1 Mayıs 2011 Pazar

THE TOURIST (2010)


Johnny Depp ve Angelina Jolie'nin birlikte bir filmde rol aldıkları haberi internete, gazetelere, basının herhangi bir organına düştüğü ilk andan itibaren zaten gişesini garantilemiş, seyredileceğini belgelemiş bir yeniden çevrimle (2005 tarihli Fransız filmi Anthony Zimmer'ın yeniden çevrimiyle) karşı karşıya olduğumuzu aklınızın bir kenarına not edip öyle okumaya başlarsanız ve hatta filmi izlemeye hazırlanırsanız herşey daha da kolaylaşacak.
Öncelikle Fransa'nın güzel giyimli insanları ve sokaklarıyla bezeli başkenti Paris'te buluyoruz kendimizi. Her zamanki gibi etrafını umursamadan, havasına, tavrına kurban olunacak şekilde yürüyen bir Angelina Jolie'yi takip eden Fransız polislerinin arasına dalıyoruz sonra. Elise (Angelina Jolie)'in sevgilisi olan adamın bir süredir kaçak olduğunu ve uluslararası bir operasyon dahilinde arandığını öğreniyoruz. Alexander Pearce isimli bu kaçak, Reginald Shaw denen gangster-mafya babası kılıklı zengin bir adamın muhasebecisi ve baya yakın bir adamıyken, Shaw'ın yüklü bir miktar parasını çalıp, kayıplara karışmış. Elise'le de bir süredir sadece mektuplar ve notlar şeklindeki gizli yazışmalarla haberleşiyor. Shaw, Elise ve Pearce esas itibariyle İngiliz. Kendilerinden kaçırılan bu 744 sterlinlik verginin peşine düşen İngiliz polisi (direkt Scotland Yard'ın operasyon esasında) de haberleştiği diğer Avrupa polisleriyle birlikte Pearce'ın peşinde tabiki.

Yalnız bu arada öğrendiğimiz bir ufak detay daha var. Pearce bunca takipten dolayı, tanınmaması gerektiğine karar vermiş olacak ki polisin öğrendiğine göre estetik yaptırmış. Ama estetikten sonraki yüzünü bir türlü bulamadıklarından dolayı tüm peşindekilerin umudu Elise olarak kalıyor. Alexander da boş durmayıp, Elise'e not bırakıyor ve diyor ki "Şu saatte Venedik'e giden trene binip, benim ölçülerimde bir adam bul ve polisleri onun ben olduğuma inandır."Böylece peşlerindekileri şaşırtmaca yoluyla oyalayıp, sevgilisiyle kaçabilme şansı bulacak. Elise de o dünya üzerinde karşı koyabilecek bir canlının bulunmadığı cazibesiyle trene atlayıp, Frank'e kancayı atıyor görev icabı.
Filmin başından itibaren ilk yarısında hikayenin bize verdiği ipuçlarıyla birlikte takık Scotland Yard dedektifi olarak o ince silüetiyle Paul Bethany'yi, acımasız ve esprili gangster olarak Steven Berkoff'u ve şef dedektif Jones rolünde de Timothy Dalton'u izliyoruz. Bu arada sahnelerin çeşitli yerlerinde sanki gizemli bir durum olduğu gözümüze gözümüze sokulmak isteniyormuş gibi karşımıza çıkarılan sokaktaki adam olarak da Rufus Sewell'ı görüyoruz ki ben kendi adıma ondan hiç sıkılmadığımdan olsa gerek güzel bir seçim olarak görüyorum.
Filmin bu oyuncu,mekan gibi parçalarının güzelliği ve göz dolduruculuğunun dışında söylenebileceklerse pek öyle parıltı içermediği olur herhalde. Yani iki saat boyunca oturduğumuz yerden güzeller güzeli Paris sokaklarını, Venedik kanallarını, pahalı otelleri, baloları görmüş oluyoruz ki bunda şikayet edilebilecek bir yan yok. Ama daha filmin yarısına bile gelmeden aklımızı ekrandan koparan birşeyler buluyoruz.
Angelina Jolie tüm ihtişamıyla perdeyi dalgalandırırken karşısında kafası karışık, anormalliğini nasıl normalleştirebileceğine karar verememiş bir Johnny Depp sıklım püklüm bakınıyor gibimize geliyor. Alelade bir Matematik öğretmeni olarak pek de dikkat çekmemesi gereken bir adam olarak görmek isteyeceğimiz karakter, Johnny'nin karizmasının ve    deli deli koşuşturmasının altında kaybolup gidiyor. Hikaye deseniz, normal bir hafta içi akşamı televizyon izlencesinin barındıracağı eğlence, aksiyon ve dozunda romantizmle birlikte ele avuca gelir başka hiçbir şey sunmuyor.İniş, çıkış, meraklandıracak bir nokta, tahmin edilemeyecek bir gizem, üzülecek, sevinecek, heyecanlandıracak bir aksiyon barındırmıyor. Johnny'nin kişisel gayretiyle belki bir miktar komedi ilişmiş o kadar.
bence de yak üstüne bir sigara johnny
Sadece oyuncu fetişistleri ve sinemaya gidip hep birlikte eğlenceli bir 2 saat geçirmek isteyecekler için bir film. Ciddi ciddi Johnny Depp onca manyak karakter arasında dinlenmek istemiş dedirtiyor.Önümüzdeki maçlara bakacağız artık.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

So many books, so little time

Mesela.  En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk ...