller çizebiliyorsunuz, bir ateşin etrafında bir şeyin, özel bir şeyin parçası gibi hissedebiliyorsunuz, normalde hayatta yapmayacağınız bir deliliği deneyebiliyorsunuz. O kısacık saniyeler için bile olsa meydan okumuş gibi hissedebiliyorsunuz. Ertesi gün uyandığınızda doğaya, toprağa, gökyüzüne gelmesi gibi size de, dileklerinize de gelmesini bekliyorsunuz Hızır'ın.
Bir daha ateşten atlamadım ben, dilek de dilemedim gül ağaçlarına. Akşamın geldiği şu saatlerde pencereden gördüğüm yağmura bakılırsa, yapamayacağım da. O sahilin, o taşların, o ateşin böyle bir defalığına olacağını bilseydim de, özgürlüğü çizerdim o gün. Tüm gücümle koşarak, ciğerlerim patlayana kadar bağırarak atlardım  . Tüm hayatımı dileyerek alevlerden.

Bir de alakasız olacak ama (bence alakalı tabi:p) Hıdırellez bana hep bu sahneyi - tabi bir de köşe başındaki sahneyi - hatırlatır, kendimi tutamadım, koyayım istedim :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...