2 Kasım 2011 Çarşamba

Berusaiyu No Bara (The Rose of Versailles)

Ben küçükken (siz de küçükken) TRT1'de ve Show Tv'de ömrümüz boyunca unutamayacağımız çizgi filmler yayınlanırdı. Trt bunları genelde sersefil ederdi ama olsun. Şeker Kız Candy'nin ve (travmatik) Georgie'nin ve hatta Sailor Moon'un olduğu dönemde rastladığım bir çizgi filmdi Lady Oscar. Yani hatırladığım kadarıyla bizde bu isimle gösterilmişti. Yayın saatini pek tutturamazdım gerçi, arada böyle birbiriyle bağlantısı olmayan bölümlerin ortasına falan denk gelirdim. Zaten hepi topu yarım saat bile sürmeyen kuş kadar bir çizgi filmin o yakaladığım geriye kalan kısmında bile hipnotize olmuşçasına ekrana kilitlenirdim. Evet farklıydı farklı olmasına ama, o dönemde zaten hepsi başlı başına birer farklılık abidesiydi. Lady Oscar'da beni kitleyen şey, tarihti belki daha çok. Kılıçlardı, Fransız İhtilali ve devrimiydi hatta.
Esas adı Japonca "Berusaiyu No Bara", İngilizce'ye de aynen çevrildiği haliyle "The Rose of Versailles" yani bize göre Versay'ın Gülü, Riyoko Ikeda'nın yarattığı bir shojo manga (o da mı ne? okuyun o halde : Shojo). Önce 1973'te bir dergide yayınlanmış, sonra 1983'te bir yayın serisi daha yapılmış. Ikeda'nın amacı esasında Marie Antoinette hakkında ve haliyle onun yaşam hikayesini anlatan bir manga yapmakmış ama yan karakter olarak yazdığı Oscar François de Jarjayes o kadar sevilmiş, okuyucular tarafından öyle tutulmuş ki, bir süre sonra ana karakterin o olduğu bir hale dönüşmüş manga.
andre ve fersen'in ortasında Oscar
Ekim 1979'dan eylül 1980'e kadar 41 bölüm halinde yayınlanan çizgi film hali ise işte benim büyük olasılıkla 1997-2000 arasında rastlamış olabileceğim Lady Oscar. Hikayesi öylesine büyüleyici ve olay örgüsü o kadar iyi dokunmuş bir çizgi film ki, karakterlerin tarihin bir döneminde hakikaten de orada olduklarından emin oluyorsunuz izlerken (ki bazıları, çoğu, hayali.söylememe gerek var mı ki). Çizimleri her bir karakteri ergenliğinden alıp, 30'lu yaşlarına götürüyor adım adım. Ciddi anlamda gerçekçi bu çizimler. Abartmıyorum ya da sevgimden hayal görmüyorum. Hakikaten, ekranda nerdeyse kanlı canlı insanlar haline geliyor o çizgiler. Öylesine belli ediyor çünkü düşüncelerini, hissettiklerini. Öyle Candy her utandığında kafasının üstünde bir su damlası belirmesi gibi değil yani.
Hikayenin geçtiği zaman 1700'lerin sonu. Son sürat ihtilale sürüklenmekte olan Fransa'nın kalbinde Paris'te bir asilin, kraliyet muhafızlarının komutanının evinde başlıyor her şey. Karısı doğum yapan komutan Jarjayes kaya sertliğinde bir adam. Bu doğumdan da beklediği, kendisinden sonra yerine geçmek üzere çakı gibi bir kraliyet muhafızı daha yetiştirmek üzere bir erkek çocuk. Ama bahtsız Oscar doğuyor erkek bir çocuğun yerine, güzeller güzeli bir kız olarak.
ilk ve tek "kadın" hali
Baba Jarjayes kararından dönmüyor, bir muhafız yetiştirecek. Bu yüzden Oscar'ı çocukluğundan itibaren bir erkek gibi yetiştiriyor özellikle. Hep erkek kıyafetleri giyiyor Oscar, dövüş-kılıç-at binme dersleri alıyor. Tam bir askeri disiplin içerisinde yetiştiriliyor. Kadınlığını düşünmüyor hiç, farkına varmıyor belki de. Tabi birlikte büyüdüğü, dadısının torunu, evlerinde hizmetçi olan yaşıtı Andre'nin ona her geçen gün delice aşık olduğunu da fark etmiyor bu sebeple.
Yaşı geldiğinde (yani hemen hemen 14-15 civarında), kraliyet muhafızlarına girmesini emrediyor babası. Bu sırada yaşlı kralın genç oğlu XVI.Louis'ye Avusturya'dan gelin alınıyor, Marie Antoinette. Oscar da onun özel muhafızı ve ayrıca kraliyet muhafızlarının başı rütbesine yükseltiliyor. Ama o vazgeçmek, bir kadın olmayı denemek istese de babası ona hiçbir şans bırakmıyor. Çaresiz Oscar, görevine veriyor kendisini.
Yıllarla birlikte bir yandan Marie ve Louis'nin büyümelerine, koca bir krallığın yükünü taşımak zorunda bırakılışlarına ve içten içe dibe sürüklenen Fransa'nın gidişatına tanık olurken; bir yandan da Oscar'ın felsefe tezleri ortaya çıkarabilecek yaşamını izliyoruz. Giymek zorunda bırakıldığı, ona biçilen üniformanın içinde debelenişi görüyoruz, Marie Antoinette'nin en yakın arkadaşı olarak geçirdiği zaman boyunca düşündüklerini görüyoruz. Bu alabildiğine dişi ve gençlik coşkusuyla dolu yaşıtının yanında üstündeki rol Oscar'ı daha da boğuyor.
yaktın bizi Fersen
Marie'nin ünlü aşklarından Hans Axel von Fersen, Oscar'ın da ilk aşkı oluyor. Bir yanda birbirini seven ama kavuşamayacak olan genç aşıklara yardım etmek durumda olan Oscar, bir yandan da kendi duygularıyla boğuşuyor (Bu arada ömrümde gördüğüm en manyak çizimlerden biridir o Fersen. Oscar'ınkinden sonra tabi.). Öte yandan kraliyet çevresinde yetişmiş ve yaşayan bir asil olarak, halkın nasıl bir halde olduğunu görebilmeye başlıyor. Katı monarşik düşünceyle yetişmiş aklı, yaşadıkları ve tecrübe ettikleri sayesinde yepyeni fikirler ediniyor, çok geniş ufuklar görüyor.
Söylenebilecek o kadar şey var ki bu olağanüstü çizgi film hakkında...Hakikaten izlemeniz ve görmeniz gerekli. İnternette rahatlıkla bölümlere ve indirme linklerine ulaşabiliyorsunuz. İyi niyetli paylaşımcı insanlar gayet güzel bir şekilde hazırlamışlar. Orijinal dilinin üzerine özenli çevirileriyle İngilizce veya Türkçe altyazılarla izleyebiliyorsunuz. Saçma sapan filmlerini de yapmış deli japonlar ama aldırmayın, onlar öyle takılır bir kenarda.
İnsanın resmen Versay'ın koridorlarında o iç acıtan jenerik müziğini (ki hakkında şöyle bilgi edinebilirsiniz http://samuselchen.livejournal.com/6181.html) çığırarak dolaşası geliyor. Ah Lady Oscar...



Jeneriğin uzun versiyonu-tam şarkısı bu. Ama bunun dışında, özellikle fanların hazırladıkları çok muazzam videolar var. Tavsiye ettiklerim : Tangled Up In You, The Rose Who Scattered In Beauty ve Vivo per Lei.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

So many books, so little time

Mesela.  En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk ...