28 Ağustos 2023 Pazartesi

특이한 점...탈진...stranezze...bruciato...


 Ama ben biliyordum. Bir süredir bir şeyin olacağı vardı. Çünkü böyle bir dağdan yuvarlanan çığ kütlesine kapılmışım dönerek oraya buraya çarparak yuvarlanıyormuşum gibi yaşıyordum. Sabahları uyanamıyordum, geceleri uyuyamıyordum. Sabahları güç bela evden koşturarak çıkıp servise yetişiyor, iş yerinde tüm gün ne yaptığımı anlamadan koşturuyor (mecazen - yoksa bilgisayar başında oturuyorum), akşamları tükenmiş halde eve gelip, saatin ne ara 10 olduğunu anlamadan yatağa düşüyordum. Çok yorgun, çok uykum var halde uyuyamayıp, yine döngüye devam ediyordum. Azcık şu odayı düzelteyim diyordum mesela eve gelince, bir bakıyordum zaman kalmamış yataktayım. Şu iş var halledeyim diyordum mesela haftasonu olunca, cuma akşamı eve gidip bir bakıyordum pazar gecesi olmuş. Halının üstüne aylar önce bıraktığım bir şey hala yerinde duruyor oluyordu. Masanın üstüne yığdığım şeyler öylece kalmış oluyordu. Arada banyo yapabildiğime şükrediyordum.

Son birkaç haftadır da peş peşe mutfakta bir şeyler kırıldı. Koluma ütü bastım yanlışlıkla. Hiç durmadan kilo almaya başladım. Öyle ki sabahtan akşama hiçbir şey yemediğim günün ertesinde kilo almış oluyordum. Evi leş götürüyordu. Mutfak tezgahının üstünü kaç haftadır toplayamamıştım bilmiyordum. Banyonun lambası, 4 yıldır bir kere bile patlamamışken son bir ayda iki kere patladı. Balkondaki şemsiye ufacık rüzgarda uçup, aşağıdaki ağaca asılı kaldı, zar zor aldım. Kumaşı parça pinçik oldu. Buraya bile iki çift laf etmek için gelmeye çalışıp çalışıp uzağından geçemedim. Saçmasapan rüyalar görüp duruyordum. Yeter artık yeter be diye çığlıklar atarak sokağa fırlamama ramak kalmıştı.

Sonunda geçen hafta pazartesi sabahı alarmla uyandığımda olan oldu. Önceki günlerde hiçbir şeyim yoktu. Saçma bir şey yemediğimi düşünüyordum (ama yine bir kabak incident'ı olabilir), hasta gibi hissetmiyordum, sadece regl gecikmişti yine ki zaten ilaç kullandığımı düşünürsek ona da iyi peki demiştim. Pazartesi sabahı işe gitmek için ayıldım, yatakta off midem ne biçim bulanıyor dedim, geri gözlerimi kapadım. Bir yarım saat sonra tuvalete koşturdum, ishal olmuştum. Midem çok feci bulanıyordu ama kusamıyordum. Yine kocaman taş var gibiydi midemde, tüm kanım çekildi gibi hissediyordum. Yatakta kıvranmaya başladım, bir yandan da yanıma maşrapayı aldım, midem ağrıdıkça kusmaya yelteniyordum. Sonunda çıkarabildiğimde bir on beş dakikalığına rahatladım gibi oldu, sonra döngü geri devam etti. Kıvranma, uyusam geçer mi, tuvalet, öğürme, kusma, yatağa düşme, ağrının geri gelmesi, kıvran...Son bir senede böyle mide ağrılı bulanmalı bir dolu şey geçirdim ya hani, bu seferkinde daha da saçmaydı. Tüm enerjim çekildi. Ama ölü gibi yatamıyordum da çünkü bacaklarımda içten bir rahat olmama, bir karıncalanma olup durdu. Ne yatabiliyordum, ne kalkabiliyordum. Kabus. Bitmeyen kabus. Telefonu elimde bile tutabilecek kadar enerjim yoktu. Son zamanların o kadar iştahına, yemesine karşılık ağzıma hiçbir şey süremedim. Su bile içesim yoktu. Damağımı bile ıslatamadım. Ambulans çağırsam dedim, onu bile yapacak gücüm yoktu. Pazartesi hiç bitmedi. Evdeki mide ilaçlarından, bulantı hapından, ağrı kesicilerden içtim durdum. Hiçbir şey yemeden içmeden, az biraz suyla ilaçları yutup, beş dakika içinde kusarak geri çıkarttığım bir düzen oluştu tüm gün. Tam içimde daha fazla bir şey kalmış olamaz dediğim noktada yeniden bir dolu şey çıkardım. Nasıl uyuyakaldım bilmiyorum. Evin her yerine atmıştım kendimi, hiçbir zeminde ya da hiçbir yerde rahatlayamayarak.

Salı sabahı nasıl olduysa böyle iyiymişim gibi uyandım. Ohh dedim bitti kabus. İyi olduğumu düşündüm bir yarım saat, iş yerine gene de gitmeyeyim dedim çünkü halsiz düşmüştüm. Ama o yarım saatten sonra yine başladı. Salı günü daha da kötüydüm bir de. Çünkü bedenimde ne su, ne mineral, hiçbir şey kalmamıştı. Üstüne midem yine de ağrıyor ve bulanıyordu. Bacaklarım yine karıncalanıyordu, durduğum yerde duramıyordum, yatamıyordum. Kafam üç yüz milyondu. Dışarıdan habire inşaat sesleri geliyordu, yaz olunca herkesin evde tadilat yaptırası geliyor. Apartmandan küldür paldır sesleri de cabası. Sinirden ve acıdan ağlamaya başladım, tüm pencereleri her yeri kapayıp, halının üstüne atıp kendimi çığlık ata ata, küfrede küfrede ağladım. Geçmedi. Gene de geçmedi. Ambulans çağırıp lütfen beni bayıltın diye yalvarmayı düşündüm. Ciddi ciddi. Anestesi verin, bir iğne yapın, bir şey yapın ve bayılayım lütfen, sadece ayık olmak istemiyorum diye mırıldanarak yerlerde yuvarlandım. Saat 4'ü geçerken kapı çaldı. Annemi buldum karşımda. Köyden atlamış gelmişti. Onu görünce hepten saldım, salya sümük ağlamaya başladım. Zorla hastaneye götürdü. Meğerse bir şeyler bulaşmış. Ateşim çıkmış. O bana çarpıntı yapmış. Nefes almakta da zorlanıyordum, çarpıntım varmış işte. Doktor ateşin var deyince şaşırdım, ben hava sıcak diye bunaldım ondan hayal görüyorum zannediyordum dedim. Hele çarpıntın var deyince boynuna sarılıp, ağlayacaktım. Çünkü ben söyleyince kimse inanmıyordu, hayal ettiğimi, psikolojik olduğunu söylüyorlardı. Oysa bu sefer gerçekmiş, ağlamaklı oldum. Tansiyonum da çıkmış. Ömrümde çıktığını görmedim, düşük zaten hep düşerdi bayılır gibi olurdum. Çıkmış bu sefer. 4 çeşit serum taktılar, bir saati aşkın onları yedim. İki çeşit antibiyotik ve ateş düşürücü verdi ayrıca evde içmem için. Bir de bir şey daha ama o neydi. Unuttum, içiyorum günlerdir.

Çarşamba günü annemin de gelmiş olmasının ve evi düzeltip, ağzıma birkaç lokma bir şey sokabilmesinin üzerine işe gittim. İnatla. Neyin inadıysa. Hayır doktorda aklımın ucuna bile gelmedi, rapor istesene. Ya da gitme işe, yıllık izinden al. Neden ya neden? Çok kızıyorum kendime. Zor durdum çarşamba günü. Bacaklarım tutmuyordu. Çünkü hala ateşim çıkıyordu. İlacı içiyorum sabah, düşüyor, Öğlene doğru geri çıkıyor, yine ilaç içmem gerekiyordu. Perşembe günü gene gittim. Gerçekten manyağım ben. Bir dolu iznim var ya. Bu sefer biraz daha uzun kalabildim ama gene baygınlık geçirecektim, gram enerjim yok. Cuma günü gittiğimde artık kafam biraz çalışmıştı da dedim izin alacağım. Beden olarak da mental olarak da tükendim çünkü. Yuvarlanıyorum. Pazartesi salıyı izin aldım. Hiçbir şey yapmak, hiçbir yere gitmek için değil. Sadece durmak için. Öylece durmak için. Bir durup nefeslenmek için. Çünkü. Tükendim.

Bu arada banyodaki musluğun ortasından su fışkırmaya başladı. 4 yıldır hiçbir şeyi yoktu. Üstünde tek bir çizik bile yok. Bu saçmasapan haftanın ortasında, birden bire, durup dururken. Sanki incecik iğnelerle gövdesini delmişim gibi. Koli bandıyla sarmaladım, öyle duruyor. Bakın cidden etrafımda bir şeyler oluyor. Bugün gene tabak kırdım zaten. Geçen hafta, o salak pazartesiden gününden hemen önceki cumartesi, arabayı artık yıkatmalıyım dememin üzerinden bir yıl geçtikten sonra ancak yıkatmaya götürdüm. İki yaşlı amca yıkıyordu, konuya çok girmeyeceğim neyse, kenarda dikiliyordum. Sadece dikiliyordum. Bakışlarımı bile yalnızca yerdeki suya dikmiştim. Ama kafamdan düşünceler...engel olamıyordum. Bu adamlar niye bu yaşta bu işle uğraşıyor, neden bu dünya böyle, lanet olsun,...diye diye kendimi içeriden yerken daha yaşlıca olan amca döndü, baktı, böyle bu sıcakta uğraşıyoruz gibi bir şey dedi bana. Kafamın içindeki monologa cevap verir gibi tam. Tam da ağzımı açıp söylesem o cümleleri, onlara cevap olarak söyleyeceği bir şeyleri söyledi. Allahım noluyor beni nasıl duyabilir dedim. Geçen gün de kahvecide otururken menüdeki fıstıklı dondurmadan istedim. İsterken tam olarak aklımdaki, bir tabakta sade dondurma, üstüne serpilmiş fıstıklardı. Hatta tam olarak içimden böyle dedim kendi kendime. Garson gitti, geri geldi, dedi ki fıstıklı dondurma kalmamış, sade dondurmanın üstüne fıstık attırsam olur mu? Tuhaf bir şeyler oluyor. Kötü bir şeyleri de bileceğim diye ödüm kopuyor. Düşünmemeye çalışıyorum. Kafamın içinde hiç ses olmamasını sağlamaya çalışıyorum.

Sabah annem köye geri döndü. Bugün sadece dizi izledim. Yemek yedim. Birkaç bir şey topladım. Sadece durdum. Hiçbir şeye yetişmeye çalışmadım. Hiçbir şeyi düşünmek istemedim. Durdum. Bacaklarım arada bir taşımıyor yine, oturuyorum. Su şişesini yanımda gezdiriyorum, geçen bir hafta boyunca toplasam 2 litre su içmemişimdir, onu düzeltmeye çalışıyorum. Bir şeyler var, tuhaf.

2 yorum:

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...