30 Eylül 2011 Cuma

Random Thoughts diyeceğim ben buna,siz anlayın

Hani tam da sabahları uyandığınızda yatağın içinin vücut ısınıza denk düşmüş, ılık mı ılık olduğu ama yatağın dışının ürpertici bir serinlikle elinizi, kolunuzu, burnunuzun ucunu karşıladığı; kafanızı kaldırıp pencerenin dışında grisinden koyu mavisine sarısına çeşit çeşit bulutlarla kaplı, güneşin saklambaç oynadığı gökyüzünü görüp, yataktan bir türlü kalkamadığınız, kalkmamak için kendinize bahaneler yaratmada usta olduğunuz mevsim var ya...Hah işte tam o mevsimdeyiz şu an. Fark etmişsinizdir. Sabahları ve akşamları donmak, gündüzleri de güneş gören bir yerdeysek bunalmak suretiyle ortalarda dolandığımız mevsim de diyebiliyoruz tabi buna. Bir yandan her görüntüsüne, her hissettirdiğine bayıldığım mevsime (sonbahardı ismi herhalde) doğru giderken havanın hali, bir yandan da üşümekten nefret ettiğimi hatırlıyorum ben kendimce. Bu hangi mevsim insanısın, efendime söyleyim hangi mevsimi daha çok seversin türü soruların cevapları bu yüzden, benim için diğer pek çok konuda olduğu gibi çift kişiliğe uygun bir şekilde. Üşümekten nefret ederim, sıcağa bayılırım, hiç şikayet etmem ama kurşun gibi gökyüzünden yağmur boşandığı zaman tüm renklerin daha canlı hale geldiğine inanırım, içim müthiş fikirlerle dolar.
Mevsime uygun şarkılar dinlemeye başladılar, orada burada. Evet eylül de bana hep "A Lonely September"ı düşündürür ve hayır, soğuk ya da sonbahar-kış bana hüzünlü gelmiyor. Gene de içimde inanılmaz bir Coldplay dinleme isteği var. Her zaman dinleyip de, bir köşede hep var olduklarından dolayı asla öyle obaa dedirtecek gruplardan değillermiş gibi gelen gruplar-insanlar vardır ya, Coldplay benim için onlardanmış. Yeni anladım. "Fix You"nun, "The Scientist"in, "Clocks"ın ve diğerlerinin içimdeki yerinin farkında değilmişim. Şimdi yeni albümle birlikte dönüp, her birşeyi bir kez daha dinleme, doyasıya tatlarına varma vakti. "Home, home, where i wanted to go" diyorum ayrıca.
Şarkılardan bahsetmişken, Switchfoot'un da yeni albümü çıktı sanırım "Vice Verses" diye. İlk kez Haley ve Nathan'ın ilk öpüştükleri sahnede duymuştum ben "Dare You To Move"u. O sahne ve o ikisinin aşk hikayesi bu kadar etkiliyse, nerdeyse tamamı Switchfoot sayesindedir zaten. Jon, Chad, Jerome,Tim ve Drew hep çalsın, söylesin.(http://www.switchfoot.com/)
Bir de kafamı karıştıran şarkılar var. Geçen François De La Rochefoucauld'un (ki kendisi 17.yy.da yaşamış Fransız bir yazarmış gayet sırma saçlısından) şu sözüne rastladım önce : "True love like ghosts, which everyone talks about and few have seen." Ardından şu ara ciddi ciddi taktığım The Civil Wars'un Poison&Wine şarkısını dinledim, şöyle diyorlardı : "I don't love you but i always will.". Beynimdeki karmaşa merkezinin tetiklendiği bu cümleyle, hemen Paolo Nutini'nin No Other Way'de dediklerini hatırladım : "Cause i love you girl, i don't want you, i need you.". Birini sevmediğinizi ama hep seveceğinizi söyleyebiliyorsunuz, birini sevdiğinizi ama onu istemediğinizi sadece ona ihtiyaç duyduğunuzu da söyleyebiliyorsunuz. Tabi bu arada 400 yıl önce biri de durumu çözmüş, gerçek aşkı somut olarak bulamazsınız, sadece hayali dolaşır ortalıkta diyor. Kafam harbiden karıştı.
Joseph Delaney'nin bu Wardstone Günlükleri serisi var ya Tudem'in gençlik kitapları serisine dahil olarak yayınlanan, Ben Barnes'ın bir sonraki projesi olduğunu öğrendiğim için geçen gidip serinin ilk kitabını aldım "Hayaletin Çırağı" onu okuyorum şimdi. Evet çocuk kitabı gibi, evet çok kolay yazılmış ve evet, ürkütücü. Arka kapakta karanlık basınca okumayın uyarısı var, buraların en kuralcı insanı olarak ben uydum tabiki. Gündüzleri, bol güneş ışıklı otobüs-dolmuş yolculukları esnasında okuyorum. Şimdilik pek iyi kitap, bitince yazacağım.
Keira Knightley bir sonraki Anna Karenina olacakmış, haberi aldım. Öyleyse bir sonraki kitabımız da Anna Karenina olsun. Ruslardan hiç hoşlanmıyorum ama ilk cümlesi "Bütün mutlu aileler birbirine benzer; her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır." olan bir kitabı nasıl okumaz ki insan?
"Hayaller, Takıntılar ve Diğerleri" blogunda okudum bugün, "The Music Never Stopped" filmini. İzlemem gerek, bir sonraki filmim de o olsun.
Bu arada ders seçimlerimi yaptım bugün bir de. Hep karmançorman bir şekilde boşa kürek çekiyormuşum gibi gelen yüksek lisansın ikinci döneminde, sanırım sadece 3 dersle paçayı sıyırabileceğim. İlk dönem onca uğraşıp da kapı gibi bir B2 aldığım dersi göstermeyen pis sistem, sana sesleniyorum bir de. Sarah Connor'ın olurum senin, John Connorlar koyarım karşına, T2011ler gelse "Hasta la vista baby!" dedirtir, ona göre.
Okulun başlamasını, derslerin olacak olmasını içten içe sevenlerden olduğum için de ayrıca kötü hissediyorum. Pottermore sağolsun bir isim koydu bize, yalnız olmadığımızı gösterdi gerçi. Ravenclaw evinin üyeleriyiz biz. Doğuştan böyleyiz. Korkuyorum kendimden, Freaks&Geeks'in bir bölümünde gizli öpüşme dolabına girdiklerinde şımarık kızın Hoverchuck'a dedikleri geliyor aklıma, "Hep kendi kendine çok güzel, heyecanlı bir hikaye anlatıyormuşsun içinden gibi, bu yüzden yüzünde hep mutlu bir ifade var.". Geek ve Nerd terimlerini biliyor musunuz bilmiyorum ama ben resmen Hoverchuck gibi oluyorum bu durumda, özellikle de gözlüklerim burnumun üstündeyken. Freaks&Geeks'i de özledim ben. O altın değerindeki 18 bölüme sarılıp, Bad Reputation söyleyesim geliyor.
Özlemek demişken, bu Royal Wood'un "A Mirror Without"ı beni çok kötü yaptı. Son cümlesi ve onu söylerkenki sesi...Onunla bitireyim lafımı.
I think i miss you even more...Demiştim Random Thoughts diye.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

So many books, so little time

Mesela.  En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk ...