17 Aralık 2023 Pazar

perire

Bir süredir böyle hissediyorum. Sanırım daha önce de yazmıştım. Hep bir, her an gidecekmişim hissiyle yaşıyorum ya kendimi bildim bileli. Yaşadığım hayattan başka bir hayata gitmek, kastettiğim. Öteki tarafa değil. Hani bir anda bir şey olacak, ben hep o hayal ettiğim, yaşamam gerektiğini düşündüğüm hayata geçecekmişim gibi. O his.
Son aylarda kendi kendime şunu fark ettim. Kendi hayatımın içine kendim mi ediyorum acaba? Şöyle bir düşünce döngüsüydü: Mesela bir şey görüyorum, aaa bunu denemek istiyordum hep, bir bakayım kurs vardır bir şey vardır gitsem mi? Sonra diyorum ki hah ama Türkiye'de gitmek istemiyorum kursu varsa bile buna. Bunu bu ülkede öğrenmek istemiyorum. Buradaki kurs ortamı zaten kalitesiz ve salakça olur. Çünkü burası bu ülke sonuçta. Sonra da gitmekten, yapmaktan, görmekten, izlemekten, tecrübe etmekten, eğlenmeye çalışmaktan vazgeçiyorum. Bir dolu şey yapmak, bir dolu "yaşamak" istiyorum. Ama bunların hepsini başka bir ülkenin başka bir şehrinde, başka bir hayatın içinde yapmak istiyorum. Burada, şimdi, bu acınası hayatımın içinde yaparsa eğer, boşa gideceklermiş gibi. Her akşam bir başka etkinliğe, gösteriye, sinemaya, tiyatroya gidebilirim mesela. Her haftasonu başka bir yere geziye gidebilirim ya da. İstediğim pek çok aleti, giysiyi falan da alabilirim. Her ay maaşımın dibini sıyırmak zorunda kalırım tabi, kredi kartı faturasını tam ödeyemeyeceğim aylar olabilir. Ama yapabilirim. İstesem, yapabilirim. Ve işin kötüsü istediğim tam da bu. Ama dedim ya, başka bir yerde, başka bir hayatta. Önüme geliyor mesela bir müzikal görüyorum, gidebilirim aslında. Ama burada ya, Türkiye'de hazırlanmış oynanıyor ve buradaki oyuncular oynuyor ya, zamanıma ve parama yazıkmış gibi hissediyorum. İster istemez. İçimden direkt bu duygu yükseliyor.
Dışarı çıkmak istemiyorum bu yüzden. Bir yere gitmek istemiyorum. İnsanlarla tanışmak istemiyorum. Ya da zaten tanıdığım insanlarla daha fazla muhabbet etmek istemiyorum. Ne konuşabilirim ki. Kimseyle buluşmak istemiyorum. Mesajlara cevap falan yazasım gelmiyor. Ne yazacağım ki. Tüm konuşmalar çok boş geliyor. Anlamsız. Ben burada niye oyalanıyorum diyor içimdeki ses. Başka bir yerde olmam gerekiyordu. Başka insanlarla tanışıyor olmam gerekiyordu. Başka arkadaşlara sahip olmam gerekiyordu. Dinlediğim şeyleri dinlemiyor kimse ya da izlediklerimi izlemiyor. Kendimi resmen güney kore rom-comlarına gömdüm. Ara vermeden, nefes almadan dizi izliyorum. Bir şekilde unutmamı sağlıyorlar. Etrafımdakileri. Bu içinden çıkamadığım hayatı. Hayır bir de sanki bir adım var, o adımı atsam sanki tüm dünya önüme serilecekmiş gibi hissediyorum ya nedensiz bir şekilde. O manyakça işte. Sanki öyle olacakmış da o adımı atamıyormuşum gibi. Üşengeçliğimden. Tembelliğimden. Cesaretsizliğimden. Hatta nazardan. Hah tamam kesin nazardan. Üzerimde büyü de olabilir. Büyüden büyüden.
Vallahi gene geldi o his. Telefonu her şeyi değiştirip, başka bir ülkeye kaçma hissi. Tanıdığım herkesle bir daha görüşmeme hissi. Böyle tanık koruma programına alınmış gibi kimliğimi, her şeyimi değiştirip yeni bir hayata başlamak isteme hissi. İnsanlara seninle görüşmek beni mutsuz ediyor diyebilmem neden bu kadar zor? Bir sebebi yok, bunu açıklayamam ama mutsuz oluyorum diyebilsem. Dünyanın en güzel çikolatası bu, çok da lezzetli ama beni mutsuz ediyor işte. İstemiyorum. Neden herkes varlığımı unutamıyor? Böyle bir anda beni tanıyan herkesin beyninden silemiyor muyum kendimi?

5 yorum:

  1. Tam buna benzer bir şeyler düşünüyordum ve hatta yazmıştım ki bu yazıya rastladım. Ve benzer hislere sahip birinin olması da -hiç de öyle olmaması gerekirken- sevindirdi beni diyebilirim.

    Bir yararı olur mu bilmiyorum ama iki şey söylemek istiyorum:

    1- İnsanlara "seninle görüşmek beni mutsuz ediyor" desen şaka yapıyorsun sanabilirler. Kendileri o kadar evrenin ve düzenin ve her şeyin merkezindeler. Senin ne hissettiğin çok da önemli olamaz, hatta öyle bir hâl içindeler ki senin hissettiğin onlar için bazen "gerçek" bile olamaz.

    2- Bunun çok benzerini bir arkadaşım bana söylemişti. Hatta ilkinde söylemiş (hâliyle ben ona küsmüştüm) sonra bu olayın yaşandığını bir şekilde unutup yine barışmış, sonra "ben seninle neden konuşmadığımı tekrar hatırladım" diyip yine küsülmüştüm. (Küsme lafına takılma elbette, konuşmamaya başlamıştı yani.) Şimdi düşününce ben de bazen patavatsız ve duyarsız ve duygusuz olabiliyordum bana anlatılan konulara çözüm bulayım diye debelenirken. O benim bu konuya çözüm bulmaya çabaladığım için böyle davrandığımı göremedi, ben de onun sadece "dinlenmek" istediğini ayıkamadım, benden yardım istiyor sandım. İstenen şeyi bilmek önemli =/

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben sanırım çok da kendilerini merkeze alıyorlar gibi hissetmiyorum. Daha çok, beni algılayamıyorlar gibi hissediyorum. Yani nasıl olabilir böyle bir şey, nasıl böyle bir şey hissedilebilir ki gibi düşünüyorlar. Böyle bir duygunun varlığını algılayamıyorlar gibi. Yani bence benim etrafımdakiler böyle.
      İstenen şeyin bilinmesinin önemli olduğunu düşünmüyorum artık ya. Valla. Bence herkes sadece içinden geldiği gibi davransa daha kolay olacak. Of aman ona yardım etseydim, yok aman bunu da anlasa mıydım diye uğraşmak en kötü şey.
      Benzer hislere sahip olmak cidden düşündürdü :) İnsan hem diyor ooo ben manyak değilmişim, hem de madem böyleyiz neden böyleyiz :)

      Sil
    2. Hhahaha yani bunun bir Almanca (tabii ki, şaşırmadık) kelimesi var, Fernweh diye. Biraz o taraflara kayıyor o zaman sanırım seninki daha çok.

      Sil
    3. Hiç duymamıştım. Fernweh. Peki bunun şey anlamında olanı da var mıdır ki, hiç gidilmeyen hiç yaşanılmamış bir yere ait hissetme, oraya özlem duyma duygusu. Ne biçim cümle oldu bu, bir dakika olmadı. "Hiç gidilmeyen hiç yaşanılmamış bir yere ait hissetme, oraya özlem duyma duygusu" anlamına gelen bir kelime de var mıdır ki bir başka dilde?

      Sil
    4. Açıkçası bilmiyorum ya =) ama bizim good-old-fernweh sanki bunu da karşılar gibi. Gerçi senin durumunun kelimeyle değil de, psikoloji ile açıklanması gerek zannediyorum. İki neden olabilir, buradaki sen ve anılar ve yaşantından memnuniyetsizlik ve bilinmezden gelebilecek umut. Bence bu güzel bu arada. Baudelaire der ya hani "nerede değilsem orada iyi olacakmışım gibi gelir" diye, öyle biraz seninki. Çünkü umma hâli mevcut hâlâ, çok da enseyi karartmamalı. Bu umma hâlinin de hiç olmadığı yazarları ise bir sonraki yorumda tartışırız =PP

      Sil

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...